G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
HATİM DUASI Evde, yalnız başına hatim bitiren birisi, hatim duası bilmiyorsa ne yapmalıdır?
Hanefi âlimlerine göre Kur'ân-ı Kerimi hatmettikten sonra, camide ya da başka bir yerde topluca dua etmek Rasûllulah Efendimizin ve ashabının uygulamadığı bir bid'attır (166 Bezzâziye VI/380; Hindiyye V/380; Hindiyye V/318) Ancak hatim yapanın kendi çoluk çocuğunu toplayıp, evinde onlarla beraber dua yapması müstehaptır, denmiştir (167 Hindiyye V/317) Çünkü Enes b Mâlik'in böyle yaptığı rivayeti vardır (168 Dârimi N/469; Ibn Kudâme, el-Mugnî I/803 Ayrıca "Kur'an-ı Kerîm hatmedildiğinde yapılan dua kabul olunur" (169 Dârimî N/470) rivayeti de olduğuna göre, bid'at olanın, dua etmek değil, topluca ve sesle dua etmek olduğu anlaşılır Hele hatim okuyanların adlarını okuyarak yapılan dualar, bid'at üstüne bid'at demek olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HATİM MESELELERİ Apartmanımızdaki kadınlar toplanıp mukabele okuyoruz Bazı meselelerimiz oluyor:
I - En güzel hatim nasıl olmalıdır?
2-Kadın adetli iken Kur'an'i dinleyebilir ve yüzünden takip edebilir mi?
3-"Ha'mim" ler tek seferde okunacak deniyor doğru mudur?
4-Hatim duası nasıl olmalıdır?
5-Kur'an'i dinleyen ya da her satırı yerine bir ihlas okuyan hatmetmiş olur mu?
Önce Kur'an'ı okumaktan maksadın onu anlamak ve yaşamak olduğunu söyleyelim Bu yüzden camide yapılan va'zı dinlemek, (manasını anlamadığı) Kur'an dinlemekten daha sevaptır denmiştir( F Hindiye V/317 ) Yine bu yüzden, manasını düşünme mümkün olamıyacağı için Kur'an'ı üç günden kısa sürede hatmetmek mekruhtur denmiştir( F Hindiye V/318) Çünkü Kur'an'ın kendi ifadesi ile o "hayatta olanları uyarmak için" indirilmiştir Okunması da, yaşanmasını sağlayacağı için ibâdettir: Yoksa başlı başına "Kur'an hatmetmek" diye bir ibadet yoktur Hatta Imam Mâlik: "Câmilerde Kur'ân'ın hatmedilmesi Rasûlullah'ın sünnetinde olan bir şey değildir"( Kurtubî XX/248 ) derken, sırf hatmetmiş olmak için hatmetmeyi kastetmiş olmalıdır Onun için en güzel hatim; herhalde Kur'an'ın anlamaya çalışarak okunduğu hatimdir Hepsini anlayamayan, imkanı kadar anlar Meselâ Ramazanda mukabele okuyan kadınlar-erkekler, hiç olmazsa her cüzden bir sayfanın mealini, sağlam bir mealden okuyarak manasını düşünebilir ve böylece Kur'an'ın ne olduğunu bir nebze anlayabilirler Kur'an'ı bir yılda bir kere hatmedebilen onu terketmiş olmaktan kurtulmuş olur Hafızların ise kırk günde bir hatmetmesi güzeldir (F Hindiye V/317)
Hatmin bitirilişinde "ihlâs suresi"ni üç defa okumanın hoş olmadığını söyleyen fıkıhçılar varsa da, çoğunluk bunun güzel olacağını, bunun okuma esnasında yapılan hatâlar için bir telâfi sayılacağını söylemişlerdirKur'an'ı Kerimi dinleyen dinlemiş olma sevabı, okuyan da okumuş olma sevabı alır Dinleyen okumuş olmaz Ancak gaye Kur'an'ı hatmetmek değil, düşünmek ve anlamak olduğu için, dinleyen okuyandan daha çok sevap alır Çünkü dinlerken daha iyi düşünülür Ama müslümanın Kur'an okumayı bilmesi de ayrı bir görevdir Yani, nasıl olsa dinlemek daha sevap, diye Kur'an okumayı öğrenmemek câiz olmaz
Durum böyle olunca her satır için bir "Ihlâs" okuyan da Kur'an'ın tamamını okumuş olmaz, satırları sayısınca "ihlâs" okumuş olur( F Hindiye V/317) Öyle yapacağına okuyanı dinlemesi ve bir yandan da okumayı öğrenmeye çalışması, Allahu a'lem, daha sevap olur
"Hâ-mîm"lerin tek seferde okunacağına dair hiçbirşey bi1miyoruz, olacağını da sanmıyoruz Muhtemelen bu, bid'atlara meraklı kadınların bir icadıdır Çünkü Kur'an deyince aklımıza hep onu anlamak ve yaşamak gelmelidir "Hâ'mîm"leri tek oturuşta okumanın ise bununla hiçbir ilişkisi yoktur
Âdetli kadın Kur'an'a bakabilir, dinleyebilir; dinlemelidir
Hatim duasına gelince: Bu da günümüzde bir takım bid'atlara konu olan bir meseledir Gerçi: "Kur'an-ı hatmedenin kabul edilecek bir duası vardır" anlamında iki hadis rivayet edilmiştir( Suyûtî, el-Câmi'us-sağîr) Ancak bunlar meşhur hadis kitaplarında bulunmadıktan başka, çok zayıf kabul edilen hadislerdir Bu yüzden Hanefilere göre hatim yapıldığında cemaatle dua yapmak mekruhtur; çünkü bu konuda Rasulullah'tan birşey nakledilmemiştir( Hindiye V/318) Hele duâdaokuyanların ve kendileri için okunanların isimlerini zikretmek riyâya sebep olacak çirkin bir bid'attır Maalesef câmilerde hocalar bu bid'atı çoğunlukla maddî gayelerle icra etmektedirler Onları bundan vazgeçirmek de zordur Onları iknaya uğraşmaktansa bilmeyenlere işin doğrusunu anlatmaya çalışmak daha iyidir Çünkü "alışmış kudurmuştan beterdir" Bundan olacak ki, "Ramazan'da hatimlerin bitiminde duâ yapmak mekruhtur; ama bununla fetva vermemek gerekir" denmiştir( agk)Bu hadislerle, zayıf da olsalar, fazîlet babında amel edilebilir, dense dahî onları, hatim yapanın tek başına, ya da en fazla çoluk çocuğu ile dua etmesi şeklinde anlamak mümkündür Enes b Mâlik'in hatim yaptığında eşini ve çocuklarını toplayıp duâ yapmış olması da bunu destekler Böyle olursa hatim duası müstehap olur, demişlerdirAraştırmamızın buraya kadar olan kısmını yazdıktan sonra konu hakkında başka kaynaklarda da şu rivâyetlere rastladım:
Ibn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den naklettiğine göre: "Rasûlullah Kur'an'ı hatmettiği zaman ayakta dua ederlerdi" Beyhakî'nin "Su'abü'1-Îmân"da kaydettiğine göre Rasulullah (sas):"Kim Kur'an'ı okur da Rabbine hamdeder, O'nun Rasûlüne salât eder ve Rabbinden mağfiret dilerse, karşılığında hayrı talep etmiş olur" buyurmuştur Beyhâki'nin yine aynı yerde Ebu Ca'fer'den naklettiğine göre Ali b Hüseyin Rasûlullah'ın Kur'an'ı hatmettiğinde, ayakta olarak O'na yanaşır hamdle hamdettiğini ve dua ettiğini söylemiştir Ibn Durays'in nakline göre Abdullah b Mes'ûd: "Kur'an'ı hatmedenin kabul olacak bir duası vardır" demiştir( Buraya kadar olan rivâyetler için bk Suyûtî, ed-Dürru'1-mensûr VNI/698-99) Demek ki bu söz hadis değil, Ibn Mes'ud'un sözüdür Abde b Lübâbe ve Mücâhid: "Kur'an hatmedildiğinde yapılan duanın makbûl olduğu söylenirdi" demişlerdir( Suyûtî, et-Tibyân fi-âdâb-i hameleti'1-Kur'an 126; Dârîmî, Sünen N/470; Nevevî el-Ezkâr'da, Hakem b Uteybe'den sahih senetlerle rivayet edildiğini söyler

2) Ibrahim (en-Nehaî) demiştir ki: "Kişi Kur'an'ı gündüz okursa, melekler ona akşama kadar salât ederler, gece okursa sabaha kadar salât ederler" Süleyman el-A'mes: "İşte bu yüzden arkadaşlanmızın gecenin ve gündüzün başında hatmetmek istediklerini gördüm" demiştir( Dârimî N/469; Benzer sözler başkalarından da rivayet edilmiştir (Nevevi, el-Ezkâr 87) Mâlîk b Dînâr'ın: "Kur'an'ın hatmedilişinde hazır bulunun" dediği vâkîdir( Bu ve önceki iki rakamın alıntıları için bk ed-Durays el-Becelî, Fedâilü'1-Kur'an, (Tahki"k: Gazve Bedir, Dimesk 1408-1987) 44-45)
Görüleceği gibi bu rivâyetler sihhatiyle meşhur hadis kitaplarında bulunmayan rivâyetlerdir Hanefi fıkhındaki konuyla ilgili hükümlere etki etmeyişleri bundan dolayı olmalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HATÎM VE MEVLİT : Insanlarda yüce bir güce inanma duygusu doğuştan vardır Nasıl her insan doğuştan, maddî ihtiyaçlarını kimseden öğrenmeksizin arayacak ve isteyecek duygularla yaratılmışsa, görünmeyen, yani manevi bir güce inanma duygusunu da beraberinde getirir Sonra annesi Babası ve çevresi bu duyguyu köreltirlerse, ya da bozarlarsa, insanın ruh dünyası alabildiğine gıdasız kalırve her fırsatta önüne gelen inanış biçimlerine, doğrusuna yanlışına bakmadan salıverir Tıpkı boğulmakta olanın yılana sarılması gibi İşte mevlit ve hatîm okutma da, bu tür görünümlerden örneklerdir
Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in okunması da başlıbaşına bir ibadettir ve her harfine on sevap verileceği bildirilmiştir Bu sevapların ölmüş olan birisinin ruhuna bağışlanması da uygundur ve yararlıdır Ancak böyle bir ibadet karşılığında para almak, ya da vermek, câiz değilir Fıkıhçılar, Kur'ân okuma karşılığında para alınması halinde alınan ücretin alana haram olacağını ve ölünün bundan hiçbir fayda görmeyeceğini bildirmişlerdir Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'i okuyabilmek her müslümana farzdır Böyle herkese farz olan birşeyin, başkasına ücretle yaptırılması câiz değildir Sonra böyle bir uygulama, iş sözleşmesine benzer Verilen ücretin karşılığının da belli olmasını gerektirir Oysa bundan sevap elde edileceği kesin değildir Böyle kesin olmayan bir menfaat karşılığında ücret ödenmez
Ayrıca ameller niyetlere göredir Okuyan okumasıyla para almayı kastederse, bu okumasından bir sevap oluşmuş olmaz Parayı önceden konuşmus olmakla olmamak arasında da bir fark yoktur Okuyanın, âdet olarak para verileceğini bilmesi ve o duygu ile okuması, bu okuyuşun sevabının olmamasına yeter Hatim okumayı âdet haline getiren ve her hatim okutmak isteyenin istediğini kabul edenler arasında okuduğuna para almayan yok denecek kadar azdır Bazı âlimler sadece okumayı öğretme karşılığında para alınabileceğini söylemişlerdir Bu konuda müstakil bir kitap yazan Imam Birgivî, "okudukları Kur'ân karşılığında para alanlar, hiçbir şey bulamıyorlarsa, keşke leş yeselerdi de böyle bir parayı yemeselerdi" der
Ücretle Kur'ân okumanın câiz olmaması bir yana, okuyuş biçimlerinde de bir sürü haram davranışlar vardır Bu Kur'ân tüccarları, ya verilen bütün hatimleri yetiştirebilmek için olanca hızlarıyla okur ve kelimeleri birbirine karıştırdıklarından, Kur'ân'ı, Kur'an olmaktan çıkarırlar, ya verilen hatimler çoğalınca, işin hilesine kaçar ve bir hatimi onbeş kişiye birden okur veya hiç okumaz, üç "ihlâs" bir "Fatîha" ile hatim yaparlar, ya önceden okuyup biriktirir ve sevap sanki buğday gibi bir şeymiş de onu stok eder ve isteyene satarlar, ya da evlerde mahrem nâmahrem gözetmeksizin, sevap adına haramları işlerler
Dikkat edilirse, bu işi âdet edinenlerde şu özelliklerin olduğu görülür: Bunlar dinî yönleri zayıf ve takva yönleri olmayan insanlardır Ailelerini dinî hayatına da pek önem vermezler Çoğunlukla sosyete evlerinde ve kadınların hazır bulunduğu meclislerde kur'ân ve mevlid okudukları için, fiyakalarına ve tuvaletlerine çok dikkat ederler Büyük şehirlerde olanları, bu işi örgütlenerek yaptıkları için, çok yüksek fiyat tesbitleri yaparlar sonuçta da maddî durumları diğerlerine oranla oldukça yüksek olur Hattâ, memur maaşı aldıkları halde, çoğunun altında arabaları vardır Sosyete çevrelerinde ve merkezî yerlerdeki camileri özellikle sahiplenirler ve örgütlü bir çabayla oraların imamlık ve müezzinliklerini ele geçirirler
Halbuki, Allah (cc) Kur'ân-ı Kerîm'de : "Allah'ın âyetlerini basit dünya menfaatleri karşılığında satmayın" buyurur (Bakarâ (2) 41; Mâide (S) 44) Peygamber Efendimiz de; "Kur'an-ı okuyun, onu yemeyin" der (bk Tecrîd-i Sarîh Tercemesi VN/46)
Mevlid okumak ise zaten dinî bir ibadet değildir Sözleri, Peygamberimiz için yazılmış övgülerdir Aşırı övgü ifadelerinde bulunmadan, bunları sade bir şekilde ve mahrem nâmahrem ölçülerine uyarak okunmasında bir sakınca yoktur Hattâ Peygamberimizi tanımak ve sevmek için yapılması güzel bir davranış sayılabilir Allah için ve O'nun sevgili elçisini sevdirmek için okunması, katılaşmış kalpleri yumuşatabilir ve gönülleri dinin güzel saydığı eylemlere doğru coşturabilir Bütün bunlar güzel şeylerdir
Ancak mevlidin bugünkü uygulanış biçiminde, bunların hiçbirisi hemen hemen yok gibidir Bir defa, dediğimiz gibi mevlît dinî emir, ya da dinî emirlerin yerine geçebilecek birşey değildir Halbuki, mevlit okutanların hemen hepsi, bu davranışlarıyla dinî bir gereği yerine getirdiklerini sanır ve ertesi yıla kadar artık dinin gereklerinden muaf tutulacaklarını düşünürler Ya da bir geçmişlerine okutuyorlarsa, onu sevaba bogduklarını zannederler Devlet radyo ve televizyonu bile sağlam bilgi ve bilinç halini almamış bu tür dinî duyguları oyalamak ve dîni öğrenip yaşamalarını engellemek için, her fırsatta bol bol mevlit gösteri ve âyinleri düzenler ve dinin işte bundan ibaret olduğu fikrini vermeye çalışır Bütün bunlar dinin yapılmasını istediği, yapılınca da sevap vaadettiği şeyler değildir Hattâ böyle kötü gayelerle yapılırsa günah ve şeytanlık olmuş olur
Mevlidin sözlerinin manasını da kimse anlıyor değildir Aslında bizde okunan mevlît kasidesi çok güzel bilgiler ve öğütler içerir Mevlit okuyan kişi, onları nesir halinde okusa ve anlamını açıklasa, çok daha güzel bir iş yapmış olur Ama gaye bu değil, hem din adına çok şey yaptığı psikolojisine girmek; hem de müzikal şovlarla nefsini tatmin etmeyi amaçlamak işin esasıdır
Kaldı ki, Peygamberimiz, canımızdan da çok sevmemiz gereken varlığımız olmakla beraber, onu ilâhi vasıf larla övmemiz, ya da öyle görmemiz yasaklanmıştır Bu tür davranışlar gördüğünde kendisi bizzat : "Hiristiyanların, Meryem'in oğlu Isâ'yı övmekte ileri gittikleri gibi, siz de beni övmekte ileri gitmeyin Ben ancak AIlah'ın kulu ve elçisiyim, siz de bana Allah'ın Kulu ve Elçisi deyin" (Buhârî; enbiyâ 48; Dârimî, rikâk 68 Müsned l/23, 24, 47, 55 ) buyurmuştur
Peygamberimiz adına mevlit okuma uygulaması ilk defa Fâtimî Şîilerde ortaya çıkmış bir bid'attır (bk IA Mevlit md) Şiilerin bu tür taşkınlık ve aşkınlıkları eskiden beri bilinen bir konudur Biz O'na "sâlat ve selâm" okumayı tercih ederiz Çünkü bu yaptığımızın sevabını bize yazılacağı kesindir Ona okuduğumuz her "salât" yani rahmet duâsı karşılığında, Allah'ın bize on "salât" edeceği haber verilmiştir (Nesâî, ezan 37, sehv 55; Müsned N/168, 372, 375, 485) "Salât'ın en güzel şekli, Allahümme salli ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed" cümlesidir Anlamı, "Allah'ım Muhammed' e ve onun yakınlarını rahmet et ve bağışlama ver" demektir O, bağışlanananların başta geleni olduğuna göre, bu yapacağımız duâ, ona katlanarak yine bize dönecektir
Kadınlar bazı vesilelerle bir araya toplanıp birşeyler okuma imkânı ve fırsatı buluyor ve buna ihtiyaç duyuyorlarsa; öncelikle Kur'ân'dan bir, ya da birkaç sayfa okuyup anlamını vermeleri, Efendimizin birkaç hadisi şerîfini okumaları, ağzı düzgün olanların sağlam bilgilerle sohbetler yapması daha güzeldir Ille de mevlit okuyacaklarsa, baştan bunun dinî bir emir, ya da gerek olmadığını söyleyerek ve önceden okuyacağı yerin anlamını açıklayarak, okumaları belki zararsız olabilir Çünkü insanların,özellikle de kadınların gönüllerinin coşturulup duygularının canlandırılması da zaman zaman faydalı sonuçlar verebilir Ancak mevlitle hiçbir dinî sorumluluğun yerine getirilmiş olmadığını vurgulayarak hatırlatmak ve bu tür cemiyetlerde nâmahremliğe riayetsizlikten ötürü haram işlememek konularına çok dikkat etmek gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HATİME ÜCRET Hatim okuyan birisi, "Ben Kur'an için değil, harcadığım emek ve zaman için ücret alıyorum" diyerek fiyat tayin etse caiz midir?
Kazançların en çirkinlerinden biri, Kur'ân-ı Kerîmin âlet edildiği kazançtır Allah (cc) "Âyetlerimi, az bir değer olan dünya karşılığında yemeyin" buyurur Allah Resûlü Efendimiz: "Kur'ân-ı okuyun, onu yemeyin" buyurur Fıkıhçılar bu ve benzeri delillere bakarak, Kur'ân okuma karşılığında ücret almanın haram olduğunu söylemişlerdir Alana aldığı haramdır, veren de buna sebep olduğu için haram işlemiştir, demişlerdir Okuyanın bunu bir emek karşılığı ve hediye olarak kabul etmeside mümkün değildir Çünkü ücreti hak eden emek, faydası belli olan emektir Okuyanın okuyuşuna sevap yazıldığı ise belli değildir Ayrıca fıkıhta: "Herkesin yapmakla mükellef olduğu birşeye ücret vermek câiz değildir" kuralı okumakla her müslüman mükelleftir Bunun hediye kabul edilmesi de mümkün değildir Çünkü okuyan, hediye vermeyene ikinci defa okumazBu yüzden Imam Birgivî: "Bu herifler leş yeseler de Kur'ân'ı Kerîm okumaya ücret alıp yemeseler daha iyi olurdu" der Ücret alınmasa Kur'ân zayi olur, diye söyleyenler, cahilce, ya da şeytanca bir aldatmaca yapmaktadırlar Çünkü Kur'ân ücretle okunmamaktan değil, okumayı öğrenmemekten zayi olur Bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm okumayı öğretmeye karşılık ücret almakta, zaruretten ötürü mahzûr yoktur denmiş; bu Kur'ân simsarları ise, okumayı da buna katı vermişlerdir

"Lânet ola bir mala ki, anın,
Tahsiline ırzı, namusu, din ola âlet"
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAVA PARASI

Bir dükkan veya işyerini kira ile tutacak kimseden, kira bedeli dışında karşılıksız olarak alınan bedel
İslâm hukukuna göre kira akdinin geçerli olması için şu şartların bulunması gerekir:
1- Tarafların rızası Satım akdinde olduğu gibi, kira akdinde de tarafların rızası gerekir (en-Nisâ, 4/29) Malı malla mübâdele niteliği yüzünden kira akdi de ticârî bir muamele sayılır
2- Akdin konusu olan "yararlanma"nın, anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirli olması Bu şart; kiralanan malın, kira süresinin ve iş akdinde, yapılacak işin belirlenmesini gerektirir Çoğunluk bilginlere göre, kira süresi kısa olsun, uzun olsun akit geçerlidir Hatta kiralanan malın var olabileceği süreye kadar akit yapılabilir Çünkü süre belli olunca yararlanma miktarı da belirlenmiş olur Ancak Hanefîlere göre, vakıf ve yetim mallarında kiracının mülk iddiasında bulunmaması için, bunlara ait gayr-i menkullerde en uzun kira süresi üç yıl, menkullerde ise bir yıl olarak sınırlandırılmıştır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', IV, 179, 180; es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 43; İbnü'l-Hümâm, Tekmiletü Feti'l-Kadîr, VII, 150; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 88)
Diğer yandan kiralanan kiracıya tesliminin mümkün olması ve yararlanma şeklinin meşrû bulunması da gereklidir
Bu duruma göre, bir kimse menkul veya gayri menkulünü, peşin veya ay, ya da yıl sonlarında alacağı kira bedeli ile kiraya verebilir Kira bedelinin bir bölümünü peşin, yani akit yapılırken topluca; geri kalanın da sözleşmeye veya örfe göre va'de sonlarında alabilir Peşin aldığı meblağ, akitte şart koşulan ücretin peşin bir parçası sayılır İleride ay veya yıl sonlarında ödenecek kira ise, peşin kirayı tamamlayan başka bir parçayı oluşturur Kısaca, mal sahibinin, gerek ilk kiraya vermede ve gerekse kiralananın başlaması hâlinde, daha sonraki kiraya vermelerinde bu hakkı vardır
Kiracının, menkul veya gayr-i menkul üzerinde, kira akdinden doğan "yararlanma hakkı"ndan üçüncü bir şahıs lehine feragat etmesi karşılığında alacağı bedele gelince, şu temelde mücerred bir hakkı başkasına satmak demektir Hanefîler şuf'a hakkı gibi mücerred haklarını bir bedel karşılığında satılmasını câiz görmemişlerdir Ancak Hanefilerin çoğu, imamlık, hatiplik ve müezzinlik gibi görevlerden bir bedel karşılığında feragatın câiz olduğuna fetvâ vermişlerdir Bu fetva, zarurete ve örfe; Kıyas olarak ise, iki hanımlı bir evlilikte bir kadının kocasının nöbetini diğer eşe bırakmasının câiz olduğu esasına dayanır Çünkü bunlardan her biri, mücerred hakkı düşürmek anlamındadır Nitekim vakıf nâzırı da, hâkim önünde, görevinden başkası lehine bir bedel karşılığında feragat ederek kendisini azledebilir
Hanefiler dışındaki İslâm hukukçuları ise yararlanma hakkı verme mücerred hakların satımını caiz görürler Ancak kira akdinde kiracının bir bedel karşılığında ferâgatının akit süresi içinde olması gerekir Şâfiîler bu konuda, bir görevden, bedel karşılığı feragatın caiz olduğu prensibine dayanır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî fî Uslübihi'l-Cedîd, Dımaşk (ty) I, 566, 567)
ez-Zühaylî bu konuda müteahhirûn âlimlerine ait "Tunuslulara Göre Hava parası ve Yararlanma Hakkından Ferâğat Konusundaki Ölçü ve Fetvâlara Toplu Bir Bakış (Cümletu Tekâdîr ve Fetâvâ fî'l-Huluvvât ve'l İnzâlât ınde't-Tûnusiyyîn)" adlı bir risaleden söz eder Burada, hava parasının örf ve âdet deliline göre câiz olduğu belirtilir ve şöyle denir: Kiracı, kiralanan maldan yararlanma hakkına sahiptir Bu hakkından kira akdinde olduğu gibi bir bedel karşılığında, âriyette olduğu gibi bedelsiz feragat edebilir Diğer yandan hava parasını mugâreseye (bk Mugârese) benzetenler de olmuştur Ancak hava parası yararlanma karşılığı olduğu için, bununla kuru mülkiyet üzerinde bir hak meydana gelmez (ez-Zühaylî, age, I, 567, 568)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAVA PARASINI, İCAD VE TE'LİF GİBİ ŞEYLERİN ÜCRETİNİ ALMAK CAİZ MİDİR? Zaman değişti, büyük İslam hukukçularının kaleme almadıkları ve hükmünü beyan etmedikleri birçok şeyler hayat sahnesinde ortaya çıktı Onların bazıları da soruda adı geçen şeylerdir Yalnız Kur'an'da ve sünnette ve bu büyük hukukçuların meydana getirdikleri güzel eserlerde bunları ve benzerlerini kapsayacak kaideler vardır Ortaya çıkan her şeyin hükmünü anlayabilmek için bu kaidelere baş vurmak kafidir Bu soruda sorulan şeylerin hükmünü anlayabilmek için bey'in –alış verişin- şartlarını gözden geçirip ne olduğunu bilmemiz lazımdır Bey'in şartı beştir:

1- Satılan şeyin satış zamanında mevcut ve ele geçmesi mümkün olması
2- Nehir ve deniz suyu gibi herkes için mübah olan şey olmaması
3- Satıcının mülkü olması
4- Dinen değer sahibi olması
5- Teslim alınması mümkün olması, yani denizdeki balık, havadaki kuş gibi, satıcının elinde olmayan bir şey kabilinden olmaması

Binaenaleyh hava –kiralık bina veya dükkan devretme- icat ve te'lif gibi şeylerin hakkını satmak cümhür-i ulemaya göre caiz demücerrede kabilindendirler Yalnız Maliki mezhebinin büyük ulemasından olan Nasır al-Din al-Lakanı ve Abd al-Rahman al-İmadı gibi bazı ulema örfe veya zarurete dayanarak hukük-ı mücerrede satılabilir diye iddi'a etmişlerdir (İbn Abidin)
Asrımızda da hala yaşamakta olan Ahmed Mustafa al-Zerka şöyle diyor:Mal olsun, hukuk-ı mücerrede olsun örfen değeri olan her şey satılabilir (al-Fıkhü'l-İslami fi sevbihil cedid) Al-Fıkh ala'l-mezahib al-arba'a isimli kitap, Malıki mezhebinde hava parasını almanın caiz olduğunu beyan ederek şöyle diyor: Mısır'da meşhur olan hava parası da böyledir Mesela: birisi bir dükkan kiralar, sonra boşaltma karşılığında bir miktar para almak üzere başkasına devreder Halkın örfüne istinaden bu mu'amele caizdir Çünkü dükkanın menfaati kendisine aittir (al-Fıkh ‚ala'l-Mezahib al'Arbaa) Ancak Maliki mezhebinde bu fetva varsa da, mal sahibinin izni olmadan kira için tayin edilen müddetten fazla oturması doğru değildir Dolayısıyla başkasına devr etmesi de caiz olmaması gerekir Şunu da ilave etmek isterim Hava parası ile icat ve te'lif hakkı arasında fark vardır Dükkan ve binanın sahibi malını kısa süreli olarak kiraya veriyor Ma'lum olduğu gibi, para sabit olmadığı, ev ve dükkan devamlı yükseldiği için uzun zaman kiraya verilmezler Her sene yani bir fiat tayin edilir Durum böyle iken kiracının ne hakkı var ki, onu başkasına devr edip parasını alsın Ama icat ve te'lif meselesi uzun bir çalışmanın neticesidir Cümhur-i ulemaya göre satışı mümkün değilse de ca'ale yoluyla onları değerlendirmek mümkündür Mesela bir yayınevi sahibi bir yazara şu kadar sahifelik bir fıkıh veya tefsir kitabını yazarsan sana şu kadar sahifelik bir fıkh veya tefsir kitabını yazarsan sana şu kadar para vereceğim, dese ca'ale akdi sahih olur Ve böylece yazar, harcadığı emeğin karşılığını almış oluyor, filvaki bugün müslüman yazarlar da yazdıkları eserlerin parasını almaktadırlar
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAVAİC-İ ASLİYE NE DEMEKTİR? Havaic-i asliye normal olarak maddi ve manevi hayatı idame ettirmek için insanın muhtaç olduğu şeylerdir Mesken ve onun için lüzumlu olan eşya, elbise, silah, kitap, san'at aletleri, binek hayvanı ve hizmetçi gibi şeylerdir
Havaic-i asliyye, zaman ve mekanın değişmesiyle değişti gibi, şahsa göre de değişir Mesela: Asr-ı sa'adette kitap yoktu Yazma ve alma ihtiyacı doğdu, bilim sahasında ilerlemek için kitap bulundurmak icab etti Böylece ehl-i ilim için kitap, havaic-i asliyeden sayıldı Radyo ve teyp gibi araçlar da, kötüye kullanmamak şartıyla havaic-i asliyedendir Çünkü bu zamanda insanın ufkunu açan bir çok kitaplardan daha fazla bilgi vermektedirler Ama kötü kullanılırsa, havaic-i asliyeden olması şöyle dursun, bulundurulmaları bile haramdır Çamaşır makinesi ve buzdolabı ise kesinlikle havaic-i asliyedendir Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi hizmetçi havaic-i asliyedendir Bunlar bir cihetten hizmetçiden daha ucuz, masrafı daha az ve daha faydalıdırlar Onun için havaic-i asliyeden sayılırlar Yalnız burada bilinmesi gereken bir husus vardır Şöyle ki; namı olmayan havaic-i asliye dışındaki eşya; ticaret eşyası olmadığı takdirde nisaba baliğ olunca zekat almamaya, kurban kesmeye ve fitre vermeye sebebtir Ama zekata tabi değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAVÂİC-İ ASLİYYE Hâcet, çoğulu Havâlic; ihtiyaç Aslî; temel, esas Hâcet-i aslıyye; temel ihtiyaç demektir Bir zekât terim olarak; zekâttan muaf tutulan ve bir kimsenin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin temel ihtiyaç maddelerini teşkil eden şeylerdir Zekât yükümlüsü hür, müslüman, âkıl-bâliğ ve nisap miktarı mala sahip olan kişidir Nisap miktarı, aslî ihtiyaçların dışında hesaplanır Ayrıca zekât yükümlüsü olacak kimsenin mala tam mâlik olması, malda alış-veriş veya doğurmakla nemâ (gelişme-çoğalma) kabıliyetinin bulunması, malın temel ihtiyaç maddelerinden fazla olması ve nisap miktarına ulaşması dâ gereklidır (Yusuf el-Kardâvî, Islâm Hukuku'nda Zekât, Terc Ibrahim Sarmış Istanbul 1984, c I, s 134-168)
Kişiyi zekât yükümlüsü hâline getiren nisap miktarı malın üzerinden bir yıl geçmesi lâzımdır Hadîste: "Kim servet elde ederse, zekât bir yılın geçmeşiyle farz olur" (Tirmizî, Mişkât, 6)
Temel ihtiyaç ve yıllık zorunlu harcamalar zekâttan muaftır Buna geçim indirimi de denilebilir Bu geçim indirimi için, para yerine belli ihtiyaç maddeleri geçtiğinden mal sahiplerinin mağduriyeti sözkonusu olmaz Çünkü bir kimse önce temel ihtiyaç maddeleri ve borçları düşürdükten sonra geri kalan altın, gümüş, ticaret eşyası veya nakit para nisap miktarını aşar ve üzerinden de bir yıl geçmiş olursa zekât farz olur
Âyette; "Sana, neyi fakirlere harcayacaklarını sorarlar; de ki; artan malı verin"(el-Bakara, 2/219) buyurulur Ibn Abbâs, artan malın, "Aile fertlerinin ihtiyaçlarından arta kalanı" olduğunu belirtir (Ibn Kesîr Tefsîri, Mısır (ty), I, s 255-256) Elmalılı, âyetteki "arta kalanı infâk ediniz" hükmünün şu anlama geldiğini belirtir: "Malınızın temel ihtiyaçlarınızdan fazlasınıinfâk ediniz Meşrû yoldan mal kazanınız ve bu maldan kendinizin ve aile fertlerinizin zorunlu ihtiyaçlarından fazlasınıhayır için harcayınız Çeşitli âyetlerde belirtildiği üzere karı, küçük çocuklar, fakir durumdaki ana-baba, dede ve nineler aile ferdidir Bunların nafakası, bir kimsenin kendi nafakası kabılindendir Bu yüzden hayır yapacağız diye kendinizi ve aile fertlerini nafakasız bırakmak câiz olmaz" (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, Istanbul 1960, II, s 767)
Işte bir kimsenin zekât yükümlüsü olması için kendisinin ve yukarıda belirtilen aile fertlerinin bir yıllık temel ihtiyaçlarını karşılayacak mâlî güce sahip olması, ayrıca nisap miktarı mala da bir yıl süreyle mâlik bulunması gerekir Altının zekât nisabı 80 gr gümüşün 640 gr olup, nakit para veya ticaret mallarının nisabı da bunlardan birisi esas alınarak belirlenir Nakit para veya ticaret malı nisabı aşınca, nisap miktarı da eklenerek kırkta bir zekâta tâbi olur
Hadiste, "Ancak zengin olan, sadaka ile yükümlüdür", başka rivâyette, "Zenginden başkası sadaka (zekât) ile yükümlü değildir" (Ahmed b Hanbel, Müsned, H No: 7155)
Hz Peygamber bir kimseye şöyle demiştir: "Sadaka vermekte önce kendinden başla; eğer senin ihtiyacından bir şey artarsa onu çoluk çocuğuna harca; eğer bundan da birşey artarsa yakınlarının muhtaçlarına harca; yakınlarına harcadıktan sonra birşey artarsa onu da sırayla yakınlık derecesine göre sağlına soluna, önüne arkana (çevrendekilere) harca" (Müslim, c II, s 692, H No: 997)
Buna göre temel ihtiyaç maddeleri ve ailenin bir yıllık zarûrî ihtiyaçları zekâttan muaftır Hadîste: "Müslümana atı ve kölesinden dolayı zekât yoktur" (Buhârî, II, s 121; Müslim, II, s 676) buyurulur Bunun dışındaki temel ihtiyaçlar isim olarak nass'larda yer almamış, ancak bu konuda "ma'rûf=bilinen, örfleşen, devirlere göre aslî ihtiyaç sınıfına giren şeyler" esas alınmıştır
Aslî ihtiyaçlar şöylece sıralanabilir:

1) Bir kimsenin ömür boyu içinde oturacağı evi, bağ, bahçe ve tarlası
2) Binek ve koşum hayvanları, otomobil, servis arabası, traktör, su motoru, meslek ve sanatını ifa için kullandığı makıne, tezgah, fabrika vBulletin âletler Bunlar geliri üzerinden zekâta tâbi olur
3)Örfe uygun giyim ve ev eşyası Halı, kilim, altın ve gümüş olmayan yemek takımları, koltuk, çamaşır makınesi, buzdolabı, televizyon, radyo vBulletin elektronik âletler
4) Ilim adamlarının kütüphanesi
5) Kendisinin ve bakmakla yükümlü öldüğü kimselerin bir yıllık yeme, içme, giyim vBulletin harcamaları
6) Nisap miktarına ulaşmayan ve ticaret için kullanılmayan süs ve zinet eşyası
Ibnü'l-Hümâm bunları "oturulacak ev, giyilecek elbise, ev eşyası, binilecek hayvanlar ve kullanılan silâhlar için zekât yoktur" (Fethu'l-Kadîr, I, 487) şeklinde özetler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAYAT SİGORTASI: Günümüzde yaygınlık kazanan "Hayat sigortası" (Halk sigorta ve Anadolu sigorta gibi) caiz midir?
Sözü edilen iki sigorta kurumunun mahiyetini ve çalışma biçimini bilmiyoruz Ancak genel olarak "hayat sigortası" için şunları söyleyebiliriz:
Sigorta bir takım risk (tehlike)lerin zararlarından korunma müessesesidir ve Türkiye için "Sosyal Sigortalar" ve "Özel sigortalar" diye ikiye ayrılır Sosyal Sigortalar Emekli sandığı, Isçi Sigortası ve Bağkur olmak üzere üç birimden oluşur ve resmi bir kurumdur Kâr düşüncesi yoktur, ideal şekliyle yardımlaşma (sosyal dayanışma) ve sosyal risklerin zararlarını daha çok kişiye dağıtarak azaltmayı hedefler Kapitalizmin doğurduğu haksızlıklar ve sosyal riskler sonucunda zorunlu olarak ortaya çıkmıştır Islâm'da böyle bir müesseseye hiç ihtiyaç yoktur, ancak yardımlaşma esprisi taşıdığı için Islâm'la idare edilmeyen ülkelerdeki müslümanlar adına tartışılmış ve birçok çagdaş Islâm alimince caiz görülmüştürSoruda sözü edilen özel hayat, yangın, araba vBulletin sigortalar ise bünyelerinde taşıdıkları birçok haram unsurdan dolayı gayr-i Islâmîdir, caiz değildir Çünkü bu sigortalar "garar" (taraflardan biri için aldanma ve zarar) içerir Kumar, faiz, başkasının malınıbedelsiz alma, lûzumlu olmayanı lûzumlu kılma, borcu borca karşılık satma, müşterek bahis ve Allah (cc)'in gücüne karşı koyma gibi ma'nâlar ihtiva eder ki, bunların hepsi haramdır Çok büyük suistimallere, yakmalara ve tahriplere sebep olur ki, bunlar da hem haram hem de ekonomik açıdan gayri makuldür(Geniş bilgi için bk Dr Muhammed Biltacî, ‚Ukûdût-Te'min min Vicheti'1-Fıkhı'1-Isâmî, 150 )
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAYIZ BEZLERİ Hanımların kullandıkları hayız bezi ve pamuğu atılabilir mi? Normal günlerde kullanılan pamuk da aynı durumda mıdır?
Özellikle bu konuyu anlatan bir nas ya da hüküm bilemiyoruz Bu da bunun çok fazla önemi olan bir şey olmadığı gösterse gerek Ancak Ebû Dâvûd'da rivayet edilen bir hadis-i şeriften, asr-ı saâdette de kadınların hayız bezlerini kenar çöplüklere attıkları anlaşılıyor Buna göre bu bezleri, ya da sair günlerde kullanılan pamukları atmakta bir mahsur olmadığı söylenebilir Fakat hayızlı kadının, yanındakileri ve özellikle kocasının tiksindirmemek için; hayız bezine ağır kokuları giderici kokular sürmesi sünnetten olduğuna göre, bu konuda da dikkatli olup çirkin manzaralara sebep olmaması, bu şeylerden habersiz düşünceleri ifsad etmemesi, sünnetin yani Islâm terbiyesinin gereği olmuş olur Kanalizasyona karışamayacak olanların sakince yakılmalarında da bir mahzur olmasa gerektir (Allah'u a'lem)
 
Üst Alt