G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
HAZRETI ALİ'NİN KABRİ NEREDEDİR? BU HUSUSTA ÇEŞİTLİ SÖZLER SÖYLENMEKTEDİR ACABA BU HUSUSTA AYDINLATICI BİLGİ VERİR MİSİNİZ? Bilindiği gibi Hz Ali (kav) Haricilerden Abdurrahman bin Mülcem tarafından şehid edilmiştir Kesin olarak nerede medfun olduğu belli değildir Kimi Küfe'nin emirlik binasında, kimi Rahbetü'l-Küfe denilen yerde, kimi Necef'tedir dediler Bazılarına göre onu Medine'ye götürülmek üzere bir sandık içine koyarak deveye yüklediler Tay kabilesinin toprağına varınca kabile mensupları deveyi gasp edip kestiler Hz Ali'yi de orada defn ettiler Kabrini gizli tutmaktan gaye onu Harici'lerden korumak idi Çünkü belli bir yerde defn etseydiler Hariciler kabrini kazıp cesedini çıkaracaklardı
Şii'lere göre Hz Ali (kv) Necef şehrinde medfundur Kabir orada ziyaret edilmektedir Bazı muhakkiklere göre de Necef şehrindeki kabir al-Mugire bin Şu'be'nin kabridir Hz Ali'nin değildir Bu kabrin Hz Ali'ye nisbeti hicretten üçyüz sene sonra olmuştur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HELAL VE HARAM OLAN HAYVANLARIN BAZILARINI AÇIKLAR MISINIZ? Haram olan hayvanları üç kısma ayırmak mümkündür

1- Başkasına saldırıp azı dişleriyle parçalayarak kendisini müdafaa eden domuz, kaplan, aslan,ayı, kurt, fil, pars, kedi, maymun ve köpek gibi dört ayaklı hayvanlar
2- Tırnaklarıyla kendini müdafaa edip zayıf olan olan hayvanları avlayan kartal, akbaba, atmaca, karga ve şahin gibi hayvanlarla leş yiyen kuşlar
3- Tiksindirip nefret veren ve kötü olarak bilinen yılan, akrep, böcek, fare gibi yer haşreleridir Bunlardan başka hayvanlar mübah sayılırlar Ancak bazılarının hakkında ihtilaf vardır Mesela Hanefi mezhebine göre, sırtlan, keler, tilki, at, kirpi gibi hayvanlar haram ise de, Şafii mezhebine göre helaldır Kırlangıç, tavus, hüdhüd, papağan ve baykuş gibi hayvanlar da Şafii'ye göre haram Hanefi'ye göre helaldır (Fıkh, Essünne)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HEYKEL Taş, tunç, mermer ve pişmiş toprak gibi dayanıklı maddelerden yapılmış insan ya da hayvan görüntüsü, simgesi Heykel, Islâm terminolojisinde "suret" kavramı içerisinde değerlendirilmiş resim anlamındaki suretten bunu ayırmak için "gölgeli suret" deyimi kullanılmıştır Heykel, şekil olarak müşriklerin tapındığı putlarla aynı olmakla birlikte kendisine tapınılan anlamda put olmadığı için suret kavramı içerisinde ele alınmış ve onunla birlikte hükme bağlanmıştır
Kur'an, heykelden put anlamı dışında bir yerde söz etmekte, hakkında herhangi bir hüküm vermemektedir Sebe' sûresinde cinlerin bir kısmının Hz Süleyman'ın emrinde çalıştığı bildirildikten sonra "Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sabit kazanlar yaparlardı"(Sebe 34/13) buyurulmaktadır Bu âyet bilginlere göre Hz Süleyman devrinde heykel yapmanın mübah olduğunu ifade etmektedir Ama yine bilginler Hz Süleyman devrine ait olan Rasulullah (sas) den gelen haberlerle ortadan kaldırıldığını, Islam dini tarafından neshedildiğini söylemektedirler
Kur'an, Hz ibrahim (as)'ın putları, heykelleri kırdığını anlatmaktadır Rasul (sas)'da Mekke'nin fethinde Kâbenin içinde, çevresinde ve Safa ile Merve tepeleri üzerinde bulunan putları (heykelleri) kırıp temizletmiştir
Rasulullah (sas)'dan gelen hadisler heykel (suret) yapmayı yasaklamaktadır Bu konuda gelen haberler tevâtür derecesine ulaşacak kadar çoktur (Resim için bk Resim mad)
Hz Âişe (R anha) dan Nebi (sas)'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olanlar, yaratma hususunda kendisine Allah'ın yerine koyup, kendini ona benzetenlerdir" (Buhari, libas, 39; Nesai, Zinet, 112-114)
Ibn Abbas (ranhum)'a Iraklı bir adam gelip; Şu suretleri yapıyorum, bu konuda ne dersiniz diye sorunca, o, şu cevabı vermiştir: Yaklaş, yaklaş, Muhammed'i (sas)' şöyle derken işittim: "Kim dünyada bir sûret yaşarsa, Kıyamet günü buna can vermekle yükümlü tutulur Halbuki ona can verecek değildir" Ibn Abbas ve Ebû Hureyre'nin naklettiği başka bir rivayet şöyledir: "Kim suret yaparsa, ona can verilinceye kadar azap olunur Halbuki bu surete can verebilecek değildir" (Nesai, Zinet,113) Ibn Ömer'den, Nebi (sas)'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Suret yapan kimselere kıyamet gününde azap olunur ve kendilerine; yarattığınız şeylere can veriniz, bakalım denilir" (Nesai, Zinet, 113)
Imam es-Sindi, Nesâi Hâşiyesinde yukarıdaki Ibn Abbas ve Ibn Ömer hadislerini şöyle açıklar: Ibn Abbasa hükmü sorulan "suret" ten maksat "canlılara ait sûretler" dir" Sureti diriltinceye kadar azap olunmaktan maksat, azabın sona ereceği zamanı belirtmektir Hadiste; sureti hiçbir zaman diriltemeyeceklerinin belirtilmesi azabın devamlı olarak uygulanacağını ifade eder Ancak es-Sindi, yukarıda sözü edilen azabın, suret yapma sebebiyle dinden çıkan kimse ile ilgili olduğunu belirtir Ve bunun da üç şekilde ortaya çıkabileceğini ifade eder a) Helal kabul ederek suret yapmak, b) Tapınmak amacıyla yapmak, c) Zaten mü'min olmayan kimsenin suret yapması? Bu üç sınıfın dışında kalanlar, sureti helal saymadan ve tapınma kastı da taşımaksızın yapmışsa bu fiili sebebiyle "asi" olur Hak ettiği azabı Allah affetmezse azap görür, sonra azaptan kurtulur Yahut da bu azaptan maksat; işin çirkinliğini şiddetle ortaya koyup, yasaklayarak suret yapımını engellemektedir Bu son değerlendirmeye göre, hadisin açık anlamının kastedilmediği düşünülebilir (es-Sindi, ö 136/1724 Haşiye Süneni'n-Nesâi, Istanbul 1931, VIII, 215)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HEYKELİN YASAKLANMA NEDENİ Yukarıda zikredilen hadisler incelendiğinde heykelin yasaklanma nedenini de ifade ettikleri görülür Islam bilginlerinin ortaklaşa belirttiklerine göre heykelin yasaklanma nedeni, onları yapanların Allah'ın yarattıklarına benzetmeye çalışmaları kendilerini yaratıcı yerine koymuş olmalarıdır Yasağın hikmeti ise, insanları putperestlikten uzaklaştırmak, saf tevhid inancını şirk ve putperestlikten korumaktır Çünkü bütün kavimlere putperestlik heykel yoluyla girmiştir
Âyette Nuh Peygamberin kavmi ile ilgili olarak şöyle buyrulur: "Sakın ilahlarınızı bırakmayın "ved ", "suvâ", "Yeğâus", "Nesr" gibi putlarınızdan vazgeçmeyin, dediler Böylece bir çok insanı sapıttılar Sen bu zalimlerin sadece sapıklıklarını arttır" (Nuh, 71 /23-24) Bunlar Nûh kavminin Allah'tan başka kendilerine taptıkları putlarının adlarıdır Abdullah bin Abbas ve Muhammed bin Kays'tan şöyle dediği nakledilmiştir: Ayette adı geçen put isimleri Nuh kavminin bazı salih kimselerinin adlarıydı Bu kimseler öldükten sonra, şeytan onların birer heykelinin dikilmesini öğütleyerek: "siz onların yaptıklarını bu heykeller aracılığıyla hatırlar ve yaparsınız" der Şeytanın bu yanıltmasına kanan insanlar o salih kimselerin heykellerini yaparak dikerler Önceleri güzel amelleri hatırlamada birer araç olan heykeller, bir kaç nesil geçtikten sonra nitelik değiştirir ve kendilerine tapınılan birer put halini alırlar Işte Islam'dan önceki arap toplumunda bu putları yeni ilavelerle devir almış ve onlara tapınırken Islam güneşi doğmuştur (Ibn Kesir, Muhtaşaru Tefsiri Ibn Kesir, 7 baskı, Beyrut 1402/1981, III, 554)
Sonuç olarak, Islam'ın heykel yasağının kökeninde tevhid inancını korumak, yaratmada yüce yaratıcıya benzemeyi engellemek, mahrem yerleri tasvire karşı tedbir almak ve zararı faydasından çok olan bir alanda israfı önlemek gibi sebebler yatar Diğer yandan Islam'da ne Hz Peygamberin ve ne de din büyüklerinin heykellerle tasvir edilmeye ihtiyaçları yoktur Onlar mû'minlerin gönüllerinde taht kurmuş, mesaj ve doktrinleri Islam toplumunda baş tacı edilmiştir Hatta Islam Peygamberi sözle aşırı övmeyi bile yasaklamıştır O şöyle buyurur: "Hristiyanların Meryem oğlu Isa'yı övdükleri gibi beni övmeyiniz Yalnız, Allah'ın kulu ve elçisidir Deyiniz" (Buhari, Enbiya, 48; AB Hanbel, Müsned, I, 23, 24, 47, 55)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİAL MESELESİNİN SIK SIK GÜNDEME GELMESİNİN SEBEPLERİ NELERDİR? Hak ile batıl, imanla küfür savaşı tarih boyunca ara vermeden devam edip gelmiş ve hala da devam etmektedir Bazan hak batıla, bazan da batıl hakka galebe çalmıştır Ancak 19 Ve20 Asırlarda denge tamamen imanın aleyhine bozulup müslümanlar esaret boyunduruğu altına girmişlerdir Bütün İslam toprakları elden çıkıp istilaya uğramıştır
Zamanla düşman İslam topraklarını istilaya devam etmenin kolay olmayacağına ve pahalıya mal olacağına kanaat getirince taktik değiştirmek zorunda kalmıştır Toprak işgalı yerine kültür emperyalizmini tercih etmiş ve sonuç istediği gibi olmuştur Yani düşman müslümanların akıl ve ruhlarını istila etmek suretiyle gerçek hakimiyetini sürdürmüş ve sürdürmektedir Bugün İslam aleminin her ülkesinde düşmanın gözü ile bakan onun aklıyla düşünen insanlar türemiştir Mesela kızıl Rusya, milyonlarca kilometre karelik Türk-İslam diyarının üzerine kabus gibi çöküp yedi ve hazmetti Ama doymadı Bu sefer bir başka İslam ülkesi olan Afganistan'ı yemeğe başladı Pençesinde çırpınan zavallı Afgan halkının ahu figanından ızdırap duymak icap ederken Suriye ve Libya gibi bazı İslam ülkelerinin idarecileri rahatça Kızıl Rusya'nın yaptıklarını destekliyor ve "Rus'un gayesi Afgan halkını kurtarmaktır" diyor
İçinde yaşadığımız bu çetin zamanda iç ve dış düşmanlar birleşerek bizlere cephe almış bizi yok etmek için çok çeşitli silahlar kullanmaktadır İşte onlardan bir kısmı:

1- Yayın Silahı: Basın, video, tiyatro ve sinema gibi yayın vasıtalarıyla müslümanların akılları uyuşturulmak istenmektedir
2- Şehvet Silahı: Neslin şehvet duygusunu kamçılamak ve sanattan, basın hürriyetinden söz etmek suretiyle müstehcenliği yaymak, gazete ve dergi sahifelerinde çıplak fahişelerin hergün boy boy resimlerini yayınlayarak neslin iffetini yok etmek
3- İrtica yaygarası Silahı: Düşman İslam'a hizmet veren bazı kimselerin hizmetlerini sık sık dile getirerek velvele koparıyor İrtica var, şeriat geliyor deyip duruyor Sanki İslam'a hizmet vermek, müslümanları ıslah etmek için çalışmak, İmam-Hatip Lisesinde Kur'an Kursu'nda okumak ve okutmak, müslümanların bilgilerini artırmak suçtur Bu yaygara ile müslümanları göz hapsinde bulundurmaya çalışmaktadırlar
4- Müslümanları Bölme Silahı: Yine düşman müslümanların gücünü zayıflatıp yok etmek için çeşitli kıyafetlere bürünerek onların aralarına girmekte ve fitne ateşini alevlendirmek suretiyle müslümanları birbirine vurdurmaktadır İran, İrak, Filistin ve Lübnan gibi ülkelerde çatışan Müslümanlar bunun en bariz misalidir Bu tablo ne kadar hazindir, değil mi? İslam'dan ve İslami gayretten söz eden bazı Müslümanların küçük ve ictihadı meseleler için birbirleriyle uğraşmaları da en az bu kadar hazin değil midir? Bunların durumu bana tarihi bir hadiseyi hatırlattı Hülağu ordusu birçok İslam ülkelerini istila edip, köy, kasaba ve şehirlerini ateşe vererek o zaman Müslümanların başşehri olan Bağdat Kapısına dayandığı halde devrin alimleri cihad yerine gereksiz münakaşalarda bulunuyorlardı Kur'an-ı Kerim mahluk mu değil mi münakaşa mevzuu idi Bugün bizler de İslam Alemi'nin hazin tablosuna bakmadan özellikle yurt dışında nelerin münakaşasını yapıyoruz Cuma namazı farz mı, değil mi: din görevlisi mürted mi, değil mi; Suudi Arabistan'da hilal görülse oruç tutmak ve bayram yapmak gerekir mi, grekmez mi Bu ne kadar acıdır

Aziz kardeşim bilmemiz gereken bir husus vardır, o da şudur:
Düşmanımızın en büyük gayelerinden biri bizim için önemli olan ana meselelerimizi bir tarafa itip böyle ictihadı meselelerle uğraşıp münakaşaya girmemizi sağlamaktır Bu gibi şeyler için münakaşa etmemiz anlamsızdır Mesele Hanefi mezhebine göre kıyamda me'munun Fatiha-yı Şerife'yi okumaması, Şafii'ye göre okuması gerekir Bayram namazı ile Vitir namazı İmam-ı A'zam'a göre vacip, İmam-ı Şafii'ye göre sünnettir Bu gibi meseleler için münakaşa etmek –ki Allah'a şükür edilmiyor- doğru olmadığı gibi, hilal meselesi için münakaşa etmek de doğru değildir O da aynı şekilde ictihadi bir meseledir Zira Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre dünyanın herhangi bir yerinde rü'yet-i hilal sabit olursa bütün dünyada oruç tutmak ve bayram yapmak icap eder; yalnız Hanbeli mezhebine göre bu hususta Hakim'in hüküm verebilmesi için bir şahit Maliki mezhebine göre iki şahit yeterlidir Yani, Müslüman bir hakim bu şehadete istinaden oruç tutmak veya bayram yapmak için hüküm verirse onun hükmüne uymak gerekir Yalnız Hanefi mezhebi'nin bu hususta değişik bir durumu vardır Ona göre hava açık olursa, rüyetin muteber olabilmesi için cemmi gafirin yani büyük cemaatın hilali müşahede etmesi gerekir Beş, altı, on kişilik bir cemaatın müşahedesi yeterli değildir Ancak, gayrızahir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİBE Karşılıksız vermek, bağışlamak, karşılıksız bağış, bağışlanmış şey
Ivaz (bedel) şart koşulmaksızın bir malın derhal temlik edilmesi: Arapçada genel olarak atıyye, nihle, sadaka ve hediyye sözcükleri de bû anlamda kullanılmaktadır Mecelle 833 maddesindeki tarif şöyledir: "Hibe, bilâ ivaz bir malı temlik etmektir" 855 maddede, ivaz şartına bağlı hibe, her ne kadar başlangıçitibariyle hibe ise de, sonuçlan bakımından satıştan ibarettir
Ibnü'l-Hümâm (ö 861/1457), hibenin tarifinde bilâ ivaz (bedelsiz) kaydından maksadın: "bilâ iktisab-ı ivaz", yani bir bedel kazanmamak şartıyla bir malı başkasına temlik olduğunu belirtir (Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadl, Mısır 1315-17, VII,113; Ali Haydar, Düreru'l-Hukkâm şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, II,614)
Hibe ile teberru sözcükleri arasındaki ilişki şöyle ifade edilebilir Gerçek veya tüzel bir kişinin, başka bir şahsın mal varlığı lehine, kendi mal varlığında meydana getirdiği eksilmeye "teberru" denir Teberru sözcüğü, ivazsız hukukî tasarrufların hepsini kapsayan geniş bir kavram olup, hibeyi de içine alır: Buna göre "heber hibe bir teberrudur, fakat her teberru bir hibe değildir"
Teberru çeşidine giren başlıca hukukî tasarruflar şunlardır: Hibe, vasiyet, vakıf, ibrâ, ibâha, sadaka ve âriyet Vasiyet; vasiyet edenin ölümünden sonra sonuç doğuran ve mirasçılar razı olmazlarsa sadece terekenin üçte birinde geçerli olan bir tasarruftur Hibe kabzla tamam olurken vasiyet Iehine vasiyet edilenin kabulü ile tamamlanır Vakıf; bir malı, genel olarak bir akan, bir hayır cihetine ebedî olarak tahsis etmektir Ibrâ; alacaklının, alacağını almadığı halde, borçlusunu ödemeden muaf tutmasıdır ibrâ, mecaz yoluyla hibe sayılır ve borçlunun bunu kabul etmesi şartı aranmaz Hibe temlîkî bir tasarruf olduğu halde, ibâha genellikle yapıldığı anda lehine teberru yapılan şahısça tüketilen, yenilip içilen bir bağış çeşididir Meselâ; bir kimseye yemek parası vermek bir hibe, onu eve götürüp yemek ikram etmek bir ibâha tasarrufudur Sadaka; Allah rızası için ve sevap kazanmak amacıyla birine yapılan bir teberrudur (Mecelle, mad 835) Âriyet; menfaatin meccânen temliki, yani kullanma ve yararlanma hakkının teberru edilmesidir Hediye ise; birine ikramda bulunmak amacıyla verilen şeylerdir Hanefilere göre, hibeden dönmeye (rucu') engel hallerden birisi yoksa, hediyeden dönülebilir Diğer fıkıh ekolleri hediyeden dönmeyi caiz görmezler (Bkz el-Bakara, 2/263, et-Tevbe, 9/60,104; Mecelle, mad, 834, 862, 863, 864, 874; Ali Haydar, age Mecelle, mad 834 şerhi; Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır 1286 IV,776; el-Mevsılî, el-Ihtayar, III, 48; Ö Nasuhi Bilmen Istilahat-ı fıkhıye Kamusu, Istanbul 1967, IV, 262-283)
Islâm hukukuna göre, rüşvet olarak verilen şeyler hibe veya hediye sayılmaz ve bunların aynen geri verilmesi gerekir Bu gibi şeyler tüketilmiş ise kıymeti ödettirilir (Ali Haydar, Mecelle, 834, mad, şerhi)
Hibenin meşrûluğu kitap, sünnet ve icmâ delillerine dayanır Kur'ân-ı Kerîm'de açık olarak hukukî anlamda hibeden söz eden âyet yoktur Kur'an'da sık sık geçen sadaka ve infak terimleri teberru ve hibeyi de içine alacak geniş kapsamlı sözcüklerdir Verme ve lutfetme anlamlarında kullanılan hibe yerine, daha çok bu kökten türetilmiş olan fiil ve sıfatlar kullanılır: "Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, yedi başak bitiren, her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun hali gibidir" (el-Bakara, 2/261) "Ey iman edenler, sadakalarınızı-malınıinsanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir kim gibi başka kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin" (el-Bakara, 2/264) "Eğer sadakaları açık olarak verirseniz o, ne güzel Eğer onları gizler ve bu şekilde yoksullara verirseniz, içte bu, sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/271) Hibe, kişiyi cimrilikten korur Âyette; "Nefsinin cimriliğinden korunanlar gerçekten kurtuluşa erişmiş kimselerdir" (el-Haşr, 59/9) buyurulur Bağışlarda orta yolun izlenmesi tavsiye edilir "Onlar harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik yaparlar; ikisi orasıorta yoldan giderler" (el-Furkân, 25/67) "Elini bağlı olarak boynuna asma, onu büsbütün de açıp saçma Sonra kınanmış ve pişman bir halde oturup kalırsın" (el-Isrâ, 17/29)
Hz Peygamber'den hibe konusunda çeşitli hadisler nakledilmiştir Rasulullah (sas) Kendisi hediye kabul eder ve karşılığında da hediye verirlerdi (Buhârî, Hibe,11) O şöyle buyurur "Karşılıklı hediyeleşiniz Böylece dostluğunuz artar ve aranızdaki düşmanlık yok olur" (Mâlik, el-Muvatta, Hüsnü'l-Huluk,16) Başka bir hadiste şöyle buyurulur "Nu'mam b Beşir, (ö 44/664) oğlu Muhammed'e bir şey bağışlamış; fakat karısı Amre binti Revâha ona; Hz Peygamber'i buna şahit yapmazsan razı olmam, demiştir Bunun üzerine Numan b Beşir, Hz Peygamber'e gelip; Amre binti Revâha'dan doğmuş olan bu oğluma bir şey bağışladım; o da seni bu işe şahit yapmamı istedi, demiş; Hz Peygamber ise; "öteki çocuklarına da bunun benzerini bağışladın mı?" diye sormuş; hayır, cevabını alınca; "çocuklarınız orasında adâletli davranın" buyurmuştur" (Buhârî, Hibe,13) Başka bir rivâyette, Allah elçisi, "hayır, cevabını alınca; o halde bağışlananı geri al" demiştir (bkz Buhârî, Hibe,12; Müslim, Hibât, 9; Muvatta', Akdiye, 39)
Ebû Hanîfe (ö 150/767), Ebû Yûsuf (ö 182/798), Imam Muhammed (ö 189/805), Imam Şâfiî (ö 204/819) ve bir rivayette Ahmed b Hanbel'e (ö 24/855) göre, bir kimse çocuklarından bazılarına mal bağışlayıp, diğerlerine bir şey vermese, bu tasarruf geçerli olur Onlara göre hadisteki "geri al" emri, vücûb için değil, fazîlet ve ihsan kabılindendir Nitekim, Enes (ra)'ten rivayete göre, erkek çocuğunu öperek dizine, daha sonra gelen kız çocuğunu önüne oturtan bir adama Hz Peygamber; "Bunların ikisini de eşit tutsana" buyurmuştur Bu emir, vücub için değil insaf ye ihsan niteliğindedir (Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerh, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 155)
Hibe bir akit olup, diğer akitler gibi rükünleri icap ve kabuldür Mecelle'nin 837 maddesinde; "hibe, icap ve kabul ile mün'akid ve kabz ile tamam olur" denilmiştir Hibe yaşayanlar arasında cereyan eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİBEDEN RUCÛ (VAZGEÇME):

Hibenin karşılıksız ve bir daha geri alınmamak üzere yapılması asıldır Ancak karşılıksız yapılan hibede mal henüz bağışlananın elinde duruyorsa, yabancıya yapılmış olsa bile dönmek mümkündür Fakat bu mekruh sayılmıştır Hanefilerin benimsediği bu görüş, ashab-ı kiramdan Hz Ömer, Hz Ali, Abdullah b Ömer, Ebû Hureyre ve Fudâle b Ubeyd (r anhüm)'a dayanır
Hz Peygamber, hibeden dönmeyi çirkin görmüş ve yukarıda (Müslim, Hibat 5) kaydettiğimiz hadisi buyurmuştur Yukarıda isimleri zikredilen sahabeye göre, hadisteki benzetme, şer'an değil, mürüvvet ve ahlâk yönünden yapılan bir benzetmedir Çünkü köpek, helal ve harama muhatap değildir Burada davranışın çirkinliği belirtilmek istenmiştir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, A Davudoğlu, VIII,147,148) Diğer yandan hibeden vazgeçmeye cevaz veren bazı hadisler de nakledilmiştir Bir hadiste şöyle buyurulur: "Hibede bulunan, bir ivaz (bedel) almamışsa, hibesinden rucu edebilir" (Ibn Mâce, Hibât, 6; es-Serahsî, age, XII, 48)
Hibeden rucûa engel teşkil eden Durumlar:
a) Kan hısımlığı: Biri kadın farzedildiği takdirde evlenme engeli doğacak derecede nesep hısımı olanlara yapılan hibeden dönülemez Usul, fürû, kardeşler, kardeş çocukları, amca, hala, dayı ve teyze bu gruba girer
b) Eşler, biri diğerine hibede bulunsa, artık dönemez
c) Ivaz verilmesi halinde hibeden dönülmez
d) Hibe edilen malda ayrılmaz bir artış (ziyade-i muttasıla) meydana gelmesi Bağışlanan tarla üzerine ev yapılması gibi
e) Malın, bağışlanan kimsenin elinden çıkması Satmak, hibe etmek, helâk veya istihlâk etmek gibi
f) Taraflardan birinin ölümü Buna göre, bağışlanan öldüğü takdirde, bağışlayan hibesinden dönemediği gibi, bağışlayan öldüğü takdirde de, mirasçıları bağışlanmış olan malı geri alamazlar

Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî hukukçulara göre, hibeden dönmek caiz değildir Ancak, baba çocuğuna yaptığı hibeden dönebilir Delilleri şu hadistir: "Kişinin hibesinden dönmesi caiz değildir Ancak çocuğuna bir şey hibe eden baba bundan müstesnadır" (Tirmizî, Büyû', 62; Ibn Mâce, Hibât, 2) Hanefîler bu hadisi, hâkim kararı olmaksızın, rızaya dayanan, hibeden vazgeçme anlamında kabul ederler (el-Kâsânî, age, VI, 128-134; Ibn Kudâme, el-Muğnî, VI, 296; es-Serahsî, age, XII, 54; el-Cezîrî, age, III, 417-419; Şâfiî, el-Ümm, Mısır, 132-1325, VII, 105; AbdulKadir Şener, age, s 103-105; Mecelle, mad, 866-874)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HIBENİN ŞARTLARI:

1 Bağışlananın, bağışlama sırasında mevcut olması Hanefi, Şâfiî, Ahmed b Hanbel ve Zâhirîlere göre, hibe konusu olan şeyin, bağışlama sırasında, bağışlayanın mülkünde mevcut olması şarttır Buna göre, bir hayvanın doğacak yavrusunu, bağın meydana gelecek üzümünü hibe etmek geçerli değildir Ma'dûmun satışı caiz olmadığı gibi, hibesi de geçerli olmaz (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327-1328, VI,119; Ibn Âbidîn, age, IV, 782; Ibn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1347-1352, IX,116; M Kadri Paşa, el-Ahkâmü'ş-Şeriyye, mad 508; Mecelle, mad 856)
2 Bağışlanan malın, bağışlayanın kendi mülkün olması gereklidır Buna göre, kiracı, kiraladığı malı, âriyet alan, elindeki emânet şeyleri hibe edemez Ayrıca hibe edilecek şeyin mütekavvim mal olması da şarttır (el-Cezîrî, age, III, 403; Mecelle, mad 857)
3 Bağışlanacak malın belirlenmiş olması gereklidir Taraflar arasında bir anlaşmazlığa yol açmaması için hibe edilenin, muayyen ve bilinir olması şarttır (Ibn Hazm, age, IX,116; Mecelle, mad 858)
4 Bağışlayanın âkıl ve bâliğ olması Bağışlayanın teberru ehliyetine sahip olması gereklidir Bu, Mecelle'nin 859 maddesinde şöyle ifade edilir:
"Vâhibin, âkıl ve bâliğ olması şarttır binaenaleyh sağlîr (küçük), mecnûn ve ma'tuh (bunak) un hibesi sahih değildir; Amma bunlara hibe sahihtir"
5 Tarafların rızasının bulunması Rıza bulunmaksızın cebir ve ikrah ile yapılan hibe geçerli değildir Hata ve hile hallerinde hibe akdinin iptali istenebilir (AbdulKadir Şener, Islâm Hukukunda Hibe, Ankara 1984, s 36)
Bir satım akdinde, icap ve kabulden sonra, satıcı, malı alıcıya teslim etmekle yükümlüdür Hibe akdinde ise Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre, bağışlayanın teslim zorunluluğu yoktur Hibe bir teberru olduğu için, kabza kadar, bağışlayanın mülkiyetinden çıkmaz ve bu yüzden hibeden dönmek mümkün olur Ebu Hanîfe, Şâfiî ve Hanbelîlere göre hibede kabz şarttır Kabzdan önce, mücerred hibe akdi ile, mülkiyet nakledilmiş olmaz (el-Kâsânî, age, VI,115 vd; Ibn Kudâme, age, VI, 246-248)
Şartlı ve mükellefiyetli hibe:
Bir hibe tasarrufunda, şart veya mükellefiyetin bulunmaması asıldır Hanefilere göre, şart veya mükellefiyeti de içine alabilen ivazlı hibe başlangıç itibariyle hibe ise de, sonuç itibariyle satımdan ibarettir, bu yüzden de câizdir Hatta Imam Züfer'e (ö 158/775) göre, bu çeşit hibe tam olarak satım akdi hükmündedir Şâfiî ve Mâlikîler de, bu konuda Züfer'le aynı görüştedir (es-Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-1331, XII, 79; Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Kahire 1323-1324, XV, 79; Mâlik, el-Muvatta' Kahire 1348, II, 128)
Ivaz şart koşulan hibe ile ilgili Abdullah b Abbas'tan (ö 68/687) şöyle bir hadis nakledilir: "Hz Peygamber'e (sas) birisi bir deve hibe etmiş, o da karşılığında bir ödemede bulunduktan sonra, o şahsa razı oldun mu? diye sormuş; o şahıs, hayır deyince, onu razı edinceye kadar mukabıl ivazı arttırmıştır" (Ahmed b Hanbel, I, 295; Abdurrezzak, el-Musannef, IX, 105) Tirmizî aynı hadisi naklettikten sonra, bedelin "altı tane genç deve" olduğunu belirtir Ibn Hibbân'ın rivayetinde, Hz Peygamber'in: "Vallahi Kureyş'ten veya Ensar'dan yahut Sakîf'ten olandan başka hiç bir kimseden hibe almamak içimden geçti" dediği nakledilir (el-Askalâni, Bulûğu'l-Merâm, Terc ve Şerh, A Davudoğlu, Istanbul 1967, III, 191, H no: 790/958)
Hz Ömer'in (ö 23/643), yapılan bir hibeye, karşılık bekleyen kimse hakkında; ya bağışladığı şey geri verilmelidir, ya da mukabıl bir ıvaz ödenmelidir, dediği nakledilir (Abdurrezzâk, ag e, IX, 105) Yine Hz Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Iyi cins bir atımı Hak yolunda tasadduk ettim Bir süre sonra sahibi hayvana yazık etmiş Ben onu ucuza satacağını anlayarak, Rasûlüllah (sas)'a hükmünü sordum da: "Onu ne satın al, ne de sadakadan dön; Çünkü sadakasından dönen, dönüp kusmuğunu yiyen köpek gibidir" buyurdular (Müslim, Hibât, 1):
Mecelle'nin 855 maddesinde ; "Ivaz şartı ile hibe sahih ve şart muteberdir" denildikten sonra, konu şu örnekle açıklanır Bir kimse ölünceye kadar kendisine bakmak şartıyla mülkü olan bir akan birine hibe ve teslim etse, lehine hibe yapılan kimse, bağışlayanı bakmaya razı iken, bağışlayan pişman olup hibesinden dönmekle o akarı geri alamaz
Rucu Şartıyla Hibe:
Islâm hukukunda, bağışlanılan şeyin belirli şartlar altında, tekrar bağışlayana dönmesi şartıyla yapılacak hibe akdi tartışmalıdır Bu çeşit hibeler "umrâ", "rukbâ" ve "süknâ" terimleriyle ifade edilir
Bağışlanilan Şeyin Belirli Şartlar Altında Tekrar Bağışlayana Dönması
a Umrâ: Bir evi veya yeri, birisine ömür boyu yararlanmak üzere vermektir "Evimi filana ömrüm boyunca verdim" veya "Evimi sâna ömrüm boyunca verdim" gibi sözlerle yapılır Cahiliye devrinde Araplar bir evi veya yeri ömür boyunca birine verir, o kimse öldükten sonra geri alırlardı Islâmiyet bunu gerçek bir hibe sayarak, tasarrufun sürekli olarak meydana geldiğini ve lehine umrâ yapılanın mirasçılarına intikal edeceği esasını getirdi Câbir b Abdullâh'tan, (ö 74/693) Hz Peygamber (sas)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kimse umrâ yaparsa bu, lehine umrâ yapılan şahsa ve nesline aittir, verene dönmez Çünkü, onda artık miras cereyan etmiştir" (Müslim, Hibât, 20, 21, 22; Mâlik el-Muvatta', II,127-128) Hz Câbir'in şu rivayeti, şartlı umrâ'yı diğerlerinden ayırır Câbir (ra) şöyle demiştir: "Rasûlüllah'ın (sas) cevaz verdiği umrâ; "Bu senin ve çocuklarının olsun" demekle yapılır Fakat; "Bu mülk, yaşadığın sürece senin olsun" derse, mülk, sahibine döner Ma'mer: "Zührî, bununla fetvâ verirdi" demiştir (Müslim, Hibât, 23) Umrâ ile ilgili hadislerin, sürekli hibeyi ifade etmesi karşısında, müctehidler görüş ayrılığına düşmüşlerdir
Hanefi, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirîlere göre, umrâ câizdir Fakat bağışlayan ölünce, tekrar sahibine geri dönmesi şartı bâtıldır Yani, umrâ yoluyla bağışlanan mal, lehine umrâ yapılanın ölümü hâlinde, onun mirasçılarına geçer, bağışlayana veya mirasçılarına dönmez (el Merginânî, el Hidâye, Kahire 1937, III,168; Şâfıî, el-Ümm, Mısır 1321-1325, VII, 201; Ibn Hazm, el Muhallâ, Mısır 1347-1352, IX,164; Ibn Kudâme, el Muğnî, Taif, ty, VI, 302, 308) Mâlikilere, Imam Şâfiî'nin eski bir görüşüne ve Ahmed b Hanbel'in iki ictihadından birine göre, umrâ ve rucu' şartı sahihtir Mâlikîlere' göre, "Bu sana ömür boyu bir bağıştır" denilmişse lehine bağışlananın ölümünden sonra mal, bağışlayana döner (Ibn Kudâme, el Muğnî, VI, 304, 307, 308) Imam Mâlik'in (ö 179/795), şartlı umrâ'nın cevaz konusunda, Medînelilerin amelini (uygulama), âhad haber kabılinden olan Câbir hadisine tercih ettiği anlaşılmaktadır Imam Mâlik, Kasım b Muhammed'den (ö 102/720) şartlı umrâ hakkında şunu nakleder: "Benim yetiştiğim insanlar, mallarında ve verdikleri şeylerde öne sürdükleri şartlara bağlı idiler" Mâlik, Medinelilerin uygulaması hakkında şöyle der: "Medîne'deki duruma göre de umrâ, bağışlayana döner Ancak bağışlayan, bu sana ve senin nesüne umrâ'dır, demişse, o zaman durum değişir" demiştir (Mâlik, el-Muvatta', II,127,128)
b Rukbâ: Bir kimsenin; "Şu evimi sana rukbâ yoluyla verdim; ben senden önce ölürsem ev senin; sen benden önce ölürsen benim olacak" sözleriyle yaptığı bir bağış şeklıdır
Ebû Hanîfe, Imam Muhammed ve Imam Mâlik'e göre, rukbâ şartıyla yapılan hibe bâtıldır Bu şekilde verilecek mal, alan kimsenin yanında "âriyet" olarak kalır Yani mal sahibi, malınıdilediği zaman geri alabilir Ebû Yûsuf ve Imam Şâfiî'nin yeni ictihadına göre ise, rukbâ yoluyla hibe câizdir Sadece şart batıldır ve hibe, umrâda olduğu gibi sürekli olarak meydana gelmiş bulunur Mal, sahibine geri dönmez (es-Serahsî, age, XII, 89; el-Merginânî, age, III,168; Ibn Kudâme, age, IV, 311) Ebû Hanife ve Imam Muhammed; Şa'bî (ö105/723) ve Şureyh (ö 78/697) vasıtasıyla rivayet edilen, umrâyı caiz gören, rukbâyı ise reddeden bir hadisi delil alırlar Ebû Yusuf ise, Câbir (ra)'den rivayet edilen, Hz Peygamberin hem umra'yı hem de rukbayı caiz gördüğünü bildirdiği hadisine dayanır (es-Serahsî, age, XII, 89)
c Süknâ: Bir kimsenin, evini bir başkasına yaşadığı sürece oturmak üzere mesken olarak bağışlamasıdır Hanefilere göre, bu çeşit bağışta mesken, mülkiyet sahibine ait olup, mesken bağışlananın elinde âriyet olarak kalır(es-Serahsî, age, XII, 89) Mâlikilere göre ise, süknâ, lehine bağış yapılan kimsenin veya neslının tüKerimesine kadar yapılmışsa, bunlar ölünce, süknâ hakkıbağışlayana veya en yakın mirasçısına döner (Sahnun, age, XV, 92) Nitekim Hz Hafsa (ö41/244), evini ömür boyu oturması için Zeyd b el-Hattab'ın kızına vermiş, Zeyd'in kızı ölümü üzerine, Hafsa'nın mirasçısı olan Abdullah b Ömer (ö 73/692), bu evi geri almıştır (Mâlik, el-Muvotta', II,128, Akdiye, HNo: 45)
Ca'ferîlere göre, umrâ, rukbâ ve süknâ'da konulan şartlara tam olarak uyulması gereklidır (AbdulKadir Şener, age, s 62)
Hibe Yapacak Kimsenin Ehliyeti:
Mümeyyiz ve reşidlerin hibe yapma ehliyeti
Islâm hukukuna göre, hibe yapacak kimsenin teberru yapmağa mâlik olan kimselerden olması gerekir Çünkü hibe bir teberrudur Teberru yapamayan kimse, hibe de yapamaz Bu yüzden küçüklerin ve akıl hastasının hibesi geçerli değildir Tasarrufta, ivaz bulunmadığı için tamamen aleyhlerine sayılır Yine baba, küçüğün malınıivaz şartı olmaksızın hibe etmeğe yetkili olamaz Bu, teberruda ivaz olmadığı için, küçüğün (yetimin) malına en güzel yaklaşma sayılmaz Âyette; "yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, o en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın" (el-En'âm, 6/152) buyurulur Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bizim küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir" (Tirmizî, Birr,15; Ebû Dâvud, Edeb, 58; Ab Hanbel, I, 257) Baba, ivaz şart koşsa bile, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre hibe câiz olmaz Imam Muhammed bu durumda hibeyi geçerli sayar Çünkü O'na göre, satışa mâlik olan, ivazlı hibeye de mâlik olur (el-Kâsânî, age, V1,118)
Mecelle'nin 859 maddesinde; "Hibe edenin âkıl ve bâliğ olması şarttır" denilir Buna göre, âkıl ve bâliğ kimsenin, sağlığında malının tamamınıveya bir bölümünü dilediği kimselere hibe etmesi câizdir Usul ve fürûu da buna dahildir Çoğunluk Islâm hukukçularına göre, hibe yaparken çocukları arasında eşit davranmanın müstehap olduğu, eşit davranılmadığı takdirde, hibenin mekruh olmakla birlikte geçerli olacağı kabul edilmiştir
Hacr altındaki kimselerin hibe yapma ehliyeti
Islâm bilginlerinin ittifakla hacr sebebi saydığı haller şunlardır: a) Küçüklük, b) Akıl hastalığı, c) Bunaklık (ateh), d) Kölelik (rikk), e) Topluma zarar verme, f) Ölüm hastalığı Ilk üç sebepte, temyiz gücü bulunmadığı için, bunlarla kısıtlı olanlar ne kendileri ve ne de veli veya vasileri, bunların mallarında teberruda bulunamaz Diğer yandan; sefihlik, aptallık ve borç sebebiyle hacr altına almanın hibeye engel olup olmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır
Ebû Hanîfe'ye göre, sefil ve bu hükümde olan aptal (ebleh) ile borçlu kimseler hac altına alınamaz Bunların sözlü tasarrufları ve bağışta bulunmaları geçerlidir
Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre ise, sefih, aptal ve borçlu kimseler hacredilir Mahkemece hacr karan verildikten sonra, artık bunların vakıf ve hibe gibi ivazsız tasarrufları geçerli sayılmaz (AbdulKadir Şener, Islâm Hukukunda Hacr, AÜIF Dergisi, C XXI yıl; 1977, s 345 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİBEYİ KABUL EHLİYETİ:

Hibe tasarrufu kabul ile tamam olur Bunun için, lehine hibe yapılanın, hibe sırasında hayatta bulunması, akıl, bâliğ, mümeyyiz küçük veya mümeyyiz bunak durumunda olması gerekir Bu durumda olanlar, hibeyi bizzat kabul ve kabz edebilirler Gayrı mümeyyiz küçük, akıl hastası veya bu hükümde olan bunak adına hibeyi velî veya vasileri kabul ve kabz ederler Cenin için yapılacak vasiyet geçerli olduğu halde, hibe batıldır Çünkü vasiyet mirasa benzer, ceninin sağ doğduğu takdirde mirasçı olacağında şüphe yoktur Hibe ise hayatta olanlar arasında yapılan bir temliktir (Mecelle, mad 851-853)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİÇ ÖLMEYECEKMİŞ GİBİ ÇALIŞMAK Hemen her hutbede ve her vaazda duyduğumuz bir hadise, hocaefendinin biri "uydurmadır" demiş: Böyle meşhur bir hadisin uydurma olması mümkün müdür? Sözkonusu hadis Şöyle: "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için, yarın ölecekmiş gibi de ahiretin için çalış"
"Meşhur" olan bir hadis elbette uydurma olamaz Ama hadîs dilinde "meşhur" deyince Rasulülah (sav)'tan itibaren her devirde en az üç ravinin rivayet etmiş olduğu hadis anlaşılır(bk Abdullah AYDINLI, Hadis Istilahları Sözügü 97) Sizin meşhur dediğiniz, halk arasında yaygın anlamındadır Aslında uydurma olan bir söz, sonradan halk arasında yaygın, yani meşhur hale gelebilir: Bu onun "sahih" olduğunu göstermezÖnce bu "söz" altı değil, meşhur dokuz hadis kitabında da yoktur Gerçi Beyhakî ve Ibn Kuteybe zayıf senetlerle rivayet etmişlerdir, ama Elbanî -biraz tereddütle karşılamak gerekse de- "Bu hadisin Rasulüllah (sav)'a varan bir aslı bilinmemektedir" der(bk Silsiletü'1-ehadîsid-Dâife, I/20 (H 8) Ali IRFAN'in yazdığı Mufassal Ahlak-i Medenî (Ist1329) adlı kitabın baş tarafında Hz: A1i'nin sözü olarak verilmiş, kaynak gösterilmemiş) Yani hâdis rivayet yönünden çok şaibelidir Dirayet yönüne gelince: Önce hadisin arapçası fasîh değil, yapma bir Arapçayı andırır Ikinci ve daha önemli olarak, ma'nâsi en az iki Kur'ân ayetiyle zıtlık arzeder:1 Geçmiş milletlerin hatalı tutumları kınanırken onlara "hiç ölmeyecekmiş gibi yüksek köşkler, kaleler mi ediniyorsunuz?"(K Su'arâ (26) 129) denir Demek ki, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmak yerilen bir vasıf tır 2 Kârun kıssası münasebetiyle: "Allah (cc)'ın sana verdiği (varlıkta) Ahiret yurdunu ara Dünyadan da nasibini unutma" buyurulur(K Kasas (28) 77) Demek ki, esas olan ahiret yurdunu aramaktır Dünya Ahirete nispetle ne ise önem derecesi de o olacaktır Binaenaleyh, sözü edilen hadis, en azından çok zayıf olmuş olur (uydurma olmaya daha yakındır) ve buna hiç bir hüküm bina edilemez (Allah'u a'lem)
__________________

__________________
 
Üst Alt