I.İ > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLÂMÎ YILBAŞI Müslümanların gerçek yılbaşısı ne zamandır?
Müslümanların itibar ettiği yılın başlangıcı, Rasûlullah'ın ashabı ile birlikte Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri kamerî Muharrem aymn birinci günüdür Muharrem de yılın birinci ayı olmuş olur Kameri yıl, milâdî yıldan yaklaşık on gün kısa olduğu için, Islâmî yıl başlangıcı milâdi yıla göre her sene on gün önce gelir ve yine yaklaşık otuz altı yılda, milâdi yıla nazaran bir yıl farkeder Mükellefiyetlerle ilgili yaşlarda ve hükümlerde kamerî yıla itibar edileceği için, meselâ zekât her yıl aynı mevsimde verilmez Meselâ, Resûlullah Efendimiz altmışüç yaşında vefat etti deniyorsa, bu milâdî yılla yaklaşık altmışbir yaş demektir Ya da günümüzdeki anlayışla otuzbeş yaşında olduğunu söyleyen birisi gerçekte otuzaltı yaşındadır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM'IN KABUL ETMEDİĞİ DAVRANIŞLARDA BULUNAN BİRİSİYLE ORTAK OLMAK CAİZ MİDİR? İslam'ın kabul etmediği davranışlarda bulunan birisiyle ortak olmak caiz değildir Çünkü servetinin tamamı veya bir kısmı meşru olmayan birisiyle yapılan ortaklık, haram ve helal olan malların birbirine karışmasına ve ortaklığın habis bir mal üzerine teessüs etmesine yol açmaktadır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAMİYETİN UYGULANMADIĞI YERDE CUMA NAMAZININ FARZ OLUP OLMADIĞI HAKKINDA ÇELİŞKİLİ SÖZLER SÖYLENMEKTEDİR BUNUN MAHİYETİ NEDİR? CUMA NAMAZI NE ZAMAN FARZ OLMUŞTUR ?
Cuma namazı hicretten önce farz kılınmıştı Ancak müslümanların durumu çok nazik olduğundan Mekke'den önce Medine'ye yakın Naki' al-Hadimat isimli bir köyde kılındı Ve ilk cuma namazını kıldıran Es'ad bin Zürare olmuştur Peygamber (sav) ilk cuma namazını Mekke'den Medine'ye hicret esnasında Kuba ile Medine arasında beni Salim bin Avf'a ait bir vadide kıldırdı Kılınan her iki cuma namazı da henüz İslam devleti meydana gelmeden evvel olmuştu ve tabi'i olarak İslam şeriatı da hakim değildi Cuma namazı diğer namazlar gibi bir namazdır İslam devletinin oluşu ve şeri'atın uygulanması ile hiç bir ilgisi yoktur Hiç bir ayet ve hadis veya mezheb cuma namazının bir yerde kılınabilmesi için İslam devletinin hakim olmasını veya İslam şeri'atının tatbik edilmesini şart koşmamıştı Hanefi mezhebinde üç kişi, Şafii mezhebinde de kırk kişi bi-ittifak küfr diyarı sayılan "mesela: Birleşik Amerika'da” bulunsa yine cuma namazını kılacaktır Ancak Hanefi mezhebinde cuma namazı kılınan yerde müslümanların emiri veya temsilcisi varsa düzeni korumak için onun emriyle olacaktır Emir yoksa, müslümanların uygun gördükleri bir kimse onlara cuma namazını kıldıracaktır
Müslümanların emiri bulunduğu halde cuma namazını kılmak için cema'at kendi kendine bir imam ta'yin edemez, etse de nazar-ı itibare alınmaz Ve kılınan cuma namazı sahih değildir (Şafii mezhebinde cuma namazında emir'in tayini şart değildir) Amma emir olmazsa halk cuma namazını kıldırmak için bir imam tayin edip cuma namazını kılacaklardır
Hatta müslümanların başındaki emir cuma namazını kıldırtmayıp yasaklasa müslümanlar, imkanı varsa onun sözüne bakmadan ve iznini almadan da cuma namazını kılacaklardır
Ayrıca bir gayr-i müslim, İslam diyarını istila edip müslümanların başına geçerek müslüman bir kimseyi Vali (veya Kadı veya müftü) olarak ta'yin ederse bu zat müslümanlara cuma ve bayram namazını kıldıracaktır
Binaenaleyh şu veya bu memlekette cuma namazı kılınmaz deyip halkın inancını bozup sarsmak, kutsal cuma namazından halkı soğutmak doğru değildir Düşmanın bize yapmak istediği şey de budur Şu veya bu memleket darü'l-harb de olsa cuma namazını kılmak mecburiyetindeyiz
Peygamber(sav) buyurdu ki: Ehemmiyet vermiyerek üç cuma namazını terk eden kimsenin kalbini Allah (cc) mühürler (Kütüb-ı Sitte, Hakim)
"Cuma namazlarını bırakmaktan vazgeçsinler Yoksa Allah kalbleri üzerine mühür basar, sonra gafillerden olurlar" (Müslim, Nesai, Ahmed)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İŞRAK NAMAZI

İşrak, güneşin doğuşundan ufukta bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar geçen zamandır Güneşin ufukta görünüşte bir mızrak yükselmesi astronomicilere göre beş derece yükselmesi demektir Ebû Hanîfe'ye göre bu süre içinde namaz kılmak mekruhtur
İşrak namazı, sabah namazından sonra güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra iki veya dört rekat olarak kılman nafile bir namazdır
Diğer nafile namazlar gibi işrak namazı kılanlar, bu namazı kuşluk namazından ayrı olarak ve ondan önce kılarlar Aslında işrak namazı kılındığı sırada kuşluk namazının vakti de girmiş bulunmaktadır
Hz Peygamber'in güneş doğup, kerâhet vakti çıktıktan sonra "Duhâ namazı", sıcak şiddetlenince de "Evvâbîn namazı" kıldığına dair çeşitli hadisler vardır (bk Duhâ namazı ve Evvâbîn namazı mad) Ancak Hz Peygamber, devrinde öğleden önce bu namazların dışında "işrâk namazı" adı ile bir namaz kılındığına dair bir bilgiye rastlanmamıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİDRAC Allah'a isyanda çok ileri giden insanların, Allah'ın kendilerine verdiği mal, başarı ve sıhhat gibi nimetlerle isyanların daha da artırmaları ve sonuçta helâk olmaları
Allah'a tam olarak itaat eden veya en azından iradelerini itaat yolunda azamî derecede kullanan kullar olduğu gibi; Allah'a isyanda, Islâm'a, dolayısıyla hakka, adalete, insanıyete, kısaca Allah'a kul olmaya karşı çıkışta ölçü tanımayan kişiler de vardır Bu iki gruptan birinciler Allah'ın velilerini oluştururken, ikinci grubu ise, ins ve cin şeytanlarının kendilerine sürekli olarak Islâm'a ve müslümanlara karşı çıkmayı ‚vahyettiği', gizli gizli fısıldadığı Şeytan'ın velileri oluşturmaktadır Allah, velîlerine zaman zaman ikramlarda bulunur; Kâinatın işleyişinde kudretine perde yaptığı sebepleri onlar için bir derece ortadan kaldırıp, normal sıradan insanlara olağanüstü gelen bazl fiilleri veli kullarının elinde yaratır; bu tür ikramlara Islâmî terminolojide' kerâmet' denmektedir ki, en büyük kerâmet de Sırat-ı Müstakım üzerinde sapmadan gidebilmektir
Yukarda belirtildiği gibi, Allah'ın velîlerinin karşısında, Şeytan'ın velileri de vardı Bunlar, sürekli olarak Allah'ın dinine ve bu din'in bağlılarına karşı çıkıp, savaş açarlar Bu yetmiyormuş gibi, kendileri de bazen açıktan, bazen münafıkça bir tavırla -"biz ıslahçıyız" diyerek- yeryüzünde fesat ve fitne çıkarırlar Bunlar, her şeyden önce ‚fasık', yani her türlü günahı rahat rahat ve içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan işleyen kimselerdir Eğer bir memlekette bu tür kişilerin yaptıklarına ses çıkarılmaz, her türlü fıskları ve yaktıkları fitne-fesat ateşi söndürülmeğe çalışılmaz, daha açık deyişle, ‚ma'ruf' emredilip, ‚münker' yasaklanmaz; tam tersine ‚münker'ler emredilir, ‚ma'ruf' yasaklanırsa o memleket bir bakıma ‚helâki hak etmiş demektir Bu şekilde helâki hak etmiş olan memleketlerde Allah, fasık, fitneci ve müfsit kişilerin sayılarını daha da artırır; çünkü, toplum iradesiyle artık bunu arzuluyor demektir ve bu yöne yönelmiştir
"Biz bir memleketi helâk etmek dilediğimizde, orada mütreflere (hayatı gaye edinenlere, bohem hayatı yaşayanlara, acımasız -sömürücü- mal düşkünü kapıtalistlere) emrederiz (onların sayılarını çoğaltırız) da, orada fısk ederler "(el-Isrâ, 16/ 17);
"Allah, zaten fasıklardan ve zalimlerden başkasını helâk etmez" (el-en'âm, 6/47; el-Ahkâf, 6/35) Ama bu helâk etme işi birden olmaz Fitne ve fesadın kol gezdiği İslam'ın unutulup horlandığı bir yere Allah önce uyarıcılar gönderir (es-Şarâ, 26/208; el-Kasas, 28/59) Fakat toplumda fitne ve fesadı körükleyen fâsıklar, zâlimler, tâğutlar, mütrefler uyarıcılara ve Allah'a dini'ne karşı cephe aldıkları gibi; çoğunluğu oluşturan yığınlar da genellikle sessiz kalırlar Bu durum, sözgelimi, Hz Nuh'un kavminde olduğu gibi, gerektiğinde 950 yıl, yani uzun bir süre devam eder bu süre içinde Allah tâğutlara, fâsıklara, zâlimlere, hak yola gelmeleri ve aynı zamanda da yaptıklarının helâki hak edecek seviyeye gelmesi izin mühlet verir Onlar ise bu mühlet verişi anlamazlar, helâk olmayacaklarını, yap tıklarından hesaba çekilmeyeceklerini sanırlar Ayrıca, belki hayatlarında bir kez olsun başları ağrımadığı gibi, dünya işleri oldukça yolunda gider; en güzel evler onlarındır; en yüksek makamlarda onlar oturur; en iyi yiyip en iyi giyen ve en güzel kadınlara sahip olanlar onlardır: "Eğer insanlar (hep küfre sapan) bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz o Rahman'ı inkâr eden (ler) in evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları merdivenler; ve evlerine (odalarına) kapılar ve üzerlerine yaslanacakları kolluklar ve altın zinetler yapardık" (ez-Zuhrûf, 43/33-35)
Allah'ın kendilerine verdiği büyük nimetleri, sıhhat, kabıliyet, başarı, makam ve mevkileri; dünya hayatında çıkardıkları her türlü fısk, fitne ve fesatlarına, isyan ve fücurlarına rağmen başlarına ilahî felâketlerin gelmemesini, daha doğru deyişle gecikmesini haklarında hayır sanan Şeytan'ın velileri azgınlıklarında daha da ileri giderler ve sonunda helâktan kurtulamazlar Fakat, helâklerine kadar içinde bulundukları durum, Allah'ın onları aslında derece derece helâke götürmesinden başka bir şey değildir; yani sadece ‚istidrac'tır "Ayetlerimizi yalanlayanlar (a gelince); biz onlar bilmedikleri yönden istidraca tabi tutarız (derece derece helâke götürürüz) (el-A'râf, 7/ 192)
Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın bir kula günah işlemesine rağmen dünyada sevdiği şeyleri ihsanda bulunduğunu görürseniz bilin ki o istidracdır" Hz Peygamber sonra şu ayet-i kerimeyi ok udu: "Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara her şeyin kapısını açtık Nihayet kendilerine verilen nimetlere sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler " (el-Enâm, 6/44) (Ahmed b Hanbel, IV, 145)
Ayrıca mümin olmayanların, kâinattaki kanunlara aykırı olarak gösterdikleri hârikulâde hallere de istidrac denilmiştir Meselâ; Hind fakirlerinin uzun süre aç durmaları, ateşte yürümeleri ve su içinde uzun süre havasız durabilmeleri ve vücutlarına şiş batırmaları gibi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİĞFAR Allah'tan günah ve hatalarının bağışlanmasını isteme, mağfiret dileme
Istiğfar lafzını veya manasını içeren her duaya istiğfar denir Gerek Kur'an-ı Kerîm'de ve gerekse hadis-i şeriflerde istiğfar teşvik edilmiştir Kur'an-ı Kerîm'de; "Rabbinizden bağışlanma dileyin doğrusu o, çok bağışlayandır " (Nuh, 71/ 10) "(Ey Muhammed) Sabret! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah överek tesbih et" (el-Mümin, 40/55) buyurulur
Peygamber efendimiz kendileri istiğfara devam etmiş, ümmetini de teşvik etmiştir (Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîru Sûre, 47/1; Ibn Mâce, Edeb, 57)
Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz: "Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum" buyurmuştur Başka bazı Hadislerde Hz Peygamberin günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir (bk Müslim, Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Sûre, 47/1) Bu nedenle Ebû Hüreyre: "Peygamberden daha çok istiğfar edeni görmedim" (el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, l V, 210) demiştir Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfar etmek vaciptir Peygamberimizin ifadesiyle, "Istiğfâr eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda srar etmiş sayılmaz" (Tirmizî, Deavât, 107)
Istiğfarın Allah nezdindeki değeri bir hadiste şöyle ifade edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ Ilâhe Illâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı dilerim)" derse, Allah günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar" (Tirmizî, Deavât, 17) buyurulmuştur Sadece dili ile istiğfarda bulunmak yeterli değildir Niyeti ve amelleri de dilini doğrulamalıdır Tövbenin en makbul olanı, günahtan kesin dönüş yapılarak, Allah'tan bağışlanma istenmesidir Buna "nasûh tövbe" denir
Ayet-i Kerîme'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Allah'a samimiyetle (nasûh tövbe) edin Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler Peygamberi ve beraberindeki müminleri utandırmayacağı günde, sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar O gün onların nûru önlerinde ve sağl taraflarında yürürken: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla, şüphesiz Sen, herşeye Kadirsin derler" (et-Tahrim, 66/8)
Bir mümin kendisi için tövbe edeceği gibi, ölmüş olan veya hayatta bulunan ana-baba, hısımları ve diğeri müminler için de istiğfar edebilir Bu dua sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın onları bağışlaması umulur Kur'an-ı Kerîm'de bu konuda çeşitli dua örnekleri bulunur: "Ey Rabbimiz bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et" (el-Bakara, 2/286); "Musa şöyle yalvardı: Rabbim, beni ve kardeşimi affet Bizi merhametine garket" (el-A'raf, 7/151); "Babamı da bağışlayıp hidâyete erdir Çünkü o, sapıklardandır" (es-Şuarâ', 26/86);"Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde, beni, annemi, babamı ve biitün mü'minleri affet" (Ibrâhîm, 14/41)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİHARE NE DEMEKTİR? İstihare, herhangi bir şey yapmak isteyen kimse, yapılmasının iyi olup olmayacağını hissetmek maksadıyla iki rekat namaz kılmak, iyi ve hayrın görünmesi için Allah'a yalvarıp dua etmektir Bu namaza istihare namazı, duaya da istihare duası denilir Uyumak veya rüya görmek istihare için esas değildir Hatta vakit dar olup uyuyacak zaman bulunmazsa herhangi bir hayırlı mesele için yine istihare namazını kılmak sünnettir Ancak Şerh Şir'atü'l-İslam kitabında şöyle denilir: Namaz ve dua yaptıktan sonra abdestli olarak kıbleye doğru yatar Rüyada beyaz veya yeşil görürse o işde hayır vardır, siyah veya kırmızı görürse hayır yoktur Ondan sakınmak daha iyidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİHÂRE'NİN ŞEKLİ Bazen istihâreye yatıp hiçbir şey görmediğimiz oluyor Bu durumda ne yapmalıyız?
"Istihâre"de aslolan "rüyaya yatmak" değildir Gerçi "Istihâre", yani Allah'tan "hayırlı olanı isteme" güzel ve güçlü bir sünnettir Rasûlullah Efendimiz'in ashabına hemen her tereddütlü konuda "istihâre" tavsiye ettiği bilinmektedir Ancak "Istihâre", kılma şekli ilmihal kitaplarında anlatılan iki rekât namazdan ve duasından ibarettir Dua yaptıktan sonra, doğrulugu kalbine damlayan yönde hareket eder Bir defa kılmasıyla kalbi bir yöne doğru ağırlık kazanmamışsa, bu namazı üç, beş, yedi defa tekrarlar, yine de kalbi seçim yapamıyorsa istisare de yapamıyorsa âklına uygun geleni yapar Bu yedi defa iki rekâtı, aynı anda da kılabilir Sünnette öğretilen "istihâre" budur Gerçi bazı rüyalar, bazı gerçeklere işaret ederler, ancak isabetli tâbir de ayrı bir ilimdir: Kişinin kendine göre hayra dalâlet eden bir rüya, aslında şerri gösteriyor olabilir Bu yüzden istihâreyi sünnette olduğu gibi yapmak gerekir Fakat, istihâreden daha önemli olanın,"istişâre" yani, salih ve temiz bilirkişilere danışma olduğu da bilinmelidir Rasûlullah efendimiz: "Istihâre yapan zarar etmez, istişâre edende pişman olmaz" (65 el-Hîndî VN/813 (H 21532)) buyurmuşlardır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİMLÂK Mülk satın almak, mülk sahibi olmak, kamulaştırmak Icraî karar alma yetkisine sahip bulunan bir âmme tüzel kişisi (devlet, belediye, vakıf gibi) tarafından bir malın, toplumun yararlanması için karşılığı verilip alınarak umûmun yararlanmasına arzedilmesi anlamında bir Islâm hukuku terimi Mülkiyet hakkını sınırlayan bir tasarruf
Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre, toplumun menfaati ve ihtiyacı gerektirdiği durumlarda devletin şahıslara ait menkul veya gayrımenkul mallara müdahale ederek, bunları zorla satın alıp, toplum hizmetine sunması mümkün ve caizdir Delil, sünnet ve sahabe uygulamasıdır Hz Peygamber Medine'de Naki' denilen ve otlak olmaya elverişli bulunan bir yeri, müslümanların atları otlasın diye, Devlet korusu hâline getirmiştir Hz Ömer de, halîfeliği zamanında, Rabeze denilen bir bölgeyi Devlet korusu statüsüne sokmuştur O yöre halkının: "Ey müminlerin emiri, buraları bizim yurdumuzdur Cahiliyye devrinde oraların uğruna savaştık Islâm gelince de, üzerinde müslüman olduk, hangi hakla buralarını koru yapıyorsun?" diye itiraz etmeleri üzerine şu cevabı vermiştir: "Mal Allah'ındır, insanlar da Allah'ın kullarıdır Eğer Allah yolunda kullanılan hayvanlar olmasaydı, bir karış toprağı bile koru yapmazdım" (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Mısır, 1968, s 414 vd)
Gerek Hz Ömer ve gerekse Hz Osman Kâbe mescidini genişletmek için, çevreden bitişik ev ve arsaları bedeli karşılığında ve sahiplerinin rızası olmaksızın ellerinden almış ve Kâbe haremine katmıştır (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Istanbul 1306, III, 418, 419; Belazurî, Fütuh, s 58; Zeydân, Islâm Hukukuna Giriş, Terc Ali Şafak, Istanbul 1976, s 370) Istimlâkin esası; "zaruretler, sakıncalı olan şeyleri mübah kılar", "zararı âmmı def' için zarar-ı hâs tercih olunur" kurallarına dayanır Nitekim mülkiyetin devir ve temliki, mal sahibinin rızasına bağlı olduğu halde, bir istisna olmak üzere kamulaştırmada rıza aranmamaktadır Mecelle'nin konu ile ilgili maddesi şöyledir: "Ihtiyaç olduğunda, Devlet başkanının emri ile bir kimsenin mülkü, kıymeti ödenmek sûretiyle satın alınarak yola katılabilir Fakat satış bedeli ödenmedikçe, mal sahibinin elinden alınamaz" (Mecelle, mad, 1216; Ibn Âbidin, age, III, 418, 419; Ibnü'l Humâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır, 1389/1970, VI, 234; Molla Hüsrev, Dürer, Istanbul 1318, II, 136)
Bir kimse malını dilediği gibi kullanma hakkına sahip olmakla birlikte, bu kullanım sırasında başkasına "fahiş zarar" verirse, devlet veya devlet veya yetkili kıldığı makamlar, mülke müdahale edebilirler
Ashab-ı Kirâmdan Semüre b Cündüb'ün, bir komşusunu bahçesinde hurma ağaçları vardı Bunlara gelip giderken komşusunu rahatsız ediyordu Bahçe sahibinin şikayeti üzerine Hz Peygamber; Ya ağaçları satmasını veya sökmesini yahut da bahçe sahibine bağışlamasını teklif etti Semüre, bunları kabul etmeyince, bahçe sahibine; "Git ve hurma ağaçlarını sök " (Ebû Dâvud, Akdiye, 31) buyurdu Başka bir uygulama örneği de sulama işiyle ilgilidir Dahhâk (ra) arazısini sulayabilmek için, Muhammed b Mesleme'nin arazısinden kanal geçirmesi gerekiyordu Muhammed b Mesleme buna razı olmayınca, Dahhâk, Müminlerin Emiri Hz Ömer (ra)'e başvurdu Hz Ömer, durumu inceledi ve razı olmasa da Muhammed b Mesleme'nin arazısinden geçirilmesini emir buyurdu (Zeydan, age, s 370)
Sonuç olarak bütün bunlar toplum menfaat ve maslahatını gerçekleştirmek, topluma gelebilecek zararlar önlemek için başka bir çözüm yolu bulunamadığı zaman, sahibinden malının zorla alınmasının caiz olduğunu göstermektir Ancak bunun için, mülkü kamulaştırılacak kimseye, malının gerçek değerinin de ödenmesi gereklidır Yol, nehir, okul, mescid, hastahane alanlarını genişletmek üzere kamulaştırma yapılması, bu konuya örnek olarak verilebilir Olağanüstü ve savaş zamanlarında halkın elindeki bazı menkul mallara yararlanmak amacıyla, bir tazminat karşılığında el konulması, istimvâl (rekızasyon) adını alır Bu el koyma, tüketilmeden kullanılabilen mallarda geçici olduğu için istimvâlde "tazminata bağlanmış ariyet" özelliği vardır (bk "Istimvâl" mad)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSTİMNA (MASTURBASYON "Istimnâ" Arapça'da, "istihâ bi'l-yed" ve "hadhada" olarak da bilinen masturbasyon, genellikle fıtrata, yani genel olarak insanın yaratılışına, özel olarak da organlarının yaratılış gaye ve görevlerine ters görülmüş ve Islâm bir "fıtrat" dini olduğu, bu da fıtrata uymadığı için zaruret (zorunluluk hali) olmadıkça haram, ya da en, azından mekruh görülmüştür Fıtratı daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz: Çivi, tahtaları birbirine tutturmak için yapılmıştır Öyleyse onunla şiş kebabı yapılmaya kalkılırsa insanın eli yanar, kebap da iyi olmaz Bu, işin fıtrat tarafıdır Diğer yönden bir âyet-i kerîmede, irzlarını koruyanlar övüldükten sonra: "eşleri ve câriyeleri müstesna Onlarla olacak ilişkiden dolayı kınanmazlar Işte bunun ötesine geçenler, haddi aşanlardır" (KK el-Mü'minûn 23/5-7) buyurulur Çoğu müfessirler, "bunun ötesine geçenler"e, eliyle istimna yâpanlar da girer, öyleyse onlar da haddi aşmış (haram işlemiş) olur, demişlerdir (Örnek olarak bk Kurtubî XII/105-106; Ibn Kesîr V/458; AIûsî XVNI/10-11) Ancak Alûsî, Cumhura (çoğunluğa) göre istimna âdet haline getirilmişse (cinsel sapma halini almışsa) bu âyetin kapsamına gireceğini, aksi halde girmeyeceğini söyler (Alûsî, agk)
Bir hadîste: "elini nikâhlayan met'undur" (Mahlüf, Fetâvâ I/117: (Ancak mûracaat edebildiğim sahîh hadîs kitaplarında bu hadisi bulamadım Bu hadisî AIûsî, "meşâyihin rivayeti" diye nakleder bk 16\11) Saîd b Cübeyr'in rivayet ettiği bir hadiste: "Zekerleriyle oynayan bir ümmete Allah azab etmiştir" Atâ'nin bir rivayetinde: "Elleri hamile olarak hasredilecek bir kavim duydum Bunların elleriyle istimna yapanlar olduğunu sanıyorum" demiştir
Ayrıca Allah (cc), evlenme imkânı bulamayanların, imkân buluncaya kadar iffetlerini korumalarını emretmiş (KK en-Nûr 24/33) böyle bir yöntem uygulasınlar dememiştir Rasûlüllah Efendimiz de: "Gençler! Imkân bulanlarınız evlensin, çünkü bu, gözü ve iffeti daha iyi korur Bunu yapamayan oruç tutsun çünkü orucûn bunu sağlayacak bir kamçısı vardır" (Buharî, savm 10, nikah 2,3; Müslim, nikâh 1,3) buyurmuş ve bekârlara çare olarak orucu göstermiştir Eğer istimna mübah olsaydı, çare olârak o gösterilirdi Çünkü o daha kolay bir yoldur, denmiştir (Mahlûf, age I/117)
Ancak gerek sözkonusu âyetlerin istimnayı açıkça zikretmedikleri, gerekse bu konudaki hadislerin bir kısmının zayıf oluşu sebebiyle, çoğunluğun haram görmesine karşılık, istimnayı mahzursuz gören âlimler de vardır Meselâ Ahmed b Hanbel bunu, tıpkı kan aldırmaya benzetmiş ve ihtiyaç duyulduğunda, vücuttaki fazlalıkları dışarı atmaktan ibaret olduğu için câiz olduğunu söylemiştir (AIûsî XVNI/10: Burada AIûsî, Ahmed b Hanbel'i o bu görüşünü, Cumhurun haram olduğu kanaatini verdikten sonra verir Ama mahlûf HanbeIî fıkıh kitaplarında buna rastlayamadığını söyler, bk Fet8v8 I/118: ibnü'I-Hümâm da "haramdır, çünkü genellikle şehvet için yapılır, ancak umarım ki, cezası yoktur" der bk AIûsî agk) Hanefîlerce genel olarak haram görülmüş, ancak; kişi bekârsa, ya da hanımından uzakta ise ve de şehvet kafasını aşırı meşgul ediyorsa, ya da zinaya düşme endişesi varsa ve bunu kendini teskin için yaparsa günah olmayacağı umulur Ama zevklenmek ve şehvetlenmek için yaparsa günâhkardır, denmiştir (ibn Âbidîn N/160: Mezühib-i erba'a'da: "Bazı Hanefi ve Hanbelîlerin, zinaya düşme korkusuyla caiz görmeleri zayıf bir görüştür" denir bk V/152; Mâlikiler de cevazı için iki şartı öngörürler: 1 Zinaya düşme korkusu, 2 Evlenmeye güç yetirememe bk Kardüvî, el-Helâl ve'I-harâm 165) Imam-i Şâfî önceki görüşünde (kadîm) câiz olduğunu söylerken, sonraki görüşünde (cedîd) haram olduğu kanaatına varmıştır (Bu konuda geniş bilgi için bk Zuhaylît VI/25) Mesele Rasûlullah'ın amcaoğlu Ibn Abbas'a sorulduğunda: "Zina yapmaktansa bu iyidir" (Sa'rânî, Kesf) cevabını vermiştir Bütün bunlara göre; istimna genellikle hoş görülmemiş, fıtrata (normal yaratılışın gereğine) zıt bir eylem kabul edilmiş, cinsel sapma halini alması, psikolojik hastalık oluşturması gibi olumsuz yönleri hesaba katılarak, haram, ya da mekruhtur denmiştir Ancak daha büyük zararlara düsme endişesi olduğu yerde; "iki zarardan başka alternatif yoksa, küçük olan zarar tercih edilir", "zaruretler haram şeyleri mubah kılar" kurallarınca yapılması câiz görülmüş, hattâ zina endişesi kesin ise, vacip bile olur denmiştir Alışkanlık oluşturması ve zevk için yapılması ise ittifakla haramdır Hanımının eli vs azaları ile yapılması ise her halûkârda câizdir, helâldir
 
Üst Alt