Hz. Muhammed (sav ) Davete bireysel hazırlık

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Davete  bireysel hazırlık
Davete bireysel hazırlık
DAVETE BİREYSEL HAZIRLIK

Ey örtüsüne bürünen! Az bir kısmı hariç olmak üzere geceleyin kalk. Gecenin yarısında kalk; yarısından biraz eksilt veya bunu biraz artır ve ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz indireceğiz. Gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır. Gündüz senin için uzun bir meşguliyet olacak. Rabb’inin adını an ve bütün gönlünle O’na yönel. O, doğunun ve batının Rabb’idir. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde yalnız onu vekil tut. Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl. [115]

Resulullah, Alâk sûresinin ilk ayetîeriyle peygamber olarak seçildiğini, Müddessir sûresinin ilk ayetîeriyle de ilâhî görevi dahilinde neler yapması, nasıl davranması gerektiğini öğrenmişti. Müddessir sûresinin söz konusu ayetlerinden kısa bir süre sonra Müzzemmil sûresinin ilk ayetleri vahyolundu. Resulüllah, bu ayetlerde, ilâhî görevini başarılı şekilde yürütmesini sağlayacak bireysel ve ruhsal hazırlık yapmaya çağrıldı. Ayrıca, Müddessir sûresinin ilk ayetîeriyle verilen talimatların gereklerini yerine getirirken karşılaşacağı sıkıntı ve zorlukları aşabilmesinin yöntemini öğrendi. Müzzemmil sûresinin ilk ayetinde Resulüllah’a ‘Ey örtüsüne bürüneni’ diye hitap edildi. Hitabı teşkil eden ‘müzzemmil’in yaygın anlamı ‘örtüsüne bürünüp, oturan’ demektir. Ayetteki ‘örtünüp oturmdk\ Türkçe’deki ‘Eve kapanmak’, ‘Dünya ile Pişiği kesmek’, ‘İşlerden elî-etegi çekmek deyimlerinin çağrıştırdığı anlamlarla büyük oranda benzerlik taşımaktadır. Bu örtünüp-oturma davranışı, birisinden gizlenmek, kaçmak, düşüncelere dalmak, rahata meyletmek gibi çok farklı nedenlerden dolayı gerçekleşebilir.

Ayetteki bu hitapla, insanlardan uzak durmayı, evine kapanıp derin düşüncelere dalmayı tercih edip, görevinin gereklerini yerine getirmekte ağır davranan Resulüllah’ın mevcut durumunu gözden geçirmesi ve durumunu değiştirmesi emrediliyordu, ilâhî emir gereği Resulüllah ‘korku/endişe elblsesine’ bürünmekten vazgeçmeliydi. Zira, Müddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunuşunu takiben insanlara bildireceği şeylerin sert tepkilere neden olacağını düşünmüş, bu da korkmasına/endişelenmesine neden olmuştu. Şu sözleri, o günlerdeki durumunu açıklaması açısından önemlidir: ‘Rabb’imden bana peygamberlik geldi. Bunun sebebiyle sıkıntıya maruz kaldım. Bana, insanların beni yalanlayacakları bildirildi. ‘Sen bildiğini yapacaksın, onlar da sana bildiklerini yapacaklar’ denildi.[116] Müzzemmil ile verilen emir gereği artık evine, düşüncelere kapanmaktan vazgeçmeli ve yanlış inançları, cehaletin şekillendirdiği hayat tarzları nedeniyle şaşkın, sefaletler içerisinde bocalayan insanları, vahyolunan mutlak doğrularla uyarıp bilgilendirmeliydi.

Ayrıca, ‘Ey örtüsüne bürüneni’ hitabının risâlet sürecini anlamaya katkı sağlayacak özel bir anlamı vardır. Geleneğe göre, bir Arap, birisine sitem etmeden, korkutmadan hitap edip, bu hitabıyla da o kişiden bir şey yapmasını isterse, o kişiye içinde bulunduğu duruma ve ortama göre hitap ederdi. Bunun örneğini Resulüllah’ın, yeğeni ve damadı Hz. Ali’ye hitabında görmek mümkündür. Ali, bir gün eşi Fâtıma ile tartıştıktan sonra evden ayrılarak gitmiş ve bir köşede toprağın üzerine yatıp uyumuştu. Durumdan haberdar olan Resulüllah, Ali’nin yanına gelmiş ve onu üstü başı toprak içinde görünce ‘Kalk ey toprağın babası (Ey üstü başı topraklı) [117] diye hitap etmişti. Resulüllah, bu hitabıyla, Fâtıma’yla olan tartışması nedeniyle Ali’ye kırgm olmadığını; sitem etmeyeceğini, kınamayacağını bildirmiş olmaktaydı. Bundan da anlaşıldığı üzere, Resulüllah’a ‘Ey Örtüsüne bürünen)’ diye hitap edilerek, yatağından, evinden, zihnini kurcalayan yersiz düşüncelerden, gereksiz şekilde kapıldığı sıkıntılardan uzaklaşıp, artık görevine fiilen başlaması gerektiği, bunun yanısıra korkusu ve işini ağırdan alması nedeniyle ilâhî katta kınanmadığı, durumunun anlayışla karşılandığı bildirilmiş oldu.

Az bir kısmı hariç olmak üzere geceleyin kalk. Gecenin yarısında kalk; yarısından biraz eksilt veya bunu biraz artır ve ağır ağır Kur’an oku. [118]

İlahî eğitim gereği, insanların uykuda oldukları bir zamanda Resulüllah uyanık olmalıydı. Uyanık kalınması gereken sürenin gecenin tam yarısı kadar olması zorunlu değildi; biraz eksik veya fazla olabilirdi. Süreyi kendisi ayarlamalıydı. Ancak, uyanık kalmak için gecenin yarısı kadar bir süreyi tercih etmesi uygun olacaktı. Çok az veya çok uzun bir süre uygun değildi. Uyanık kalmasının sebebi, Kur’an okumak içindi. Kur’an okuyarak nelere inanmak ve nasıl yaşamak gerektiğini öğreneceği gibi; insanlara neleri, nasıl ulaştıracağının yöntem ve tekniklerini de öğrenecekti. Zira, inancının, hayatının ve görevinin yegâne kaynağı Kur’an’dı. O halde her gün Kur’an’la irtibatlı olmalıydı. Fakat, Kur’an’ın ihtiyaçlara cevap verebilmesi, ancak onu doğru yöntemle okunmasıyla mümkün olabileçekti. Bunun en önemli şartı ise ‘tertîl’ üzere okumaktı. Yani, okunanı anlamak için, okuma işi yavaş yavaş, tane tane, düşüne düşüne, gerekli yerlerde durarak yapılmalıydı. Bu yapılmalıydı, çünkü okumaktan maksat sadece kelimeleri telaffuz etmek değildi. Anlamadan okumaktan hayır ummak hiç değildi. Amaç, okunan şey üzerinde düşünüp sözden manâya, manâdan gayeye ulaşmaktı. Kur’an’ın, inancın ve hayatın yegâne kaynağı olduğunu olanca açıklığıyla anlayıp, kavramaktı.

Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz vahyedeceğiz. [119] Verilen ilâhî emir gereği Resulüllah geceleri kalkıp Kur’an okumalı ve gece okuyup öğrendiği şeyleri gündüz hem tutum ve davranışlarına aktarmalı ve hem de insanları bu ilâhî bilgilerden haberdar etmeliydi. Ancak elbette ki bunlar kolaylıkla bir çırpıda yapılacak şeyler değildi. İnsanın hem kendisini eğitip geliştirmesi ve hem de diğer insanları bilgilendirip eğitmesi zor şeylerdir. İnsanla uğraşmak, insanı değiştirmek, eğitmek, yetiştirmek zor iştir. Bunlar bütün eğitimcilerin yakından bildiği özelliklerdir.

Ancak daha da önemlisi, Resulüllah insanları günlük hayatlarında herhangi bir konuda bilgilendirip eğitmeyecek; inançlarını ve hayat tarzlarım neredeyse tamamen değiştirmelerini gerektirecek bir sürecin lideri olacaktı. Bu ise zorlukları, sıkıntıları, baskı ve işkenceleri sürecin adeta ayrılmaz gereği kılacaktı. Zira ebedî hakikatler nedeniyle haksız menfaatlerinin sona ereceğini anlayanlar, özel ve haksız konumlarını terk etmek zorunda kalacaklarını fark edenler her türlü zorbalığa başvuracaklardı. Bu ve daha başka nedenlerle, yüce Allah risâletin ilk günlerinde elçisini uyardı; zorluklara hazırlıklı olmasını istedi. Bu uyarıyı ise Kur’an okumanın tekniğini bildirdiği ayetlerin arasında yaptı. Böylelikle zorlukların üstesinden gelmenin yöntemini de göstermiş oldu. Yöntem öncelikle zihnen ve ruhen güçlü olmakla ilgiliydi. Bunu gerçekleştirecek olan ise Kur’an’dı.

Gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır.

Kur’an’ı tam anlayabilmek için tertîl üzere okumak çok önemliydi. Okumanın olmazsa olmaz şartıydı. Fakat okunanı anlayabilmek ve anlaşılan şeyin hafızada kalmasını sağlamak için, okumanın gerçekleştiği zamanın ve şartların da uygun olmasına dikkat etmek gerekmekteydi. Okunanları doğru şekilde anlamanın ve hafızaya kaydetmenin en uygun zamanı ise geceydi. İnsanın dikkatini dağıtacak dış etkilerin olmaması, geceyi okunanı anlamada avantajlı kılıyordu. Üstelik gece okuması, psikolojik açıdan da çok önemliydi. Eğer bir kişi tatlı uykusunu bölüp, sıcak yatağım terk ederek bir iş için kalkıyorsa, bütün benliğiyle o işe motive olmuş demektir. Bir şeye motive olmak ise, o şeyin daha kolay anlaşılmasını ve öğrenilmesini sağlar. Tüm bunlar nedeniyle, bilgilenmek ve kişiliğini Kur’an’la inşa edebilmek için Resulûllah ve ilâhî görevindeki varisleri Kur’an okuma işini özellikle gece yapmalıdırlar. Gece okuması, Kur’an’dan azami yararlanmayı sağlayacaktır.[120]

Gündüz senin için uzun bir meşguliyet olacak. [121] Kur’an’ı anlayıp, öğrenmek için en uygun zaman geceydi. Ama bu, okuma işi gündüz yapılamaz anlamına gelmiyordu. Psikolojik açıdan şartlar gece kadar uygun olmasa dahi, Kur’an’ı okuyarak anlamını, hükmünü, amacını anlama işi gündüz de yapılabilirdi. Fakat, eğer gündüzler Allah’ın emir ve isteklerini anlayıp, öğrenmeye ayrılırsa, insanları hidayete sevk edecek tebliğ görevi ne zaman yapılacaktı? Halbuki, insanlara mutlak hakikâtleri bildirip, bu hakikatlerin gereklerini kabule ve uygulamaya davetin zamanı hemen her zaman gündüz vaktiydi. İnsanlarla ancak gündüzleri birlikte olacaktı. O halde, bilgilenme işini gece, bilgileri insanlara ulaştırma işini ise gündüz yapmalıydı. Gündüzün meşguliyetleri arasında bilgilenme işine zaman ayırmak hem çok zor, hem de öğrenmeyi yeterli düzeyde verimli kılmaktan uzaktı.

Rabb’inin adını an ve bütün gönlünle O’na yönel. O, doğunun ve batının Rabb’idir. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde yalnız O’nu vekil tut. [122]

Neredeyse tüm gece ve gündüzleri dolduracak kadar yoğun ve ağır çalışmaların son derece yorucu olacağı açıktır, kesindir. Allah’a teslimiyet ve sahip olunan ilâhî görev basit ve kolay bir şey değildir. ‘Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz vahyedeceğiz’ ayetiyle yüce Allah bu uyarıyı zaten yapmıştı. Bu durumda, insanın eüç depolayabilmesi, iradesini sağlam kılabilmesi, zorlukların üstesinden gelebilmesi bıkkınlık ve yılgınlık rüzgarına kapılmaması için azamî derecede dikkatli ve gayretli olması gerekmektedir. Bunları yaparken sadece Allah’a güvenmeli, O’na rağmen başka bir sığmak ve destekçi aramamalıdır. Her şeyi O’nun istediği şekilde yapmalı ve sonucunu O’na havale etmelidir, ilâhî görev dahilinde gerçekleşen yorgunluk ve sıkıntıların karşılığım sadece Allah’tan beklemelidir. Söz konusu yorgunluk ve sıkıntıları kolaylığa ve dinlenmişliğe çevirecek olan sadece Allah’dır. Bunları uygulamada gerçekleştirebilmek için ise, Allah’la olan irtibat hiç kesilmemeli, yüce görevin/kulluğun şuuruna varmış bir halde, her an Allah’ı anıp, sadece O’na bağlanıp, sadece O’na yönelinmelidir.

Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl. [123] Dolaylı bir şekilde bildirildi ki, sadece Allah’a teslim olmayı ve ilâhî görevin gereklerini yerine getirmeyi engelleyecek şeyler veya kişiler çıkacaktır. Birileri, kendi yanlış gidişatlarını devam ettirmek için, farklı bir gidişata sahip olanların bulunmasından ve onlar nedeniyle durumlarının deşifre olmasından rahatsız olacaklardır. Ayrıca, yanlışlıklarda menfaatleri olanlar herkesin kendileri gibi olması için çaba sarf ederler. Amaçlarına ulaşmak için her şeye başvurur, her yolu ve yöntemi meşru görürler. Resulûllah bu gibi kimselerle karşılaştığında, onların neden olduğu sıkıntı ve zorluklara sabretmelidir. Eğer sabretmezse görevini yerine getirmesi ve başarıya ulaşması mümkün değildir. Fakat yanlış durumlarda, ortamlarda bulunmaya çalışmak, yanlışlıkları ilke edinmiş kişilerle hakikati bildirme zamanının dışında bir arada olmak sabrı bozacaktır, gidişatı problemli hale getirecektir. Hakikatin elçisi söyleyeceğini söyleyip, bildireceğini bildirdikten sonra güzel bir ayrılışla bu tür kişilerden ayrılıp, uzaklaşmalı; onları aşağılık, rezil durumlarıyla baş başa bırakmalıdır. Ancak, bu ayrılış, o kişiler açısından tebliğ görevini terk etmek, hakikatleri bildirmekten kaçınmak anlamına gelecek bir ayrılış olmalıdır. Bu ayrılıştan maksat, onların aşağılık durumlarına muhatap olup, onlar gibi aşağı konuma düşmemek, saçma, anlamsız, kaba, kötü söz ve davranışlarına dahil olmamak içindir.

Kur’an risâlet sürecinin her aşamasında bildirdi ki, mümin hakkın temsilcisidir. Onun hakkm temsilcisi olması ise, hakkın düşmanlarını rahatsız eder. Bir mümin düşmanlarını iyi tanımalıdır. Bir müminin düşmanı, başta İblis ve onun çağrılarıma olumlu cevap verme eğiliminde olan kendi nefsidir. Mümin bunları aşmalıdır. Onlara meyil etmemeli, teslim olmamalıdır. Bir müminin başka düşmanları da vardır; onlar ise İblis’in temsilcisi olan insanlardır. Onların isimleri veya görünümleri toplumun veya zamanın değişimine bağlı olarak farklılaşabilir. Bazen Firavun, bazen Nemrut, bazen da Ebû Cehil, Ebû Leheb, Velid b. Muğire, As b. Vail…. vs isimler alabilirler. Ve bunlar her toplum ve her çağda değişik görünüm ve isimler altında muhakkak bulunurlar. Bunların temel özellikleri, yaratılış gayelerini unutarak yaratanlarına asi olmaları; heva ve heveslerine göre yaşamaları; Allah’tan başka rabbler, ilâhlar, melikler… edinmeleri; kendilerini her türlü sorumluluktan müstağni kabul etmeleridir. Onlar, mal, evlat (taraftar) ve bilgi gibi imkânlar nedeniyle kendilerini yeterli bulup, zorbalaşan, zalimleşen kişilerdir.[124] Onların zulme uğrayan, yoksul, güçsüz, çaresiz, mazlum insanların durumlarını düşünmek gibi bir kaygıları yoktur; zaten bu olumsuz durumların doğrudan veya dolaylı failleridirler. Kur’an, İblis’in adamlarını tanıtırken, müminlere yönelik doğrudan veya dolaylı mesajlar, emirler de vermiştir. Müminlerin, haksızlıkların, kötülüklerin, ahlâksızlıkların, zulümlerin faili olan bu şahıslara karşı tavırlarını net bir şekilde belirlemeleri gerektiğini; onların safında yer almaktan kaçınmaları, daha da önemlisi bazı gizli hesaplar nedeniyle onların yanında, safında görünmemeleri gerektiğini bildirmiştir.[125] Bu nedenledir ki, müminler müşriklerle bir arada olmaktan, onlarla aynı evlerde, eğlence ortamlarında, sohbet toplantılarında bulunmaktan özenle kaçındılar. Çünkü daha sonra vahyolunan birçok ayet hep bu ayrılığı emretti:
Zalimler topluluğu ile oturma. [126]
Zalimler topluluğunun içinde bulunma. [127]
Zalimlerden olma. [128]
De ki: ‘Ben sizin yaçtıklarınızdan ufağım’. [129]
Kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme. [130]
Dinlerini oyuncak ve eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak. [131]
Ancak müminlerin gerçekleştirmeleri zorunlu olan söz konusu ayrım elbette ki sadece mekânları veya binaları ayırmakla değil, daha çok ve özellikle tavır ve tutumlarla ilgilidir. Emredilen şey bir ahlâk farklılaşmasıdır. Zaten ahlâklar farklılaştığı için diğer ayrımlar gerçekleşmektedir. Yoksa mekân ayrılığı sırf ayrı durmak adına girişilmiş bir eylem değildir.
[115] Müzzemmil sûresi, 73:1-10
[116] Buharı, İlâhî Kelamın Savunulması, 99.
[117] Buharı, Salât 58, Edeb 113; Müslim, Fezailu’s Sahabe 38.
[118] Müzzemmil, 73:2-4
[119] Müzzemmil, 73:5
[120] Resulûllah ve risâletin o ilk günlerindeki diğer müminler, Müzzemmü sûresinin ilk ayetlerinde ifade edilen, gece kalkıp Kur’an okunması ile ilgili talimatı düzenli şekilde uyguladılar. Gecenin yarısını hatta daha fazlasını uyanık bir şekilde geçirerek bu talimatın gereğini yerine getirme konusunda oldukça titiz davrandılar. Ancak ağır ve zor bir görevin başında verilen ve görevin failini görevin zorluğuna, ağırlığına hazırlamaya yönelik bu talimatların gayesi gerçekleşip de Resulûllah ve yanındaki müminler dinlerinin gerektirdiği bir kişiliğe ve bilgiye sahip hale geldiklerinde, ilâhî talimatta değişiklik yapılarak, gecenin büyük bir kısmında uyanık kalıp, bu süre içerisinde ilâhî talimatları öğrenip, üzerlerinde düşünmek emri hafifletildi: ‘Rabb’m senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yansında veya üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü ölçüp, takdir eden sadece Allah’tır. O, bu durumunuzun sizi zorlayacağını biliyor, bu nedenle size rahmet gösterdi. O halde bundan böyle Kuf an’âan si^e kolay gelen miktarda okuyun. Allah, İçinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lütjunu arayan kimseler ve Allah yolunda ça-hşıp-çahalayacak (cihad edecek) daha başka insanlar olacağım bilmektedir. Bu nedenle Kur’an’dan kolayınıza geldiği kadarım okuyun, namazınızda sürekli ve dikkatli olun ve Allah için harcayarak (zekat/sadaka vererek) Allah’a güzel bir borç verin. Yaptığınız her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağış difeyin. Kuşkusu^ Allah bağışlayandır, esirgeyendir.’ (Müzzemmil, 73:20)
[121] Müzzemmü, 73:7
[122] Müzzemmü, 73:8,9
[123] Müzzemmil, 73:10
[124] Alak, 96:6,7; Müddesir, 74:12-17; Kalem, 68:14; Tebbet, 111:2; Leyi, 92:11,18; Hümeze, 104:2-3
[125] Müzzemmil, 73:10,11
[126] En’am, 6:68
[127] Mü’minun, 23:94
[128] En’am, 6:52
[129] Şuara, 26:216
[130] Kehf, 18:28
[131] En’am, 6:70
 
Üst Alt