Kaya Üzeri Resimler ve Yazılar-2

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Çiğim Taş -Kırgızistan Talas
Çiğim Taş -Kırgızistan Talas
Sakalar, Günümüz Türkiye’sinin doğu bölgesinde de önemli bir yer teşkil etmektedir 33. Sakaların bir boyu olan Phasian/Pasinler ve onların alt kolları olan Orbetler, Pasanlar, Gagavanlar, Kurmançlar, Sahatlar, Çavdarlar ve Şorlar Türkiye’nin doğusunda yerleşmişlerdir. Sakaların boyları Karduklar, Botiler, Paktuk ve Kürtler Türkiye’nin muhtelif yerlerinde iskân etmişlerdir. Yine Türkiye’deki Garzan, Arzan, Guran, Müküs, Albak Akari (Hakkari), Zap, Uşani, Botan, Kürt, Kardak, Kürdek yer isimleri ve bu isimlerin bozulmuş biçimleri onların boy, soy ve aile isimlerinin miraslarıdır.

Sakaların ilgi çekici bir mirası da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara ve Ankara isminin kaynağıdır. Yakutistan’da da Angara isimli bir şehir bulunmakta olup tıpkı Ankara gibi tiftik keçisiyle meşhurdur 34.

Sakalar, M.S. II. yüzyılın sonlarına doğru zayıflayıp yıkılırlar 35, Hunlar ve diğer kavimlerin arasına karışırlar. Çok az bir kısmı Moğol dönemine kadar varlığını sürdürdü. Moğol istilası sırasında kuzeye çekildiler. Günümüzde Moğolistan’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir devletleri olan Saha Türkleri, Sakaların/İskitlerin torunlarıdır 36.

Trabzon çevresinde Sakalarla ilgili en önemli kalıntı yer isimleridir. Rize’nin güneyinden başlayıp yılan biçiminde doğuya doğru uzayan dağların ismi, Silan (Yılan) Dağı’dır. Türkiye Türkçesinde kelime başında yer alan y- seslerinin SahaTürkçesinde s- ile karşılanması 37 hem Yakut-Saka bağlantısını ortaya koymakta, hem de bölgede Sakaların varlığı konusunda bize önemli bir ipucu vermektedir. Amasyalı Strobon (M.Ö. 64-MS.21), Geographica adlı eserinde Skydises/İskit Dağı’ndan bahsetmektedir. Maçka’nın güneydoğusunda yükselen bu dağın adı bugün Kolat Dağları’dır. Heredot’un Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler olarak tanımladığı Skolat/Kolatların ismine Kolat Dağları olarak rastlamamız oldukça ilginçtir. Ayrıca Kolat /Kolatoğulları aile adı bu yörede hâlâ yaşamaktadır. Artvin Yusufeli Barhal köyünde bir Kolalet (Kolat yurdu anlamında) mahallesi (Altıparmak köyü Uzun Çalı mahallesi) bulunmaktadır. Çaykara’nın Şahinkaya köyünün eski ismi Şur/Şor, Trabzon merkez ilçeye bağlı Çamoba köyünün eski ismi Potila (Sakaların bir boyunun ismi Poti’dir), Arsin’in Yolaç köyünün eski ismi Mukuzi (Sakaların bir kolunun ismi Müküs’tür), Vakfıkebir’in Tarlacık köyünün eski ismi Kürtali (Sakaların bir boyunun ismi Kürt’tür)’dır. Bu yerleşim yerlerinin ismi büyük ihtimalle Saka Türklerinin günümüze mirasıdır.

Bilinen ilk Türk devletlerinden biri de Hunlar’dır. Kaynaklara göre Hun Devleti M.Ö. 220’de kurulmuştur. Asıl gücüne M.Ö. 209’da Mete Han zamanında ulaşmıştır. Mete Han, M.Ö. 174’te öldüğünde geride sivil ve askerî teşkilat, dış siyaset ve sanat açısından yüksek özelliklere sahip bir devlet bırakmış idi. Buyüksek özellikler, daha sonra kurulan Türk devletlerinin temelini oluşturmuştur. Hunlar, M.Ö. 58’de zayıflayıp ikiye bölündü. Bu ayrılık, onları daha da zayıflattı. Yıkılma süreçleri 216 yılına kadar sürdü.

Büyük Hun Devleti’nin dağılmasından sonra Asya’nın batısında oturanlar, batıya doğru göçerek Aral Gölü ile Hazar Denizi arasında yaşayan Alanların topraklarını ele geçirdiler. Hunlar burada da durmayarak daha batı yönüne göçmeye devam ettiler. Avrupa’daki kavimler bu göçe karşı koyamadılar. Devrin güçlü devleti olan Roma İmparatorluğu, Hunların akınlarını durduramadılar. Bu göç sonucunda 395’te Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkılmış, yerine pekçok küçük devlet kurulmuştur.

Hunlar batı yönüne iki koldan girmişlerdir. Bir kol, Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemişlerdir. İkinci kol ise Kafkasya’dan kuzeye dönüp Anadolu’ya girmiştir 38. İki taraftan Hun akınları arasında kalan Roma İmparatorluğu, vergi vermeye mecbur kalmıştır.

Türklerin öncüleri olan ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan topluluklar elbette ki bunlardan ibaret değildir. Ana hatları ile ele aldığımız bu konu, ayrı bir çalışma konusudur.

2. Türk Kültürü’nün Sınırları:


Basit bir tarif ile kültür; “Tarihî ve toplumsal gelişme süreci içerinde yaratılan maddî ve manevî değerlerin tamamıdır. Bir millete, bir uygarlığa özelliklerini veren, bir başka millette olmayan veya farklı bir karşılığı bulunan maddî ve manevî unsurların tümüdür. Bir milleti diğer milletlerden ayıran özelliklerdir.” Dil, devlet yönetimi, tarım, ordu, aile yapısı, din, müzik, hukuk, edebiyat, sanat birer kültür unsurlarıdır. Bunların Türklere mahsus kullanılışı, uygulanışı ise bu saydıklarımızı Türk kültür dairesi içerisine yerleştirmektedir. Mesela: Türk tarımcılığı, Türk ordusu, Türk aile yapısı Türklere mahsus kültürdür.

Milletlerin iki türlü sınırı vardır. Bunlardan ilki ve daha çok üzerinde durulanı siyasî sınırlardır. Siyasî sınırlar, Türklerin üzerinde bağımsız devleti olan topraklardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk cumhuriyetlerinin siyasî sınırları, bugün bildiğimiz haritadır. Diğer bağımsız Türk devletleri; Kazakistan Cumhuriyeti, Türkmenistan Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti, Kırgızistan Cumhuriyeti, Türkmenistan Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ait topraklar, Türk milletinin siyasî sınırları içerisinde kalmaktadır.

Türk milletinin bir de kültür sınırı bulunmaktadır. Tarih içerisinde ve günümüzde Türklerin yaşadığı her yer bu sınıra dâhildir. Doğal olarak Türk milletinin kültür sınırı, siyasî sınırından çok geniştir. Asya kıtasının hemen hemen tamamı, Avrupa kıtasının büyük bir bölümü ve Afrika kıtasının bir kısmı, Türk kültür sınırları içerisindedir. Bu kadar geniş alana yayılan Türkleri bugün birbirine bağlayan en önemli bağ, dil ve kültürdür. Yani Türkçe ve Türkçe ile şekillenen eserlerdir. Dil ve kültür unsurlarından birkaç örnek:

Takvimleri ve bayramları, uzak mekânlarda olsalar bile, Türkleri birbirinden koparmamıştır. Türk milletinin ortak kültür değerlerinden birisi, Onİki Hayvanlı Türk Takvimi’dir 39. Onİki Hayvanlı Türk Takvimi’ni 40 Tuna Bulgarları 600’lü yıllarda 41, Köktürkler 700’lü yıllarda taşa kazımışlardır 42. Bu takvimi Selçuklular; biri Sivas Gök Medrese, diğeri Kayseri Karatay Hanı olmak üzere iki güzel örneğini Anadolu’da taşa kazımışlardır. Türklerde Nevruz’la ilgili inanış ve uygulamaların M.Ö. 3. yüzyıldan, yani Mete Han zamanından beri var olduğu bilinmektedir 43. Binlerce yıldır Müslüman Türk Dünyası, Hristiyan Gagavuz ve Çuvaşlar, Şamanist Saha Türkleri de dâhil, devam etmektedir 44. Amerika’daki Kızılderili kabilelerinin de Mart ayını “Yeni Yılın Başı” olarak saymaları ve Orta Asya Türklerine benzer geleneklerle kutlamaları 45, Türk dünyasının tarihi ve kültürü konusu hakkındaki bilgilerimizin yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Türk milletinin ortak kültür değerlerinden birisi ölülerine olan saygılarıdır.Onlar ölülerini kurgan denilen mezarlara koymuşlardır. Kurganlar Korgan, Türk devlet hayatında önemli kişilerin mezarına denmektedir. Kelimenin aslık orugan(koru-gan)dır. Ölüleri korumasından dolayı bu isim verilmiştir. Korganların ilk kez Kimmerler tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Gelenek daha sonraki Türklertarafından sürdürülmüştür.

Hayat Ağacı motifi bütün Türk Dünyası’nın müştereklerindendir. Türkler ata yurdunda Hayat Ağacı’nı önem verdikleri hemen herşeyin üzerine işlemeye devam ederken göç edenler de gittikleri her yere taşımışlardır. Sivas’ta 1271’de Selçuklular zamanında yapılan Gökmedrese’nin üzerindeki Hayat Ağacı bütün haşmetiyle dururken günümüzde, Orta Karadeniz Bölgesi’nde Çepni Türkmenleri hâlâ kilimlerinin üzerine aynı motifi nakşetmektedirler 46. Turan kökenli oldukları onaylar. Bunun üzerine hakan ava çıkar; yaban hayvanlarını Iılısu’ya doğru sürünsünler diye emreder. Bu büyük bir ırmaktır. Halk bu hayvanları sıkıştırarak suya doğru sürer. Bu hayvanlardan avlar; bir takım hayvanlar suya atılırlar; on ikisi suyu geçer; her geçen hayvanın adı bir yıla ad olarak konur (DivanüLûgat’it -Tercümesi I, (Çeviren: Besim Atalay), TDK yay, Ankara 1986, s. 344-347)”. sanılan Amerikan yerli kabileleri de Hayat Ağacı’nı, “Tree-of-Life” adıyla önde gelen kültür varlığı olarak korumaktadırlar 47.

Siyasî sınırlar zaman zaman değişir. Genişlemeler veya daralmalar olabilir. Ancak asıl kalıcı olan kültür sınırıdır. Kültür sınırları çok büyük bir olağanüstü durum olmaz ise kolay kolay değişmez. Ancak kültür sınırının değişmemesi, kültürün yaşanmasına bağlıdır. Bu yüzden çağımızda dünya üzerindeki asıl savaşlar, kültür savaşları olmaktadır. Kültür savaşları çok daha önemli olduğu için süreklidir, kesintisizdir. Her millet, kendi kültür sınırını daha geliştirmek için çalışmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkeler, bu tür savaşlara çok büyük kaynaklar ayırmaktadır. Çünkü sürekliliği, kalkınmışlığı, dünya tarihi içerisinde yer alması daha çok kültürün yaygınlaşmasına ve kabullenilmesine bağlıdır.

3. Türk Karakterli Kaya Üzeri Resim ve Motiflerin (Petroglif) Tarihî Derinliği:


Sibirya’nın Irkuts bölgesinde yer alan Lena kaya resimlerinin çiziliği zaman olarak Rus arkeologlarının düştüğü tarih M.Ö. 14-12 bin arasıdır 48. Tarih boyunca Türk kültürünün dışında diğer herhangi bir kültürün yaşamadığı bu yöre, diğer kültürlerin etkisinden de uzaktır. Demek ki Sibirya’da tespit edilen kaya resimleri, günümüzden yaklaşık 15 bin yıl önce Türkler tarafından çizilmiştir 49.

Kaynağı Sibirya’dan veya Orta Asya’nın muhtelif bölgelerinden dünya üzerine yayılan insanlar, kültür unsurlarını da beraber götürmüşlerdir. Sibirya’da nakşettikleri resimleri, şifreleri ve karakterleri muhafaza ederek gittikleri yerlerde de çizmişlerdir. Kökeni Asya’da olmak üzere, Güney ve Kuzey Amerika’da Arap yarımadasında, Afrika’da ve Avrupa’nın hemen her köşesinde çok eski zamanlardan beri Türkleri görmekteyiz. Azerbaycan-Kubistan ve Ordu-Mesudiye’de bulunan kaya resimleri ile İskandinav ülkelerinde bulunan kaya resimleri arasındaki bağlantı, herkesi şaşırtacak kadar açıktır. İtalya, Almanya ile Kırgızistan’daki kaya üstü figürlerinin aynı oluşu, açıklanmaya muhtaçtır.

En eski yazılı kaynaklar, şimdilik, M.Ö. 3000’den daha ileri gitmemektedir. Sibirya’nın Irkuts bölgesinde yer alan Lena kaya resimlerinin çizilişi ise M.Ö. 14-12 binlere kadar uzandığına göre, arada kalan yaklaşık 10 bin yıl aydınlatılmaya muhtaçtır. Bu karanlık dönemi aydınlatabilecek unsurlardan birisi de Türklerin kaya üzerine çizdikleri resim ve figürler yani petrogliflerdir. Diğeri de petrogliflerle aynı karakteri gösteren kilim ve halı motiflerdir. Dünya ve Türk tarihinin karanlıkta kalan 10 bin yılının aydınlatılması için kaya üzerine çizilenresim ve figürler ile dokumalarının üzerindeki motifler tek tek incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

Biz, dizi hâlinde yayımlanacak bu çalışmamızda M.Ö. 14-12 bin yıllardan kalan resim ve figürler başta olmak üzere Asya ve Avrupa coğrafyasında şimdiye kadar tespit edilebilen binlerce şekli, alan araştırmaları ile elde ettiğimiz ve arşivlediğimiz sözlü kültür ürünlerinin yardımıyla okumaya ve yorumlamaya çalışacağız. Bu şekillerin ve yazılı kitabelerin bazıları, özellikle, Türkiye sınırları içerisinde bulunanlar tarafımızdan tespit edilmiştir.
Orhun Yazıtları’ndan yaklaşık 5 asır önce yazılan ve Orhun Yazıtları’ndan sonra ikinci büyük metin olan kitabeler, tarafımızdan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunmuştur. Yazılı metinler ve kitabeler yaklaşık 10 yıl süren birçalışmadan sonra tarafımızdan okunmuş ve alfabeleri yapılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin kaya üzerine çizilen resimler ve figürler (petroglifler) ve Türk karakterli yazılar için bir anahtar konumunda olduğunu belirtmekte fayda vardır. Zira Türkiye’nin hemen her ilinde kaya üzerine çizilen resimler ve figürler(petroglif) veya kitabe tespit edilmiştir.

Bunlardan sadece Türkiye’nin batı tarafında yer alan Söke yöresi, İsrailli bilim adamları tarafından çalışılmıştır 50. Diğer yöreler bilimsel olarak detaylı bir biçimde ele alınmamıştır. Sadece çeşitli araştırmacılar tarafından çeşitli zamanlarda albüm niteliğinde çalışmalar yayımlanmıştır.

Prof. Dr. Necati DEMİR


]33 Kimmerler ve Sakalar’ın M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya, dolayısıyla Karadeniz Bölgesi’ne gelip
yerleştikleri anlaşılmaktadır. Kimmer ve Sakalarla ilgili önemli ve ayrıntılı bilgiler,Atinalı Ksenophon’un (M.Ö. 430-355)Anabasis (M.Ö. 400-401) adlı eserinde yer almaktadır (Ksenophon, Anabasis, (Çeviri: Hayrullah Örs), Maarif Matbaası, İstanbul 1944). M.Ö. VI. yüzyılda Aiskhylos, Karadeniz kıyılarındaki Skythiaları (Sakaları) tanıtmaktadır (Prometheus Desmotes (Prometheus Bound), London 1956, s. 707-735). M.Ö. II. yüzyılda Polybios, Historiae adlı eserinde Karadeniz kenarlarında Kimmer Boğazı’ndan ve İskit Yaylaları’ndan bahsetmektedir (Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, TTK yay., Ankara 2001, s. 16-18).
34 Bilal Ak, “Ankara Adının Kaynağı ve Yeni Bir Yaklaşım” Türk Yurdu, S. 176, Nisan 2002, s. 50-60.
35 Zeki Velidî Togan, “Sakalar”, Belgelerle Türk Tarihi dergisi, İstanbul 1987, s. 33.
36 Fatih Kirişçioğlu, Saha (Yakut) Türçesi Grameri, TDK yay., Ankara 1999, s. 9.
37yıl>sıl, yer>sir, yit->sit- bunlardan bazılarıdır (bk. Kirişçioğlu, age, s. 38)
38 Ankara’nın Güdül ilçesi, Salihlerobası kaya üstü resim ve motifleri ile Türk karakterli yazılar, Hunlar Dönemi’nden kaldığını düşünmekteyiz. Çözümleri ve ayrıntılı bilgiler bu yazı dizisinde verilecektir.
39 Türklerde zaman ve on iki sayısı ilgi çekici bir durum sergilemektedir. Türkler yılları on ikiye bölüp On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni yapmışlardır. Yıllar da on ikiye bölünmüş ve her birine ay adı verilmiştir. Eski Türkler günleri de on ikiye bölüp her bir bölümünü çağ diye isimleştirmişlerdir. Saatte asıl sayı on ikidir. Herhangi bir kaynak tespit edememekle beraber, büyük ihtimalle çağlar ikiye bölünmüş ve saat kavramı da bu şekilde ortaya çıkmış olmalıdır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki yılın on ikiye bölünmesi büyük ihtimalle Türkler tarafından Avrupa’ya götürülmüş olmalıdır. Hatta bu hesapta yılbaşı yine Mart ayı iken Sezar tarafından Hz.İsa’nın doğumu esas alınarak Ocak ayına alınmıştır. Ayrıca Hristiyan Gürcü ve Osetler Ocak ayına Başil (Bayrım ( On İki Hayvanlı Türk Takvimi bunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
40 On İki Hayvanlı Türk Takvimi’nin ortaya çıkışı konusunda Kaşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügati’t-Türk’te şu bilgileri vermektedir: “Türk hakanlarından birisi kendisinden birkaç yıl önce geçmiş olan bir savaşı öğrenmek istemiş, o savaşın yapıldığı yılda yanılmışlar; onun üzerine bu iş için Hakan ulusuyla müşavere yapar ve kurultayda ‘biz bu tarihte nasıl yanıldıksa bizden sonra gelecek olanlar da yanılacaklardır; öyleise, biz şimdi göğün on iki burcu ve on iki ay sayısınca her yıla bir ad koyalım; sayılarımızı bu yıllarıng eçmesiyle anlayalım; bu aramızda unutulmaz bir andaç olarak kalsın’ der. Ulus, Hakanın önerisini
41 Talât Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara 1987, s. 13-26.
42 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul 1980, s. 30-31.
43 Nevruz Türkiye’de daha çokYılsırtı, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Sultan Nevruz, Gün Dönümü, Yeni Gün
gibi Türkçe isimlerle bilinmektedir. Hemen her Türk coğrafyasında ve Türk topluluğunda görülmektedir.Fars kültüründen uzak yörelerde Türkçe veya Türklerin yakından tanıdığı isimlerle bilinmektedir: AltayTürkleri Cılgayak Bayramı; Azerbaycan Ergenekon, Bozkurt Bayramı; Başkurt Türkleri Ekin Bayramı; Doğu Türkistan Yeni Gün, Baş Bahar; Gagavuzlar İlkyaz; Hakas Türkleri Cılsırtı, Ulu Kün; Karaçay-Malkar Türkleri Gollu, Gutan, Saban Toy, Tegri Toy; Kazakistan Türkleri Ulus Günü; Kazan Türkleri ve Karapapaklar/Terekemeler Ergenekon Bayramı; Kumuk Türkleri Yazbaş; Nogay Türkleri Saban Toy;Türkmenler Teze Yıl; Uygur Türkleri Yeni Gün, … İran’a yakın coğrafyalarda ve Fars kültürünün etkisinin görüldüğü yöreler olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan’ın bazı yörelerinde Novruz, Navruz, Nevruz Bayramı, Nevruz Köce, Noruz; Nogay Türkleri Nevroz gibi Farsça nev ve rûz kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkan ve “yenigün” anlamına gelen terimle veya terimlerle bilinmektedir.
44 Reşat Genç, “Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz”, Nevruz, (Yayına hazırlayan: Sadık Tural), Ankara
1995, s. 22-23.
45 Ahmet Ali Arslan, “Amerikan Kızılderili Kabileleri ve Türk Dünyasında ‘Yeni Yıl Başı’ Merasiminde
Paralellikler”, Nevruz, (Yayına hazırlayan: Sadık Tural), Ankara 1995, s.251-271.
46 Necati Demir-Metin Yerli, “Ordu Yöresi Çepni Kilimleri”, Erdem, C. 10, S. 28, Ankara 1999, s. 101-110
47 Ahmet Ali Arslan, “Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasının Kültür Varlığı Arasındaki Paralellikler”, Türkler
Ansiklopedisi, C. 20, s. 897-912.
48 Servet Somuncuoğlu, Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, İstanbul 2008, s. 36-53.
49 Sibirya’nın Irkuts bölgesinde yer alan Lena kaya resimlerinin Türk kültürü unsuru olduğu, motif ve şekillerden anlaşılmaktadır. Resimlerde bulunan her figürün Türk kültüründe derin bir alt yapısı bulunmaktadır
50 Geniş bilgi için bk.http://www.stonewatch.de/media/download/01_30/03 Latmos.pdf
 
Üst Alt