I.İ > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM'A GÖRE KARABORSANIN HÜKMÜ NEDİR? İslam hukukuna göre piyasayı serbest bırakıp ona müdahale etmemek gerekir O, arz ve talebe göre kendi kendini ayarlayacaktır Bunun için Peygamber (sav)'in zamanında piyasa oynayıp fiyatlar anormal bir şekilde yükselince, Peygamber (sav)'in duruma müdahale etmesi istendi ise de müdahaleyi uygun görmeyerek şöyle buyurdu: "Fiyatları tesbit eden, darlığğı ve bolluğu veren ve rızıklandıran Allah'dır" (et-Termizi) Ancak suni pahalılık yaparak fiyatlarla oynayan olduğu ve amme maslahatı işe müdahale etmeyi gerektirirse, o zaman müdahale etmek narh koymak caizdir Buna muhalefet etmek de caiz değildir (el-Hidaye) Bunun ilçin karaborsa muameleleri ammeye zarar verdiğinden tasvip edilemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLÂMA HAS BİR ÂİLE TİPİ VAR MIDIR? İSLÂMÎ ÂİLENİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Biri diğerinin sonucu olması bakımından aynı şeyleri anlatmış olacakları, ya da birinin cevabı içerisinde diğerininki de bulunacağı için, bu iki soruyu birlikte cevaplamayı uygun görüyoruz
Bilindiği gibi sosyoloji; tarihi gelişmeler, sosyal ve ekonomik etkiler sebebiyle oluştuğunu ve geliştiğini varsaydığı çeşitli âile tiplerinden söz eder: Klan Aile, Zadruga Ailesi, Pedersahi Aile, Modern Aile ve Modern Aile ya da Çekirdek Aile gibi
Sosyoloji ile uğraşanlar, Klan Aile tipini en ilkel ve en geniş âile olarak değerlendirir Bugün için modern âile dedikleri Çekirdek Aile ise, en gelişmiş âile tipi olarak kabul edilir "Bu gün için " diyorum; çünkü ölçü insan aklı olunca, yarının moderni ve en güzeli elbette daha değişik olacaktır Zaten Klan Aile tipinden hareketle modernleşme yolunda durmadan küçülen âile,1917 Bolşevik Ihtilâli ile iyice küçültülmüs ve çocuklar da âileden koparılarak âile sadece karı-kocadan oluşur hale indirgenmiş, onların da karşılıklı sorumlulukları azaltılmış ve bağlılıkları âdetâ pamuk ipliği gücüne indirilmiştir Yani Klan Aile tipi aşırılığının bir ucunu oluşturursa, bu tür bir Çekirdek Aile de diğer ucunu oluşturur denebilir
Bütün bu âile tiplerine, gerek sosyolojik, gerekse Islâmî açıdan baktığımızda, her birinin bazı âvantajların yanında, bir çok sakıncalarının da olduğunu görürüz Nitekim karı ile kocaya indirgenen âile tipi, bizzat Rusya'da bile daha 1925'lerde tepki görmüş, nihayet 1940'larda eski haline çevrilmiştir Fransa gibi bazı batı ülkelerinde bu geri dönüş biraz daha ileri gitmiş ve anne - babayı da, evlere yapılacak ilâve bir bölümün olması şartıyla, âileye dahil etmiştir
Sözünü ettiğimiz avantajlı yanlar ve sakıncaları burada açıklamaya kalkışmamız, bizi istenen çerçeveden uzaklaştıracağı için, onlara değinmeyecek ve Islâmî âile tipi için; sözkonusu sakıncaları giderici, avantajları ise bünyesinde toplayan bir âile tipi, kısaca Islâmi aile diyecegiz Mesele ilmi ölçüler içerisinde incelenirse, bu ifadenin aslâ subjektif olmadığı anlaşılacaktır Islâmi aile tipini ille de bunlardan birine benzetmek gerekirse, bazı batı ülkelerinde geri dönüşte varılan noktadaki modern çekirdek aile, Islâmi olana en yakın olanda denilebilir
Öyleyse Islâmi olan nasıldır?
Bu soruya en kısa şekilde şöyle cevap verebiliriz: Dayanışmada Klan Aile tipini andırır şekilde -fakat aynısı değil- kalabalık, hattâ "el-Akrap fel-Akrap" formülü ile "âkile" gibi büyük bir cemaat oluşturacak kadar geniş, saygı ve sevgi esasına dayanan, günlük hayatta, yatmada; kalkmada; tek tek herkesin şahsiyetini geliştirmede ve herkesi konumuna· göre sorumlu olma düzeyine yükseltmede çekirdek bir âile tipi Ne var ki bunun son derece kapalı ve açıklamaya muhtaç bir genelleme olduğu da bilinmelidir
Diğer yönden, ekonomik dünya görüşlerinin aile tipinin, aile tipinin de konut tipine, mimariye, dolayısıyla şehircilik anlayışına etki edeceği de ayrı bir gerçek, bu yönüyle baktığımızda da Islâmdaki âile dar ve geniş anlamda olmak üzere ikiye ayrılabilir Dar anlamda çekirdek birim, -küçük çocuk yoksa karı ile kocaya kadar inebilir Onların "Beyt" anlamında bir barınağı olacağı gibi, yetişmiş çocukların ve anne-babanın da bu anlamda müstakil birer "Beyt"i, ya da konutu bulunacaktır Bunu Kur'ân-ı Kerim'in Nûr Sûresi ayet 61 den ve Peygamberimizin on yaşına gelmiş çocukların gecelemede birbirlerinden ayrılması emrinden anlıyoruz Ayrıca Nûr Sûresi 58 ve 59 âyetler de bu konuda bize ışık tutar Bu bağlamda "beyt" ve "dâr" kelimelerinin taşıdıkları anlamlar da bizim Islâmî âile tipi ve konut şekli hakkında bilgi edinmemize yardımcı olur "Beyt", müstakil olarak kilitlenebilir, yerine göre küçük konuttur Bazan bir oda bile "beyt" anlamı taşıyabilir "Dâr" ise beyt'lerden oluşan âdetâ bir toplu konuttur Ancak Islâmda âileler arası dayanışma, asabe, âkile, ya da "el-Akrap-Fel-Akrap" formülüne göre zorunlu olduğu için beyt'lerden oluşan toplu konut, yani "dâr" tipinin Islâm mimarisinde, revaklı cami avlularını andıran, bir tek karevî meydana açılan, dışa kapalı bitişik odalar şeklini aldığını görürüz Bu tip Islâmî mimari, halen bazı doğu ve güneydoğu Anadolu kasaba ve şehirlerinde, Mısır'da; Suriye'de ve Irâk'ta yaşanmaktadır

Islâmi Aile, Islâm dışı bütün âile tiplerinden farklı, fâkat daha çok modern çekirdek âileye yakın orijinal bir âile tipidir
Islâmda aile yuvası "harem" (saygın ve kutsi" olarak adlandırılır ve âiledeki her ferdin naslarla çizilmiş bir hürmet hakkı ve görevi vardır Bu itibarla âilede hürmeti zedeleyen her yol kapalıdır Karı ile koca müstakil bir beyt'te yaşadığı gibi, hizmetçi ve yetişkin çocukların odaları da ayrıdır Yetişkin olmayan, fakat karı-koca ilişkilerinden haberdar çocuklar da, anne ve baba ile aynı odada yatamazlar Ev, mahrem olmayan kadın ve erkeklerin halvetine engel olacak kâdar büyük ve bölmelidir, ya da bu durumda olanlar müstakil evlere ayrılmak zorundadır
Yaşlılar kendilerine yeterli oldukları sürece yaşarlar Ancak bakılmaya muhtaç durumda iseler, kanunlarla belirlenmiş sıraya göre yakınları onlara bakmakla yükümlüdür Bu sadece vicdanlara bırakılmamıştır Vicdanlar âhiret inancıyla terbiye edilmekle beraber, zorlayıcı kanuni müeyyideler de vardır Dolayısıyla Islâm Toplumunda Huzur Evi ve Kres denen tecrit kampları yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAMDA AHİR ZAMAN Islâm'da âhir zaman denince dünya hayatının son dilimi ve son dönemi hatıra gelmektedir Zira akidemize göre başlangıcı olan bu âlemin mutlak sonu da vardır Fakat bu sonun kesin olarak zamanı bildirilmemiştir Bu bilgi yalnız Allah'a mahsustur Ancak Islâm akidesini bozmak isteyen bazı batıl inanç sahipleri bu konuda tarihler vererek belirlenmemiş ve belirlenmediği nasslarla sabit olan bir hususta (el-A'raf, 7/187; Lokman, 81/34; Cibril Hadisi)* doğru olmayan ve tahminlerden öteye gitmeyen rakamlar vermektedirler Ancak, Hz Peygamber'in gelişi ile kıyamete yakın olan son dilimin başladığı hususunda Islâm bilginleri de görüş belirtmişlerdir Âhir zamana İslam'ın MVII yüzyılın başlarında yani 610 yılında vahyin başlamasıyla girildiği hususunda bazı Hadislerde işaretler vardır (Müslim, Fiten, 132 vd) Başlangıcı hakkında işaretler verilmişse de sonu ile ilgili bilgi yalnız yaratana has kılınmıştır Bunu kimsenin bilmesine imkân yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLÂMDA "KEFÂET" (DENKLİK) "Kefâet"in sözlük anlamı denklik ve eşitlik demektir Kur'ân-ı Kerîm'de Allah için "hiç kimse 0'nun dengi değildir" denir (Ihlâs Suresi)
Islâm hukukûnda ise, "kefâet", aşağılanmalara meydan vermemek için bazı konularda karı-koca arasında aranan denklik ve uyum demektir Meselâ Hanefi mezhebine göre kocanın karıya; nesepte, dindarlık ve takvâda, meslekte, hürriyette ve malda denk olması, yani ondan aşağı olmaması gerekir
Buna göre 1 Temiz ve dindar bir adamın kızı fâsık bir erkekle evlenirse denklik bulunmamış ve nikâh, kadının velilerinin onayına bağlı olmuş olur Ama fâsıklığın sınırını belirlemek zordur Imam Muhammed, insanların, hattâ çocukların maskarası haline gelecek sarhoşlar ancak böyle bir kadına denk olamazlar der Ebû Yusuf ise, erkeğin, fâsık, şahsiyet ve onurunu koruyan birisi olursa denk olmaktan çıkmayacağı görüşündedir
2 Haram olmayan hiçbir iş insanı aslında küçültücü olmamakla beraber, bazı yerlerde bazı işler itibârı olarak aşağı görülüyorsa, kadının böyle bir iş sahibine varması yine kadının velilerinin iznine bağlıdır Bir üniversite hocasının kızının bir ayakkabı boyacısıyla evlenmesi gibi Ancak Imâm-ı Az'am bu konuda denkliğe itibar etmemiş, Ebû Yusuf da çok fâhiş bir farklılık olursa itibar edilir demiştir
3 Hür olan bir kadın, hür olmayan bir erkekle evlendirilemez Ancak günümüzde kölelik bulunmadığından bu maddenin uygulanması söz konusu değildir
4 Kadının peşin mehrini ve nafakasını(mesken, elbise, yeme, içme) temin edecek kadar maddi imkânı olmayan bir erkek; zengin ve müreffeh bir kadına denk değildir Ebû Yusuf'a göre, mehre imkânı olup, nafakaya imkânı olmayan "denk" değildir ama, mehre imkânı olmayıp nafaka teminine imkânı olan "denk"tir Çünkü kadın mehrini isterse sonraya da bırakabilir Ancak erkek kadının nafakasını (mesken, elbise ve yeme içme masraflarını)günlük olarak temin edebilecek durumda ise denklik için bu yeterlidir, erkekte bunun ötesinde bir zenginlik aranmaz
5 Sadece Babası Müslüman olan erkek; hem Babası hem de dedesi Müslüman olan kadına denk değildir Ama Babası ve dedesi müslüman olduktan sonra, daha ötesine itibar edilmez Babası müslüman olmayan bir müslüman erkek de bâbası müslüman olan bir kadına denk değildir Çünkü müslümanlar dinî asalete önem verirler
6 Kabîlecilik ve ölçüde ilkel bir duygu olmakla beraber, bunun kuvvetle yaşadığı yerlerde düşük itibar edilen bir etnik gruba mensup bir erkek, kendilerini çok şerefli sayan bir kadına "denk" değildir: Bu aslında birinin üstün, diğerinin aşağı olduğundan değil, öyle kabul edildiğinden ve bunun aile bağını sarsıcı bir unsur olabileceğinden ötürüdür Bu yüzden erkeğin aşağı sayılan kabile den evlenmesi halinde böyle bir endişe yoktur
Imdi Islâm hukukuna göre bu konularda bir kadının velisinin iznini almadan dengi olmayan bir erkeğe varması halinde, kendisine ve velisine gelecek aşağılanma endişesinden ötürü velisi bu nikâhı onaylamayabilir ve onaylamayınca da mahkeme nikâhı fesheder, yani boşama değil fesih olmuş olur Kadın da artık o erkekle beraber olamaz Ama kadının yakın velisinin, o yoksa eşit velilerinden birisinin bu evliliği kabul etmesi halinde nikah geçerli olur ve artık kabul etmeme söz konusu olmaz Ama kabul edenin uzak veli olması halinde yakın velisi kabul etmeyebilir ve onun dediği olur
Velinin kızı adına mehri alması, çeyiz hazırlığına başlaması, kocadan nafaka tedarikini istemesi, kabul demektir Artık dönüş olmaz Ama susmuş olması kabul demek değildirGörüldüğü gibi "denklik" sadece kadının lehinedir ve bunda sadece onun onuru ve sosyal statüsünün korunması hedeflenmiştir Başka bir deyişle erkek bu sayılan özelliklerde kendisinden aşağı bir statüdeki kadınla evlenebilir, ama kadın kendisinden aşağı statüdeki bir erkekle evlendirilemez Çünkü bu kadın onurunu zedeleyici ve onu aşağılayıcı bir sonuç doğurabilir: Sosyal kabullenişte "aşağı" bir erkekle evlenmek kadına ağır geldiği kadar, yine sosyal kabullenişte "aşağı" bir kadınla evlenmek erkeğe ağır gelmez: "Sosyal kabullenişte aşağı"diyoruz, çünkü gerçek üstünlük, sosyal statü ile ve kadın ya da erkek olmakla değil, "takvâ" iledir Onu da ancak Allah bilir "Kefâet"le ilgili birinci önemli nokta budur
Ikinci nokta "kefâet"in yine Hanefîlere göre, nikâhın sahih olmasının şartı değil de, geçerli olmasının şartı olduğudur Yani bu "denklik" itibarıdır, aslında değil de insanların kabullenişiyle alâkalıdır Bu yüzden denk kabul edilmeyen eşlerin evlenmesi halinde bile nikâh sahih olur, ancak kadının duygularına mağlup olabileceği hesaba katılarak geçerliliği velisinin iznine bağlı bulunur
"Kefâet"in aslında değil de itibari olduğundan ötürüdür ki, bazı fıkıhçılar nikâhta denklik diye bir şeyin zaten olmadığı kanaatindedirler Sevri, Hasan Basrî, Mâlik ve Hanefîlerden Ebûbekr Râzî ve Kerhî bu görüştedirler ve tutundukları delilleri de vardır:
Meselâ : 1 Allah "Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık (yani hepiniz aynı kökendensiniz) Allah katında en değerliniz en takvâlı olanınızdır" buyurur (Hücürât 49/13)
2 Rasûlüllah Efendimiz: "Hiç bir Arabın Arap olmayana, takvâlı olması hariç, bir üstünlüğü yoktur"(Zuhayrî, el-Fıkhu'I-Islâmî VI/232 vd) "Insanlar tarağın dişleri gibidir Hiç bir Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur Üstünlük tâkvâ ile dir" buyurmuştur
3 Aslen köle olan Bilâl, Ensar'dan bir kadına talip olmuş, onlar kabul etmeyince Rasûllüllah da vermelerini emretmiştir Bunun başka örnekleri de vardır (Örnekler için bk: Zuhayıî, el-Fıkhu'I-Ilslâmî VN/230-31; Mavsilî, Ihtiyâr Nl/144)
4 Insanların insan olmaları bakımından kanları eşittir Asil birisi, aşağı birisi için, âlim için öldürülür Demek ki insanlar arasında fark yoktur
Ama dört mezhebin fıkıhçılar çoğunluğu (cumhur), denkliği nikâhın geçerli olmasının şartı olarak görürler Onların delilleri de şunlardır:
1 Rasûllüllah Efendimiz: "Üç şey geciktirmeye gelmez Dengi bulunduğunda kız", "Kadınları ancak dengi olanlarla evlendirin", "nutfeniz için seçme yapın ve denk olanları birbirleriyle evlendirin" "soylu kadınları, denklerinden başkasıyla evlenmeye bırakmam", "Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir erkek geldiğinde kızınızı onunla evlendirin Böyle yapmazsanız (yani bu konularda denklik aramazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük fesat çıkar" (Hadîslerin kâynagi için bk Zuhayıî age VN/232-33) buyurmuştur Ibn Hümâm'ın dediği gibi, bu hadisler zayıf olsalar da, birçok kanaldan gelmiş olunca manaları birbirini güçlendirmiştir (Fethu'I-Kabîr N/417 vd)
2 Makul olan da evlilikte denkliğin gözetilmesidir Çünkü uyumlu bir aile ancak böyle kurulabilir Kadının,kendi statüsüne göre aşağı bir erkekle evlenmesi halinde, kadınlık onuru rahatsızlık duyabilir, başkaldırabilir Böyle bir erkekle evlendiği için ailesinin ve kendisinin aşağılandığı duygusuna kapılıp, huzursuzluk çıkarabilir Çünkü kadın genellikle edilgendir, bekleyen ve alan durumundadır Kocasını herhangi bir yönden eksik olarak görmesi, onu hedefine ulaşamamış kılar Böylece aralarındaki sevgi bağları kopar, aile yuvası dağılır Âdeten kadının ailesi de bu konuda erkeğin ailesinden daha duyarlıdır ve daha çabuk etkilenir Kısaca erkeği, belli konularda kendisinden daha aşağı itibar edilen bir kadınla evlenmiş olmak, genellikle etkilemez ama bu, kadın için çok etkileyici olabilir Bu yüzden "denklik", sağlam ve kalıcı aileler kurmakta gerçekten ilginç ve etkili bir çaredir Bunu etrafımıza bakarak da hemen farkedebiliriz Nice büyük siyaset adamları, bakanlar, üst düzey bürokratlar, doktorlar, profesörler tanırız; hanımları ilkokul mezunudur, hatta bazıları ilkokul mezunu bile değildir Sadece ev hanımıdırlar, bir sosyal statüleri yoktur Ama buna rağmen huzurlu, sıcak ve verimli bir aile yapısına sahiptirler Bunun aksini düşünmek, genellikle mümkün değildir Bir bayân profesör, bir doktor, bir yüksek bürokrat, kültürsüz ve ıssız bir erkekle, bir ayakkabı boyacısı ile evlenmez Evlenmiş olsa da bu evlilik yürümez; kadın bunu kendisine yakıştıramaz ve bu tür evlilikler nadiren olsa dahi boşanma ile sonuçlanır Tamamen değilde genellikle böyle oldûgu için, Islâmda denkliğin olmaması, nikâhın sıhhatine zarar vermez
Türkiye'de yürürlükte bulunan Medeni kanunun Aile Hukuku, Islâm Hukukunu kabul etmediğine göre, ülkemizde bu konuda inandığımı yaşamak istiyorum diyecek fertler açısından durum ne olur?
1 Önce "denklik" meselesi aslı ve tam objektif bir mesele değildir Itibaridir Onun için velinin izni alınmadan yapılan evliliklerde, "denklik" açısından yapılacak itirazları, kişilerin kendileri değil, güvenilen ilim ehlinin tesbiti gerekir Evlenen kadının rızası ve velinin izni olursa zaten mesele kalmaz
2 Böyle bir durumda, denksizliğin tesbit edilmesi halinde, müracaat mercii mahkemedir Nikâhı fesh ve eşleri ayırma hâkimin elindedir Bugün böyle bir şey istenemeyeceğine, hakem tayinini de taraflardan biri büyük ihtimalle kabul etmeyeceğine göre, böyle nikâhların dinen sabit olduğu ve artık bozulamayacağı sonucu ortaya çıkar
3 Bu tür olumsuzluklara meydan vermemek için, günümüz şartlarında dinî nikâh yapmak isteyen müslümanların, resmî nikâh yapmadan bunu yaptırmamaları akıllıca bir hareket olur
4Imam Ebû Hanîfe'den bir nakle göre de, kadının dengi olmayanla evlenmesi zaten câiz değildir Serahsî bunun daha ihtiyatli bir yol olduğunu söyler Çünkü herkes mahkemeye başvuruyu iyi bilmiyor, kadıların hepsi de adil olmuyor, der Bu gün için böyle bir mahkemeye başvurmak hiç mümkün olmayacağından güvenilir âlimlerin denksizliğin bulunduğunu tesbit etmeleri halinde, veliler yapılan nikâhın hiç olmadığını kabul ederek ona göre davranabilirler (Allahu a'lem) Ancak denkliğin bulunup bulunmamasına karar verecek olan, velilerin kendileri değildir Yanlış bir adım atılması durumunda da birisiyle nikâhlı bulunan kadın, bir başkasına nikahlamak gibi bir durum ortaya çıkar ki, bu zinaya sebep olan bir birleşmedir Meseleye Islâm hukuku açısından bakıldığında durum budur Bugünkü medeni hukuk açısından meselenin değerlendirilmesi ise ayrı bir konudur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAMDA EVLENMENİN HÜKMÜ NEDİR? İslamda evlenmenin hükmü üç kısımdır: Vacip, sünnet ve mübahtır

1- Bir kimsenin şehveti galebe çalıp günaha girmekten endişe ederse evlenmesi vaciptir
2- Bir kimse şehvet hissine sahip olur, fakat iradesi kuvvetli olduğundan günaha girmesi söz konusu olmazsa maddi durumu müsaid olduğu takdirde evlenmesi sünnettir Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Ey gençler cemaatı! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin Çünkü evlenmek gözü haramdan en çok çevirici ve ırzı en ziyade koruyucudur Evlenmeye gücü yetmeyen oruç tutsun Çünkü oruç onun için şehvet kırıcıdır" (Buhari, Müslim) İmam-ı Şafii (ra) şöyle diyor: "İradesi kuvvetli olduğundan harama girmekten endişesi olmayan kimsenin evlenmeyip ibadetle meşgul olması daha iyidir Çünkü Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de Hz Yahya'yı "Hasun" –kadınlara karışmayan- kelimesiyle meth ve sena ediyor"
3- Bir kimse yaşlı veya cinsi iktidarı zayıf olursa evlenmesi mübah ise de, evlenmemesi daha iyidir Çünkü evlenme gereği olmadığı halde ağır bir yük altına girmiş olur (al-Müğni li ibn Kudame)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ISLÂM'DA İŞÇİ KAPSAMI, BEŞERÎ HUKUKTAKİNDEN DAHA GENİŞTİR Ücret karşılığı işçi çalıştırmanın meşrûluğu kitap, Sünnet ve icmâ delillerine dayanır Islâm'dan önceki semavî dinlerde de ücretle işçi çalıştırma uygulaması vardır Bunlardan birisi Hz Musa ile ilgilidir Hz Musa, peygamber olmadan önce Mısır'dan ayrılarak, şuayb peygamberin bulunduğu Medyen yöresine gider Kasabanın kenarında, koyunlarını sulamaya çalışan Şuayb (as) iki kızına yardımcı olur Olayın devamı Kur'an'da şöyle anlatılır:
"Derken o iki kadından biri utana utana yürüyerek Musa'nın yanına geldi ve şöyle dedi; Babam (koyunlarımızı) sulama ücretini vermek üzere seni çağırıyor"
"O iki kızdan biri dedi: Babacığım onu ücretle çoban tut Şüphesiz çalıştırdığın işçilerin en hayırlısı bu güçlü ve güvenilir adamdır" (el-Kasas, 28/25, 26)
"Şuayb (as) dedi: Bu iki kızımdan birini -sen bana sekizyıl işçilik yapmak üzere- sana nikâhlamak istiyorum" (el-Kasas, 28/27) Islâm'dan önceki ümmetlere ait hükümler, neshedildiği sabit olmadıkça geçerliliğini korur Özellikle bunlar tenkit ve kötüleme için zikredilmemişse, yararlanılması amaçlanmış olur (Ali Haydar, age, I, 673)
Diğer bazı ayetlerde de isçilikten söz edilir: "Insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır" (en-Necm, 53/39);
"Insanlara mal ve ücretlerini eksik vermeyin " (el-A'râf, 7/85); "Eğer boşadığınız kadınlar, sizden olan çocuklarınızı emzirirlerse, onlara ücretlerini veriniz" (et-Talâk, 65/6); "Musa (as) ile Hızır, yolculuk yaparken yolları bir köye uğrar Hızır (as) orada yıkılmak üzere bulunan bir binayı sağlamlaştırır ve buna karşılık herhangi bir ücret talep etmez Yiyecek sıkıntısı içinde olduklarından, Musa (as) ona şöyle der: "'Eğer sen isteseydin, bu işe karşılık ücret alırdın " (el-Kehf, 18/77)
Yukarıdaki ayetler, bir insanın, diğer bir insan tarafından ücret karşılığında çalıştırılmasının meşrû olduğunu gösterir Diğer yandan geçmiş toplumlarda da uygulamanın böyle olduğuna işaret eder
Hz Peygamber'in işçi konusunda çeşitli hadisleri vardır: "Işçiye ücretini teri kurumadan veriniz" (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, Kahire 1973, IV, 129; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır, tş IV, 292); "Bir işçi çalıştıran kimse, ona vereceği ücreti bildirsin" (Nesaî, Eymân ve'n-Nuzûr, 44) Kudsî bir hadiste de şöyle buyurulur: "Üç kimse, kıyamet gününde beni karşılarında bulacaktır: Benim adımı verip haksızlık eden; hür bir insanı satıp parasını yiyen; bir kimseyi çalıştırıp da, ona ücretini vermeyen" (Buhârî Büyû', 106, Icâre, 12, 15; Ibn Mâce, Rehin, 4; Ahmed b Hanbel, II, 292, 358, III, 143)
Hz Peygamber, eski toplumlarda işçilerin haklarının gözetildığını belirtirken özet olarak şöyle demiştir: "Geçmiş kavimlerden üç kişi bir yere gitmekte iken, yolda fırtınaya yakalanarak bir mağaraya sığınırlar Fırtınanın getirdiği büyük bir kaya parçası mağaranın ağzını kapattığı için, içeride mahsur kalırlar Kendi aralarında konuşarak, Allah katında, en değerli olması muhtemel amellerini öne sürüp, kurtuluş için dua etmeye karar verirler Ilk ikisinin duasıyla kaya parçası biraz aralanır Bir işveren olan üçüncüsü şöyle dua eder: Ey Rabbim, ben birtakım işçiler çalıştırdım Ücretlerini ödedim Ancak işçilerden birisi ücretini almadan gitti Onun hakkını ticaretle işletip arttırdım Bir çok malı oldu Bir süre sonra gelerek ücretini istedi Ben, gördüğün şu deve, sığır, koyun ve hizmetçiler senin ücretinden meydana geldi, dedim Benimle alay etme, diye cevap verdi Seninle alay etmiyorum, dedim Bunun üzerine bütün malınıalıp gitti, hiç bir şey bırakmadı Ey Rabbim; bunu sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam, bizi bu mağaradan kurtar!" Bu duanın arkasından mağaranın ağzını kapatan taş yuvarlanır ve oradan kurtulurlar" (Buhârı, Icâre, 12; Kâmil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtaşarı Tecrid-i Sarıh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1957-1972, VII, 37-41)
Bir ücret karşılığı işçi çalıştırmanın caiz olduğu konusunda görüş birliği (icmâ') vardır
Çok az sayıda bilgin, iş akdinde yararlanma, akit sırasında elde edilemediği için, bu akdin caiz olmadığını öne sürmüşse de, bu görüş zayıf kalmış ve yüzyıllar içinde taraftar bulamamıştır Ibn Rüşd (ö 520/1126) bu konuda şöyle der: Yararlanma her ne kadar akit sırasında mevcut değilse de, süre geçtikçe elde edilir ve genel olarak meydana gelir Islâm hukuku, bu şekilde, çoğunlukla ifası mümkün veya ifa edilme şansı yarıdan fazla olan yararlanmalar üzerinde icare akdini kabul etmektedir (ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır, ts, II, 218; ez-Zühaylî, age, I, 544 vd) Diğer yandan Islâm hukukunda kira ve iş akdi kıyasa aykırı sayılmıştır Çünkü bu akitlerde konu yararlanmadır Yararlanma ise, akdin yapıldığı tarihte henüz meydana gelmemiştir Ma'dûm mevcut olmayan bir şeyin satımı sayıldığı için, bu akitlerin geçersiz olması gerekırken, insanların ihtiyacı nedeniyle, yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadis delilleriyle meşrû kılınmıştır Çünkü, zenginin işçiye, yoksulun ise paraya ihtiyacı sardır Iş akdi, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir Akıl da bunun böyle olması gerektiğini kabul eder (es-Serahsî, el-Mebsût, XV, 74, 75; el-Kâsânı, Bedâyîu's-Sanâyi', IV, 173, 174; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l Kadir, Bulak 1316/1898, VII, 147)
Islâm'da, emeğinin geliriyle geçimini sağlayan işçi ve memurlar bir sınıf oluşturmaz Çünkü bu gün emeğiyle geçinen kimsenin yarın emek-sermaye (mudarabe*) ve ziraat ortakçılığı (müzâraa*) gibi ortaklıklar içinde işveren sıfatını kazanması mümkündür
Iş sözleşmeşinin önemli unsurlarından birisi de ücrettir Işçi, çalışması karşılığında ücrete hak kazanır Böylece hak ve görev birlikte bulunur Hatta görev, ücretten de öde gelir Hz Peygamber'in is akdinde, ücretin miktarının belirlenmesini (Nesâî, Eymân ve'n-Nuzûr, 44)ve bunun işçiye teri kurumadan verilmesini istemesi (Ibn Mâce, Rehin, 4) bu hakkın önemini ortaya koymaktadır Işveren genel olarak ekonomik bakımdan daha güçlü olduğu için, işçiyi korumak amacıyla, çeşitli toplumlarda düzenleyici bazı hükümler getirilmiştir
Avrupa ülkelerinde işçilerin haklarını koruyucu tedbir ve düzenlemeler ancak 18 yüzyıldan itibaren alınmaya başlanmıştır Büyük sanayı inkılâbı ile işçi kitleleri bazı teşkılatlar kurarak haklarını korumak veya yeni haklar istemek ihtiyacını duymuşlardır Işçi hakları konusunda ilk sosyal politika tedbiri, Ingiltere'de 1802 tarihinde, dokuma sanayıinde çalıştırılan çocukların çalışma şartlarım düzenleyen kanunla başlar 1819, 1844 ve 1867'de çıkarılan kanunlar bunu izledi Daha sonra kadınlar ve yetişkin işçiler için koruyucu hükümler getirildi Aynı tarihlerde, Fransa ve Isviçre'de de benzer sosyal politika tedbirleri alındı (Central Office of Infor-mation: Main-D'oeuvre et Conditions de Travail en Crande- Bretagne, Londres 1965, s 1'den naklen, Cahit Talaş Sosyal Politika, Ankara 1967, s 117- 129; Antony Babel, Le'gislation du Travail en Suisse, Geneve 1925, s 112'den naklen, Cahit Talas age, s 113, 136, 137)
Islâm'da, bu konulardaki düzenleyici hükümlerin VI yüzyılda getirildiği ne Hulefâ-i râşidin devrinde ilk onemli uygulamaların yapıldığı düşünülürse, Batı toplumlarından çok daha önce aynı konulara çözümler getirildiği anlaşılır
Aynı şekilde Osmanlı döneminde görülen aşağıdaki uygulama örneği işçilerin hak arama ve isteme bakımından Avrupa'dan çok önce teşkılatlandıklarını göstermektedir Uygulama şöyledir: XVIII yüzyılda Kütahya yöresi çinicilik sanatının merkezi olmuştu Çini atölyelerinde çalışan çok sayıda işçi hayat pahalılığı nedeniyle geçinemez duruma düşmüştü Atölye sahipleri ücretleri kendiliğinden yükseltmeyince, işçi temsilcileri mahkemeye başvurmuş ve Kütahya Eyalet Divanı'nda 13 Temmuz 1766 Miladî tarihinde aşağıdaki "Toplu Iş Sözleşmesi" hüküm altına alınmıştır: l) Kütahya'da 24 iş yeri (çini ve fincan atölyesi)nden başka atölye açılmayacaktır 2) Bu is yerlerinde kalfalar 100; has (değerli) fincan işçileri de 40 akçe alacaktır 3) Çıraklara, 100 âdi fincan ve 250 normal fincan imal ederlerse, günde 60 akçe verilecektir 4) Hatıfeler (yaldızcı) 150 has fincan işlerse kendilerine 60 akçe ödenecektir 5) Çıraklar usta oldukları zaman ücretleri orantılı olarak artacaktır 6) Fincanın tanesi 4 kuruşa perdahlanacaktır 7) Günde azamî 160 fincan işlenecektir 8) Bu sözleşmeden işçi ve işveren hoşnuttur 9) Bu sözleşme üstat ve zennîler önünde yapılmıştır 10) Bu sözleşmeye aykırı hareket edenler şer'iyye Mahkemesi tarafından cezalandırılacaktır 11) Taraflar bir zarara uğrarsa bu ortalama olarak ödenecektir 12) Bu sözleşme Şer'iyye Mahkemesi'nin himayesindedir 13) Kalfa ve ustalar bir hastalığa yakalanırsa, yardım olunacaktır 14) Çıraklar, belirli bir süre sonunda usta olabilirler 15) Bu sözleşme, Şer'iyye Mahkemesi sicilının 57 sayfasındadır
Bu sözleşmenin, işçi ve işveren münasebetlerini düzenleyici hüküm ve tedbirler getirmekte kaynak sayıları Ingiltere'deki ilk "Toplu Iş Sözleşmesi"nden 51 yıl önce yapıldığı ortaya çıkmıştır Diğer yandan belge; şer'iyye sicillerinin, sosyal, hukukî, malî ve ekonomik alanlarda ne kadar zengin bilgileri kapsadığını göstermektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM'DA MÜRTEDİN ÖLDÜRÜLMESİNİN HİKMETİ Islâm, insan için, bütün eksikliklerden arındırılmış bir hayat programıdır O, dindir, devlettir, ibadettir, önderliktir, kitap ve kılıçtır, ruh ve maddedir, hem dünya hem de ahirettir O, akıl ve mantık üzerine bina edilmiş ve kesin bilgi ve deliller üzerinde yükseltilmiştir Onun inanç sisteminde ve şeriatında insan fıtratıyla çatışan, ona ters düşen hiç bir şey yoktur ve o, insanın önünde diğer beşerî düşünceler gibi, onun edebî ve maddî olgunluğa erişmesi için bir engel değil; ona ulaştıran emin bir yoldur Kim Islâm'a girer, onun hakikatini kavrar, onun ruhî zevkini tadar ve sonra da ondan dönüp irtidad ederse apaçık delilleri inkar ederek, hak ve mantık ölçülerinin dışına çıkmış olur
Insan bu duruma geldiği zaman, çöküş derecelerinin en aşağılarına düşmüştür Böyle bir insanın hayatının korunmasının hiç bir geçerli sebebi yoktur Çünkü onun hayatında ulaşılması gereken ne yüce bir gaye, ne de şerefli bir maksat kalmıştır
Diğer bir açıdan bakıldığında da İslam'ın insanın yaşayışında ihtiyaç duyduğu her şeyi kapsayan bir nizam olduğu ve bu nizamın değer ve hududlarının korunmasının mutlak anlamda gerekli olduğu görülecektir Çünkü hiç bir nizam yoktur ki, onu yok etmeye, yeryüzünden silmeye yönelik tehditlere karşı korunmadan ayakta durabilsin, varlığını devam ettirebilsin Bir düzenin korunmasını sağlayan en önemli şeylerden biri de, her dileyenin dilediği gibi onu inkâr ederek, dışına çıkmasını engellemektir Bu yapılmadığı taktirde, bir düzenin korunması mümkün değildir
Islâm'dan çıkıp irtidat etmek; ihanet ederek ona baş kaldırmak ve parçalayıp yok etmeye azmetmektir Islâm toplumunu bu tür bir tehlikeden korumak için önlemlerin alınması kaçınılmazdır Bunu önlemek ise, beşerî sistemlerin de uygulamak zorunda oldukları gibi ölüm cezası vermeye bağlıdır
Komünist veya kapıtalist toplumların hangisinde olursa olsun, devletin anayasal nizamının dışına çıkıp ona başkaldıran kimse, ülkesine ihanet suçuyla itham edilir ve ölüm cezası ile cezalandırılır Bu, İslam'ın bu konudaki uygulamasına karşı çıkanların itirazlarının gerçekte, Islâm'a karşı olan düşmanlıklarından kaynaklandığını ortaya koymaktır İslam'ın mürted'e uyguladığı cezanın mantık dışı hiç bir taraf olmadığı ortadadır Zaten tarihe bakıldığında, müslümanları idare edenler, bu haddi, hakedenlere uygulamaktan ne zaman yüz çevirmişlerse, işte o zaman, devlet ellerinden gitmiş, Islâm toplumu Islâm dışı güçlerin baskısı altında ezilir hale gelmiştir (Seyyid Sabık, age, 387)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM'DA SENET VE ÇEK ALIP VERMEK CAİZ MİDİR? İslam'a göre senet, çek; gerçekte para sayılmamaktadır Para sayılmadığı için de temelde bu tür şeylerle alış veriş yapmak caiz değildir
Ayrıca verilen senet ve çekler, karşılıksız çıktığından günümüz piyasasında da böyle olaylara sık rastlandığından bu gibi şeylerle alış veriş yapmanın caiz olmayışının sebebi anlaşılmaktadır
Ancak, senet veya çek veren kimse, bunları alanı "tahsil etmesi için" vekil tayin ederse ve o da bunların karşılığı olan parayı alırsa, bu gibi kullanımlar caizdir Dolayısıyla bugün elden ele dolaşan senet ve çekler, "vekalet usulüyle istihsal"e girdiğinden caiz olmaktadır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAMÎ BİR ELBİSE ŞEKLİ TEKLİF EDİLEBİLİR Mİ? Islamî bir elbise şekli teklif edilebilir mi? Ya da bunun için alternatifler ne olabilir? "Belli yerlerini şu vasıf ve şekilde örtersen tesettür hasıl olmuştur Ne ile örttüğün, kaç parça ile kapattığın önemli değildir" denebilir mi?
Elbise modeli konusunda bir nas olmadığı gibi, fukahanın çizdiği bir şekilde mevcut değildir Bilakis Allah Resulü, izar, ridâ, kamîs, cübbe vBulletin'lerden elbise adına bulduğunu giyerdi denilmektedir (Muhammed ez-Zebîdî,Ithâfü's-sa'âde, VN/129 (Resûlullah'ın giyiniş biçimi ile ilgili olarak Ibnü'l-Kayyim'den tercüme ettiğimiz bir özeti bu soru ve cevapların sonuna ekleyecegiz))
Tek elbise içerisinde namaz kılınıp-kılınamayacağını soran sahabiye Allah Resulü, "Her biriniz iki elbise bulabilir mi?" diye mukabelede bulunarak bunun câiz olduğunu anlatmıştır" (Buhârî, salât, 9)
Elbise tek bir parça olsa dahî; hem erkek (Aynî, Umdetü'l-Kârî, (Mısır Tarihsiz) IV/74) hem de kadın için, (Ibn Hacer, Fethü'l-Bârî, Mısır,1378 (1959) N/28) namaz kılmaya yeterlidir
Ancak elbise her ideoloji ve kültürde olduğu gibi, Islâm'da da esas fonksiyonu dışında bazı fonksiyonlar icra edebilir ve pekâlâ teblig aracı haline getirebilir Bu açıdan bakıldığında, dinine hizmet gayesiyle başını açarak okuma durumunda olan kızlarımızın, Islâm'ı özel sûretlerle öğrenip, arzuladıkları bu hizmeti pasif bir tebliğ yolu olarak, örtüleriyle yapmalarının çok daha tesirli olacağı söylenebilir Zira "Hal dili, kaal dilinden daha tesirlidir"
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAMİ BİR ELBİSE ŞEKLİ TEKLİF EDİLEBİLİR MİI? Islami bir elbise şekli teklif edilemez Çünkü Resulüllah (sav) belli bir elbise modeli üzerinde durmamıştır Peygamberimiz ve Hulefa-i raşidin devrinde İslam ülkesinin sınırları genişlemiş ve yeni İslama giren toplumlar olmuştur Fakat bunlardan kıyafetlerini değiştirmeleri ve özel bir kıyafete bürünmeleri istenmemiştir Elbisenin kumaşı ve modeli önemli değildir Ancak bazı elbiselerin giyilmesi o elbisedeki özellikler dolayısıyla Peygamberimiz (sav) tarafından yasaklanmıştır Bu özellikler:

1- Kafirlerin özel elbiseler: Müslim ve Nesai'nin, İbn Amrt'dan rivayet ettiğine göre: Bir gün peygamber İbn Amr'ın üzerinde usfur ile boyalı iki elbise görmüş ve bu elbisenin küffar elbisesi olduğunu bildirerek giyilmemesini, hatta yakılmasını emretmiştir Buradaki nehyin tahrim için olduğunu söyleyenler olduğu gibi kerahet içindir diyenler de olmuştur (Gayetü'l-Me'mul)
2- Kibir için giyilen elbise:
Peygamberimiz (sav) kibir elbisesinin giyilmesini de yasaklamıştır (Ebu Davud, Kitabü'l-Libas Bab)
3- Erkek için ipek elbise: Bir çok hadisde ipek elbisenin erkekler için haram olduğu ifade edilmiştir (
4- Erkeklerin kadın elbisesi, kadınların da erkek elbisesi giymesi caiz değildir

Hülasa; İslami kıyafet diye belli bir kıyafet teklif edilemez Ancak İslami açıdan yasak olan kıyafetler vardır Bunlar da şöyle sıralanabilir:

a) Kibir ve şöhret elbisesi,
b) İpek elbise (erkekler için),
c) Erkeklerin kadın, kadınların erkek elbisesi giymesi,
d) Küffar için şiar olan elbise,
 
Üst Alt