Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Cevap: 3-)ikinci risâle redd-i revâfıd tercemesi
Onu söz birliği ile halîfe yapdı). Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” söz birliği ile Ebû Bekr, Alî ve Abbâsdan “radıyallahü anhüm” birinin halîfe olmasını istedi. Alî ile Abbâs, Ebû Bekrin halîfe olmasına karşı birşey söylemedi. İkisi de, Ebû Bekrin halîfeliğini kabûl etdi. Böylece, Ebû Bekr, söz birliği ile halîfe seçilmiş oldu. Ebû Bekrin halîfeliği haklı olmasaydı, Alî ile Abbâs, kabûl etmez, haklarını isterdi. Nitekim, Alî “radıyallahü anh” Muâviyenin “radıyallahü anh” halîfeliğini haklı görmediği için, kabûl etmedi. Muâviyenin askeri ve kuvveti, kendisinden dahâ çok olduğu hâlde, hakkını istedi ve çok kimsenin ölümüne sebeb oldu. Hâlbuki, Ebû Bekrden hak istemesi pek kolay idi ve kolay seçilirdi. Çünki, o zemân, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına dahâ yakın idi ve hakkı meydâna çıkarmak isteği herkesde çok vardı. Bundan başka Abbâs, Alîden halîfe olmasını istedi. O, kabûl etmedi. Kendini dahâ haklı görseydi kabûl ederdi. Hâlbuki Zübeyr, o büyük şöhreti ve cesâreti ile bütün Hâşim oğulları ve başka birçok Sahâbî, Alî ile “radıyallahü anhüm” berâber idi. Ebû Bekrin hak üzere halîfe olduğunu göstermeğe, bu icmâ’ [sözbirliği] yetişir. Bunu bozacak bir emr, hattâ bir işâret bile bulunmaması, haklı olduğunu dahâ kuvvetlendirmekdedir. Hattâ, âlimlerin çoğuna göre, icmâ’ı ümmet, ya’nî Eshâbın söz birliği, meşhûr olmıyan emrden dahâ kuvvetlidir. Çünki, icmâ’ olunan bir iş, kesin olarak doğrudur. Meşhûr olmıyan emr ise, zan ile doğrudur. Şunu da bildirelim ki, Ebû Bekrin halîfe olması için işâret, hattâ emr de vardır. Tefsîr ve hadîs ilmlerinin derin âlimleri, bunları bildirmekdedir. Evet, Ehl-i sünnetin derin âlimlerinden çoğuna göre, böyle bir emr yokdur. Fekat bu söz, başkasının da hakkı bulunmadığını göstermekdedir. Bundan da, Ebû Bekrin, söz birliği ile, haklı halîfe olduğu ve Alîye, istemiyerek, idâre-i maslahat için kabûl etdi denilemiyeceği meydâna çıkmakdadır. Sahâbe-i kirâm, doğruyu kabûl etmez kimseler olsaydı, o zemân idâre-i maslahat düşünülebilirdi. (Zemânların en iyisi benim zemânımdır) hadîs-i şerîfi ile şereflenmiş kimseleri idâre etmek için, hakdan vazgeçmek, Alîye “radıyallahü anh” yakışdırılır mı?
Osmân bin Abdürrahmân İbnissalâh [Aks-ül-amel kitâbı Londrada basılmışdır. 577-643 (m. 1245)] ve Abdül’azîm Münzirî [581-656] “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” buyuruyorlar ki, Eshâb-ı kirâmın hepsi âdildir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, kesin olarak Cennete gidecekdir. Hadîd sûresi, onuncu âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Sizden, Mekkenin fethinden önce Allahü teâlâ için mal veren ve muhârebe edenlere, fethden sonra verenlerden ve harb edenlerden dahâ yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir.
Onu söz birliği ile halîfe yapdı). Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” söz birliği ile Ebû Bekr, Alî ve Abbâsdan “radıyallahü anhüm” birinin halîfe olmasını istedi. Alî ile Abbâs, Ebû Bekrin halîfe olmasına karşı birşey söylemedi. İkisi de, Ebû Bekrin halîfeliğini kabûl etdi. Böylece, Ebû Bekr, söz birliği ile halîfe seçilmiş oldu. Ebû Bekrin halîfeliği haklı olmasaydı, Alî ile Abbâs, kabûl etmez, haklarını isterdi. Nitekim, Alî “radıyallahü anh” Muâviyenin “radıyallahü anh” halîfeliğini haklı görmediği için, kabûl etmedi. Muâviyenin askeri ve kuvveti, kendisinden dahâ çok olduğu hâlde, hakkını istedi ve çok kimsenin ölümüne sebeb oldu. Hâlbuki, Ebû Bekrden hak istemesi pek kolay idi ve kolay seçilirdi. Çünki, o zemân, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına dahâ yakın idi ve hakkı meydâna çıkarmak isteği herkesde çok vardı. Bundan başka Abbâs, Alîden halîfe olmasını istedi. O, kabûl etmedi. Kendini dahâ haklı görseydi kabûl ederdi. Hâlbuki Zübeyr, o büyük şöhreti ve cesâreti ile bütün Hâşim oğulları ve başka birçok Sahâbî, Alî ile “radıyallahü anhüm” berâber idi. Ebû Bekrin hak üzere halîfe olduğunu göstermeğe, bu icmâ’ [sözbirliği] yetişir. Bunu bozacak bir emr, hattâ bir işâret bile bulunmaması, haklı olduğunu dahâ kuvvetlendirmekdedir. Hattâ, âlimlerin çoğuna göre, icmâ’ı ümmet, ya’nî Eshâbın söz birliği, meşhûr olmıyan emrden dahâ kuvvetlidir. Çünki, icmâ’ olunan bir iş, kesin olarak doğrudur. Meşhûr olmıyan emr ise, zan ile doğrudur. Şunu da bildirelim ki, Ebû Bekrin halîfe olması için işâret, hattâ emr de vardır. Tefsîr ve hadîs ilmlerinin derin âlimleri, bunları bildirmekdedir. Evet, Ehl-i sünnetin derin âlimlerinden çoğuna göre, böyle bir emr yokdur. Fekat bu söz, başkasının da hakkı bulunmadığını göstermekdedir. Bundan da, Ebû Bekrin, söz birliği ile, haklı halîfe olduğu ve Alîye, istemiyerek, idâre-i maslahat için kabûl etdi denilemiyeceği meydâna çıkmakdadır. Sahâbe-i kirâm, doğruyu kabûl etmez kimseler olsaydı, o zemân idâre-i maslahat düşünülebilirdi. (Zemânların en iyisi benim zemânımdır) hadîs-i şerîfi ile şereflenmiş kimseleri idâre etmek için, hakdan vazgeçmek, Alîye “radıyallahü anh” yakışdırılır mı?
Osmân bin Abdürrahmân İbnissalâh [Aks-ül-amel kitâbı Londrada basılmışdır. 577-643 (m. 1245)] ve Abdül’azîm Münzirî [581-656] “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” buyuruyorlar ki, Eshâb-ı kirâmın hepsi âdildir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, kesin olarak Cennete gidecekdir. Hadîd sûresi, onuncu âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Sizden, Mekkenin fethinden önce Allahü teâlâ için mal veren ve muhârebe edenlere, fethden sonra verenlerden ve harb edenlerden dahâ yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir.