C.D > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
DARÜ'L-HARB,DARÜ'L-İSLAM'A VE DARÜ'L-İSLAM, DARÜ'L-HARB'E NASIL DÖNÜŞÜR? Hanefi mezhebine göre, darü'l-İslam, darü'l-Harb'e dönüşebilir Yalnız Hanefi alimleri dönüş şartlarında ihtilaf etmişlerdir:
İmameyne göre bir İslam ülkesine küfür düzeni hakim olduğu takdirde darü'l-harbe döner İmam-ı A'zam'a göre, bir İslam ülkesinin darü'l-harbe dönüşmesi için üç şart vardır: üçü bir arada bulunduklarında (Allah korusun) o vasıf ile vasıflanır (darü'l-harbe dönüşür) Bu şartlar şunlardır:

1- darü'l-Harb ile bitişik olması,
2- İçinde İslam ahkamının tatbik edilmemesi,
3- Ahalisinin emniyet ve güvenliklerinin kalmaması

Cuma ve bayram namazlarının hükmü hiç bir mezhebe göre değişmez Yani, mesela: Cuma namazının bir takım şartları vardır o şartları vardır o şartlar oluşduktan sonra, onun farziyeti terettüp eder Yer ister darü'l-İslam olsun, ister darü'l-Harb olsun, hiç faark etmez Şafii mezhebinde cuma böyle olduğu gibi, her şey böyledir Yani hiç bir hüküm değişmez Ama Hanefi mezhebine göre bazı hükümler değişir: bunlar şunlardır:

1- Darü'l-Harpte içki, zina, hırsızlık gibi haddi gerektiren bir günah veya kısası gerektiren bir katil cinayeti işleyen bir kimse, darü'l-İslam'a döndüğünde, Şafii'ye göre ceza ne ise uygulanacaktır Hanefi mezhebinde ise uygulanmayacaktır
2- Bir kimse darü'l-harpte ribevi (faizli) bir akitte bulunsa, İmam-ı Ebu Hanefi ve Muhammed'e göre caizdir İmam-ı Şafii ile Ebu Yusuf'a göre caiz değildir (Beda'iu's Sana'i)
3- Bir kimse müslüman olup darü'l-Harpten çıkarak İslam diyarına hicret ederse, zevcesi orada kaldığı takdirde, Hanefi'ye göre boşanır; Şafii'ye göre ise boşanmaz
4- Bir kimse darü'l-Harpte müslüman olur, mal ve servetini bırakarak İslam diyarına hicret eder; bilahare, müslümanlar darü'l-Harp olan o ülkeyi istila ederek malınıalsalar Hanefi'ye göre malı ganimet olur Şafii'ye göre ise malı ma'sundur; kendisine iade etmeleri gerekir
5- Bir kimse darü'l-Harpte müslüman olur ve orada kalırsa bir müslim bir zimmi tarafından kasden öldürülürse, Şafii'ye göre kısas gerekir, Hanefi mezhebinde ise günahkar da olsa kısas gerekmez
6- Kafirler müslümanlara karşı harp ilan edip mallarını ganimet olarak alsalar; sonra müslümanlar güçlenip o ganimeti tekrar geri elde etseler, Hanefi mezhebine göre dağıtacaktır Şafii'ye göre sahiplerine iade edilecektir (Te'sisu'n Nezar)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DARÜ'L-HARB VEYA DARÜ'L-KÜFÜR OLAN BİR ÜLKEDE BİR MÜSLÜMAN GAYR-I MÜSLİMDEN VEYA BANKALARINDAN FAİZ ALMASI CAİZ MİDİR? İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre müslüman olmayan bir memlekette bulunan bir müslümanın müslümanları aldatıp mallarını çalması veya gasb etmesi caiz olmadığı gibi gayr-i müslimlerin mallarını da çalması veya zayi etmesi caiz değildir Çünkü İslam dini müsamaha ve fazilet dini olduğu için hiyaneti, aldatmayı, gayr-i ahlaki ve çirkin şeyleri her yerde yasaklamaktadır Ancak küfür diyarında yaşayan bir müslümanın gayr-i müslimden faiz almasında beis yoktur Çünkü onlara göre faiz almak hiyanet sayılmaz, normaldır (el-Fıkhu ala'l-mezahibel arba'a)
Şafii ile Ebu Yusuf'a göre faiz her yerde yasaktır Ne İslam diyarında ne de küfür diyarında onu almak caiz değildir Alış verişte, ölçüde, tarıda müslümanlara gösterilen mu'ameleyi gayr-i müslimlere de göstermek icab eder (al-Fetva'l-Kübra)
Hatta bir kimse mesela Avrupa'ya giderse, orada devlete veya şahsa ait bir şey bulursa onu sahibine vermeye mecburdur (Hidaye)
Küfür diyarında gayr-i müslimlerden faiz almak caizdir diyen İmam-ı A'zam ile Muhammed'in sözü daha racıhdir Çünkü bir müslüman parasını mesela bir Alman bankasına yatırsa (ki yatırması doğru değildir) onlar, parasını çalıştırıp bol bol kazanacaklar, para sahibi faizini almadığı takdirde cebine hiç bir şey girmeyecek, üstelik de gayr-i müslimlerin istihzalarına ma'ruz kalacaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DARÜ'L-İSLAM VE DARÜ'L-HARB NE DEMEKTİR? Yüce İslam dinine göre yer küresi ikiye ayrılır:

1- Darü'l-İslam,
2- Darü'l-harb veya Darü'l-küfr

Darü'l-İslam; müslümanların feth ettikleri veya ahalisi kendi isteğiyle müslüman olmuş olan yerdir Darü'l-harb ise İslam hakimiyyeti altına girmeyen yerdir
Darü'l-İslam'ın darü'l harba dönüp dönmeyeceği hususunda ihtilaf vardır Şaffi mezhebine göre İslam hakimiyyeti altına bir defa giren bir ülke artık hiç bir surette darü'l-harb olamaz Ebedi olarak İslam diyarı kalır(tuhfetü'l-Muhtaç)Buna göre daha önce Endhülüs, Filistin, Rusya'nın bir kısmı ve Çin gibi müslümanların eline geçmiş ve bugün istilaya uğramış olan müslüman toprakları İslam toprağı sayılır Müslümanlar bunları geri almak için çalışmadıklarından dolayı Allah'ın indinde sorumludurlar
Hanefi mezhebine göre ise darü'l-İslam, darü'l-harbe dönüşebilir Şöyle ki: Ebu Yusuf ile Muhammed'e göre, bir İslam ülkesi içinde İslam ahkamı tatbik edilmezse darü'l-harbe döner İmam-ı A'zam'a göre ise bir İslam ülkesinin darü'l-harbe dönüşebilmesi için üç şartın bir arada bulunması gerekir Bu şartlar şunlardır:

1- Darü'l-harb ile bitişik olması,
2- İçinde İslam ahkamının tatbik edilmemesi,
3- Ahalisinin emniyet ve güvenliklerinin kalmamasıdır (Bedayı' al-Senayı)

Daha önce darü'l-İslam olan bir ülke şayet darü'l-harb ile bitişik olmazsa veya orada İslam ahkamı tatbik edilirse ya da ahalının emniyeti varsa darü'l-İslam olarak devam eder
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂRU'L-İSLÂM'IN DÂRU'L-HARB'E DÖNÜŞMESİ

İslâm devletinin ayakta durabilmesi ve gerçek "İslâmî devlet" olma özelliğini taşıyabilmesi için, belirli bir toprağının, ona bağlı halkının ve siyasî iktidarının olması gerekir Bu üç özellikten biri olmadığı takdirde İslâmî devlet olma özelliğini kaybeder Belli bir toprağı ve sınırları belirlenmiş bir ülkesi olmadıkça İslâm devleti adını alamaz Devletin, İslâm'ın devlet şeklini kabul eden sakinleri olmalı ve sakinlerin siyasî otoriteyi tanımaları, devletin de sakinlerini iç ve dış düşmanlarına karşı koruma imkânı bulunmalıdır İslâm hukukuna göre bir ülkenin İslâmî ülke olmaktan çıkması, ancak ülke topraklarının bir parçasının düşman işgaline uğraması; İslâm devletinin tümünün veya bir bölgesinin irtidat etmesi veya zımmîlerin, bulundukları bölgede isyan edip İslam devletinin otoritesini kabul etmemeleriyle olur (Bilmen, age, III, 370; Özel, 96-97)
Bu gibi durumlarda İslam devletinin siyasî iktidarının sona erip yerine Allah'ın otoritesini tanımayan kimselerin hakimiyeti ellerine geçirmesi ve tâğutî hükümlerle hükmetmesiyle ülke, dâru'l-harb'e dönüşür Küfür ahkâmının yürürlükte olması, bunun açık ve yaygın olması müslüman kadılarının hiçbir fonksiyon icra etmemeleriyle orası dâru'l-harp olur Bu görüşü ileri süren İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre; İslâmî hükümlerin uygulandığı bölgeye ihtilâfsızca dâru'l-İslâm dendiğine göre, küfür hükümlerinin uygulanıp İslâmî hükümlere son verildiği bölgeye de darü'l-harp adı verilmelidir ve bunun dışında bir şarta gerek yoktur İmam Ahmed b Hanbel ve İmam Mâlik de bu konuda aynı görüştedirler (Özel, age, 9 vd) Gerçekten nitelik açısından bu iki ülke arasını ayıran ve her birine ayrı özellik ve isim veren ölçüler, yönetim ve hükümet şeklidir Bir ülkenin, İslâmî veya gayr-i İslâmî oluşunun tek delili orada İslâm'ın mı yoksa küfrün mü otoriteşinin sözkonusu olduğudur
İslâm hukukçularının bazıları ise; "ülke, İslâmî hükümlerin uygulanmasıyla dâru'l-İslâm olduğuna göre, orada İslâmî ahkâm ve eserlerden bir şeyler olduğu müddetçe orası dâru'l-İslâm'dır Hattâ müslümanlar dâru'l-İslâm'daki siyâsî otoritelerini kaybetseler bile İslam ahkâmından bir eser kaldığı müddetçe orası dâru'l-harb'e dönüşmez" kanaatini savunmuşlardır Ancak daha evvel dâru'l-İslâm olup da sonraları isyan veya irtidat etmekle İslâm'dan uzaklaşırsa ve bu bölge dâru'l-harb'e bitişik olursa orası dâru'l-İslâm olmaktan çıkıp dâru'l harb olur
Ebû Hanife'nin diğer bir görüşüne göre de, bir ülkenin İslâm veya küfür ülkesi olması bizzat İslâm veya küfrün kendisinin hakim olmasıyla ilgili değildir Burada, "emniyet" ve "korku" sözkonusudur Eğer bir yerde mutlak anlamıyla müslümanlar güven içinde, kafirler de korku içinde iseler orası dâru'l-İslâm'dır Ama durum bunun tersine ise, yani müslümanlar inanç ve ibadetlerini Allah'ın emrettiği şekilde icra etmekten korkuyorlarsa orası dâru'l-harb'tir Aynı şekilde, bu emniyet o bölgenin dâru'l harb'e bitişik olmasıyla ortadan kalkar ve o bölgede müslüman kimseler yaşasa bile orası dâru'l-harb'tir
Şafiî fakihlere göre ise, bir ülke müslümanların eline geçer ve orası kısa bir müddet de olsa müslümanların otoritesi altına girerse, orası artık ebediyyen müslümanlarındır ve sonuna kadar dâru'l-İslâm kalacaktır Bu ictihâdî görüşle Şafiîler, meseleye ayrı bir noktadan bakmaktadırlar Müslümanların olan yerler, düşman tarafından işgal edilse bile, orasının yine dâru'l-İslâm olduğu ve buraların tekrar küfür otoritesinden kurtarılmaları gerektiği ileri sürülür Ayrıca kâfir düşman kuvvetlerinin müslümanların mallarını ve ülkesini işgal ettiklerinden dolayı aralarında harp ortamı doğmuş demektir Dâru'l-İslâm'ı tekrar geri almak ve düşman istilasından kurtarmak için onlarla savaşmak vacip olmuş oluyor Bu görüş, cihat anlayışını sürekli ve zinde tutmaktadır
Şafiîlerin dışında kalanların görüşleri, müslümanların otoritesinin olmadığı yere dâru'l-İslâm denmeyeceği anlayışını; Şafiîlerin görüşü ise, İslâm ülkesini istilâ eden küfür kuvvetleriyle savaşmanın bilincini müslümanlara kazandırmaktadır
Dâru'l-İslâm'ın dâru'l-harb'e dönüşmesi ile bu bölge, İslâm devletinin otoritesinden çıkmış ve kâfir bir yönetimin altına girmiş demektir Düşman istilasına uğramış bir bölgeyi kurtarmak için yapılacak bir savaşta, normal şartlarda İslâm harp hukuku uygulanır Şayet bu bölge düşman istilasına değil de bir iç ayaklanma ile mürtedlerin istilasına uğramışsa; fukaha arasında statüsünde ufak tefek değişikliklerin olması sözkonusu edilmişse de netice itibariyle orası dâru'l harb'tir Çünkü orada İslâm hükümleri değil de, küfür hükümleri uygulanmakta ve İslâmî hükümlere hayat hakkı tanınmamaktadır Dâru'r-ridde* ile savaşılıp orası tekrar ele geçirildiğinde İslâm'a dönenler özgürdürler Dönmeyenler esir alınamaz, hemen öldürülür Malları yeni fethedilen dâru'l-harb gibi işlem görür; Humus'*u, Beytü'l-Mal'*e aktarılıp geri kalanı muhariplere dağıtılır Daru'r-ridde ile asla sulh yapılmaz, savaş yapılır Ancak daru'l-harb ehli ile sulh yapılabilir (Mâverdî, Ahkâmü's-Sultaniyye, Çev: Ali Şafak, İstanbul 1976, 63 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DAYI, TEYZE, AMCAOĞLU GİBİ AKRABAMIZLA AİLECEK OTURABİLİR MİYİZ? Kadınların süslerini, dolayısıyla süs yerlerini, yani; el, kol, yüz, kulak, saç, boyun ve bacaklarını kime gösterip kime gösteremeyecekleri Kur'ân'ı Kerim Nûr Suresi 31 ayetinde açıklanmıştır Buna göre kadın, sayılan yerleri açıkken dahi ayette adı geçen erkeklerin yanında oturabilir, konuşabilir Mezkûr ayette amca ve dayının sayılmaması dikkat çekicidir Halbuki onların da mahrem oluşu Nisa Suresi 23 ayette zikredilmektedir Diğer yönden kadının zinet yerlerini sayılan kimselere, mahrem (nikahı kendisine ebediyyen haram) oldukları için gösterebildiği de bir gerçektir Öyleyse amca ve dayı da mahremdir ve öyleyse onlara da gösterebildiği de bir gerçektir Cumhurun görüşü budur(Kurtubî, XN/233) Ama yine de bu ayette sayılmamaları anlamlı olmalıdır Müfessirler bunu irdelemiş ve çeşitli şeyler söylemişlerdir Bu konuda en makul olan izah şudur: Ayette sayılan erkeklere kadının zinet yerleririni göstermesi caiz olmakla beraber, bu konuda hepsi eşit değildir Bu yüzden en önce kocası zikredilmiştir ki, ona her yerini gösterebilir Ondan sonra kadınlarının kendi babaları, sonra da kocalarının babaları sayılır ki, bunların ikisi arasında da fark vardır Çünkü insanın fıtratı akraba ve hısım olarak kendine en yakın olana en az cinsel ilgi duyacak şekilde ayarlanmıştır Bu izaha göre amca ve dayı "mahrem" olmakla beraber, sanki mahremlik hududunun sonunda yer almakta ve kadının onların yanında bir derece daha dikkatli olması istenmektedir Buna: "Amca, baba makamında sayıldığından"(Aclûni, Kesfu'1-Hafâda "Amca, babadır (vâlid)" hadisini Sahid b Mansûr'un mürsel olarak zikrettiğini söyler meşhur olan "Amca pederdir (eb)" hadisidir, der N/90 (1770); Yakın anlamda hadisler için bk Müslim, Zekat N; Tirmizî, Menâkib 28; 28; Kurtubî, agy), dayı da amca gibi olduğundan zikredilmelerine gerek kalmamıştır Binanaleyh, zinetini gösterme konusunda babadan farkları yoktur, diye de cevap verilebilir Ama Tabiîn Müfessirlerinden Sa'bî ve Ikrime'nin amca ve dayıyı mahrem saymamaları da birinci görüşü destekler Onlara göre amca ve dayı ayette zikredilmemiştir, çünkü onlar kendi oğulları mesabesindedirler(Kurtubî, agy) Bunu böylece tesbit ettikten sonra bilinmelidir ki, müslümanlardan istenen şey kadınlarının zinetlerini bu ayette sayılanların dışındakilere göstermemeleridir Şimdi sorunuza dönersek; amcaoğlu kadın için mahrem sayılmadığından zinetlerini onun yanında açamayacağı anlaşılır Ama zinetlerini, dolayısı ile zinet yerlerini, ayet ve hadislerin istediği ölçüler içerisinde ve özellikle de el-Ahzâb 59 (cilbâb ayeti) gereği kapadıktan sonra, kadınların, erkeklerin yanında, halvet de değillerse, oturamayacaklarını söyleyen bir nas yoktur Ama bu yine de kötü duygulara sebep olmuyorsa kaydına bağlanmış, heryönüyle cazip ve latîf bir varlık olan kadında, koku, teberrüc (süs) vBulletin bulunmaması şartıyla caiz görülmüştür Bunların yanında ayetle tesbit edilen çok önemli bir nokta da, kadının sesiyle dahi dikkat çekecek tavır almasının, nazu-nesve ile, kadınsı kadınsı, kırıla-döküle konuşmasının dahi mahremi olmayanlar yanında haram olmasıdır Çünkü böyle bir ses hasta kalpleri tahrik edebilir (el-Ahzâb 32) Bütün bunlara riayet edildikten sonra kadının, yanında yakınları varken, yabancılarla aynı sofrada yemek dahi yiyebileceğine fetva verilmiştir Ancak buna gerek olup olmadığı ayrı bir konu olduğu gibi, takvaya uygun olan da elbette, tabiîliği aşmayan "haremlik—selamlık" uygulamasıdır, denebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DEDİ-KODU Gıybet diye bilinen kötü huyun Türkçe'deki karşılığıdır Bir insanın bazı kusurlarını ele alarak kötülemektir Bir adamın arkasından işittiği zaman hoşlanmayacağı şeyleri söylemektir Bu haram bir davranış olup ahlâk dışı bir harekettir
Dedi-kodu, başkalarında kusur arama alışkanlığının sonucudur Bazıları kendi kusurlarını görüp düzeltecekleri yerde, başkalarının eksiklerini araştırıp etrafa yaymaya çalışırlar Bu davranışın kötülüğünden söz edilince, yalan söylemediklerini ifade ederek kendilerini savunurlar Aslında gıybet eden, yalancı değildir Zaten yalan söyleseydi, yaptığı iş, dedi-kodu değil, iftira olurdu (el-Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, Mısır 1962, V, 157)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DEF ÇALMAK

Def; kadınların düğün ve bayram gibi sevinç günlerinde, toplu bulundukları sırada çaldıkları, yuvarlak kasnağa gerilmiş deriden ibaret bir eğlence âletidir
İslâm'ın evrensel mesajı, insan hayatının bütün devrelerini kapsar Doğum öncesi, çocukluk, gençlik, evlenme, aile yuvası içinde sevinçli veya üzüntülü bütün yaşama devreleri hakkında İslâm'ın öğretimi vardır Üzüntülü ve kara günlerde kadere teslimiyetle teselli olan müslüman, sevinç günlerinde de bunun tezâhürü olan nezih eğlentiye meyillidir İnsan hayatında sevincin sembolü olan iki vakit önemlidir: Evlenme merasimi ve bayramlar Sahabe devrinde de bu iki sevinç zamanında önceki alışkanlıkların görüntüsü olarak def çalınması üzerine, konuyla ilgili hadîsler vârid olmuştur:
"Nikâhı ilân edin Onu mescidlerde kıyın ve onun üzerine defler çalınız" (Tirmizî, Nikah, 6)
Hz Âişe, Es'ad b Zürâre (ö 1/622)'nin yetim kalmış kızı Fâriga'yı himayesine alıp büyütmüştü Büyüdüğünde onu Ensar'dan Nebît b Câbir ile evlendirdi Gelini, koca evine götürenler arasında bulunan Hz Âişe şöyle der: "Döndüğümüzde Rasûlullah (sas) bize şöyle dedi: Ya Âişe damad* evine gidince neler konuştunuz? Âişe dedi: Selam verdik ve evliliğin hayırlı olmasını diledik Allah Rasûlü buyurdu: Ya Âişe, sizin çalgınız yok mu? Ensar, çalgıdan cidden hoşlanır" Başka bir rivâyette:
"Def çalacak, şarkı söyleyecek bir câriye gönderdiniz mi?" buyurdu Hz Âişe, "Ey Allah'ın Rasûlü o ne söyleyecek?" dedi Hz Peygamber: "Size geldik, size geldik Bize selâm verin, biz de size selam verelim " desin " buyurdu (et-Tâc, II, 275)
Rubeyye binti Muavviz'den şöyle dediği nakledilmiştir: Düğünümüz olduğu sabah, Hz Peygamber (sas) evimize teşrif etmişti O sırada küçük kız çocukları deflerini çalıyorlar ve Bedir harbinde şehit düşen atalarımızı dile getiriyorlardı Onlardan biri,
"Aramızda yarını bilen Peygamber vardır, susalım" deyince, Allah Rasûlü, ona şöyle buyurdu: "Bu gibi sözler söyleme Daha önce söylediklerine devam et" (Tirmizi, Şerhi Tuhfetü'l-Ahvezî, Kahire 1967, IV, 211-212)
Başka bir hadiste, "Helâl ile haramın arasını def ve ses ayırır" (Tirmizî, Nikâh, 6; Nesâi, Nikâh, 72; İbn Mâce, Nikâh, 20: Ahmed b Hanbel, III, 418) buyurulur
Diğer yandan bayram günü şarkı söyleyen câriyelere Hz Peygamber (sas)'le birlikte bulunan Hz Ebû Bekir (ra)'in: Mescid-i Nebevî'de mızrak oyunu oynayan Habeşlilere de Hz Ömer'in engel olmaya kalkışması üzerine, Hz Peygamber (sas) buna gerek olmadığını bildirmiş ve kendisi de mesciddeki Habeşlileri seyretmiştir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, III, 203, 204) Kız çocuklarının defle şarkı söylemesi Kurban Bayramı günlerinde olmuş ve Allah Rasûlü, Ebu Bekir'e: "Ey Ebû Bekir, her kavmin bayramı vardır Bu da bizim bayramımızdır Onları bırak" demiştir (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, III, 151-157)
Yukarıda zikredilen hadisler ve benzerleri, müslümanların sevinç günlerini, bazı meşrû müzik aletleri ve müstehcen olmayan türkü ve şarkılarla kutlayabileceklerini gösterir Ancak bu, nefsi tahrik eden ve beraberinde içki gibi meşru olmayan şeyleri getiren bir tarzda olmamalıdır Ayrıca, çalınacak defler, zilsiz olmalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BİR KİMSE EVİNİ MESELA BİR MİLYON LİRAYA SATAR VE PARASINI ALMADAN ÖNCE YÜZDE YİRMİ NİSBETİNDE PARADA DEVELÜASYON OLURSA BU ALIŞVERİŞİN DURUMU NASIL OLUR? Bir ülkede altın ve gümüş değil, kağıt veya tunç para tedavülde bulunursa onunla alışveriş yapmak tabidir Fakat soruda zikredilen durum vaki olursa yani birisi mesela evini bir milyon liraya satar ve parasını almadan evvel yüzde yirmi nisbetinde develüasyon olursa İmam-ı A''am'' göre her ne kadar bedel değer kaybedip, bir milyon, sekizyüzbin hükmüne iniyorsa da alışveriş sahihtir ve satıcı bir milyondan başka bir şey de hak etmez Şafii mezhebi de böyledir (al-Havi) Ebu Yusuf'a göre ise, alışveriş vaki olduğu günde bir milyon liranın değeri ne ise evi satan da o kadar hak eder, müfta bih bu kavldir (Resail İbn Abidin) Ama misalimizde para yürürlükten kaldırırlırsa İmam-ı A'zam'a göre alışveriş batıl olur İmameyn'e göre batıl olmaz Ama Ebu Yusuf'e göre alış-veriş vaki olduğu gündeki kıymetine ise onu hak eder Muhammed' göre, yürürlükten kaldırdığı günün son anında değeri ne ise onu hak eder (İbn Abidin)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DEYYÛS" NEYE DENİR ? Deyyûs Arapça bir kelime olup, karısının ve yakınlarının namuslarına halel getirecek davranışlarına karşı gayret (kıskanma) duymayan, onların irzlarm sakınmayan kimse demektir Bu kelimenin Süryânice'den Arapçaya geçtiği de söylenmiştir(Ibnü'I-Esîr, en Nihâye N/47) Türk Dil Kurumunun sözlügünde; "Karısının veya kendisine çok yakın bir kadının iffetsizliğine gözyuman kimse" anlamında sövgü sözü, diye tanımlanır Devellioğlu; karısının namussuzluğuna gözyuman ve katlanan kimse, kurumsak, diye anlatır Kâmus'a göre: "Bî-gayret'u namus, kaltaban ve kurumsağa denûr"Lisânül'arap'ta; kelimenin aslının yumuşatma, zelil kılma anlamına geldiği söylendikten sonra "deyyûs"un terim olarak, kendi ehli (karısı ve yakınları) için "kavvâd"lik yapan, yani başkalarının onlarla buluşmasına aracılik eden ve ehlini kıskanmayan kimse olduğu anlatılır: "Deyyûs" ve "deybûs" gözü önünde başka erkeklerin mahremlerinin yanına girdiği kimsedir Bu tavırla o, sanki nefsine bunu yumuşatmış, ikna etmiş ve onu zelil kılmış demektir Yani kelimenin aslıyla irtibatı budur(Ibn Manzûr, Lisânü'1-Arap, "De-ye-se" md) Ne bu kelime, ne de bundan türetilmiş başka bir kelime Kur'ân-ı Kerimde geçmez Hadîslerde ise pek az rastlanır Nesâî ve Ahmed'de geçen bir hadîste şöyle buyrulur: "Üç kimse vardır ki, Kıyâmet günü Allah onların tarafına bakmaz; Anne-Babasına âsî olan çocuk, erkeğe benzemeye çalışan kadın ve deyyûs"(Nesâi, zekât 69; Ahmed N/134) Ibnü'1-Esîr de yukarıda verdiğimiz kaynakta: "Cennet deyyûsa haram kılınmıştır" anlamında bir hadîs nakleder: Aynı hadîs Lisânü'1 Arab'in yine işaret edilen maddesinde de vardır Bu tariflerden sonra "deyyûs" kelimesinin "kavvâd" ile es anlamlı olarak, çok ağır bir manaya gelen büyük bir hakaret sözü olduğu, ehlini bizzat namussuzluga iten veya gitmelerine göz yuman anlamı taşıdığı anlaşılmış oldu Binaenaleyh, karısını, kızınıkapatmayan, eğer bunu bizzat isteyerek yapıyorsa, günah işliyor olmakla beraber, deyyûs değildir Bu ayrı bir günahtır, deyyûsluk ise ayrı bir şeydir Karısını, kızınıaçmakla beraber, deyyûsluk yapmayan birisine deyûs ya da kavvâd diyen, Islâm ceza hukukuna göre ta'zir cezasıyla, belki de "hadd-i kazıf" ile cezalandırilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DİLENCİYE PARA VERME: Öncelikle dilenme ‚Islâm nazarında çok kötü bir kazanç yoludur Rasûlüllah Efendimiz (sav): "Kişi ister, ister nihayet kıyamet gününe yüzünde bir parçacık et yokken gelir", "Ihtiyacı yokken dilenen, ateş topluyor demektir"(E1-Hindî, VI/495; Ibn Hacer, Bulug'1-Meram, (Serhi) N/144) buyururlar Kur'ân-ı Kerim; iffetlerinden ötürü ihtiyaçsız sanılan, insanlardan israrla istemeyen fukarayı över ve verilecek olanların onlar olduğunu bildirir (K Bakara (2) 273) Dilenmenin kötülügü konusunda ayrıca çok ve açık hadisler mevcuttur (bk el-Hindî, agk)
Ancak bazı Kur'ân ayetlerine, Rasûlüllah (sav)'in fiiline ve sözlerine baktığımızda dilenene verilmemesini ve onun reddedilmesini değil, aksinin olması gerektiğini görürüz: Kur'ân'da iyıliğe (birre) ulaşma yolları sayılırken, akraba, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlarla beraber dilenenlere de malı gönül hoşnutlugu ile vermekten söz edilir (K Bakara (2) 177) Aynı ayette arkasından zekât da zikredildiğine göre, onlara verilen zekâtın dışında bir verme olacaktır Ayrıca iki ayette daha takva ehli ve cennet ikramına lâyık insanların özellikleri sayılırken "onlar ki, mallarında dilencinin ve mahrumun bir hakkıvardır" ifadesi kullanılır (bk K Zâriyât, (51) 19; Me'câric, (70) 25) Demek ki, hakikaten mahrum olana da, mahrum olup olmadığı bilinmeyen dilenciye de vermek gerekir
Ayrıca Kur'ân'da: "Isteyeni (dilenciyi) de azarlama" diye bir ayet daha vardır (K Duhâ 10) Gerçi bunu "dilenen" değil de "soran", yani dini öğrenmek için soru soran şeklinde anlayanlar da olmuştur (bk Kurtubî XX/101)
Ama ilk akla gelen mânâ dilenendir ve bunda diğer mânâ bulunsa dahi dilenci mânâsını da içermediğine dair hiçbir işaret yoktur
Rasûlüllah Efendimiz fiili hayatı boyunca kendisinden kibarca isteyenlere verdiği gibi, kabaca isteyenleri de boş çevirmemiş ve "bunlar ya çirkin sözlerle benden mal istemek ya da beni cimri göstermek arasında beni muhayyer bıraktılar Ben cimri değilim" buyurarak onlara da vermiştir(bk Müslim, Zekât,127 (Davudoğlu V/479 vd)),
Efendimizin sözlerinden anlaşılan da budur: "Sizden biriniz (kendisinden) dileneni boş çevirmesin ve istediğinde vermemezlik etmesin, hatta kolunda iki altın bilezik görse dahi"(Kurtubî, XX/101), "Eğer miskin (dilenciler) yalan söylemiyor olsalardı, onları boş çeviren iflah olmazdı"(E1-Hindî, VI/362) "Dilenciyi az (da olsa) bir şeyle ya da güzellikle geri çevirin Çünkü insan ve cin olmayan (melek) size uğrayıp Allah (cc)'in bahşettiği nimetler konusunda nasıl davrandığınıza bakıyor olabilirler"(Kurtubi, agek; Benzer hadis için bk el-Hindî, VI/390 (5) E1-Hindî, VI/363) "Kimden Allah (cc) için diye istenir de verirse ona yetmiş hasene yazılır"(5) "Allah (cc) için, deyip dilenen mel'undur, Allah (cc) için diyerek dileneni boş çeviren de melundur, yeterki bir kötülük istemiş olmasın", "Allah (cc) için diye, sadece cennet istenir"(E1-Hindî, VI/502-503) Bu hadislerin sihhat derecelerini tek tek araştırmış değiliz Ancak çok ve aynı anlamda oluşları aksi yönde de bir hadisin bulunmayışı dilencilere de vermenin uygun olduğunu gösterir
Ibrahim b Edhem: "Dilenciler ne iyi adamlardır; ahirete bizim için azık taşıyorlar" demiş Ibrahim en-Nehâi de: "Dilenci ahiretin postacısıdır Kapınıza kadar gelir ve yakınlarınıza bir şey göndermek istiyor musunuz? diye sorar" dermiş (Kurtubî, XX/101)
6 Ancak kişi yollarda oturup herkese el uzatanlara birşey vermek zorunda değildir Bizzat kendisinden dilenen olur ve "Allah (cc) için, Allah (cc) rızası için" diye dilenirse ona az da olsa mutlaka bir şey vermeli ve öyle diyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona uygun bir dille anlatmalıdır Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi -Allah'u a'lem- daha uygun olur Çünkü böylece bir bidatin önüne geçmiş olur Ihtiyacı olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de -bizzat kendisinden istemedikçe- vermemesi daha uygundur Ama her halûkârda dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir Dilenciye hem verip, hem de onu inciten bir davranışta bulunmaktansa güzel bir sözle onu savmak da Allah (cc) emridir(bk K Bakara (2) 263)
 
Üst Alt