K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUR'AN-I KERİMİN KÜÇÜK SURELERİ OKUNDUĞU ZAMAN TEKBİR GETİRİLİYOR, BUNUN ASLI VAR MIDIR?
Kur'anı Kerimin küçük sureleri okunduğu zaman tekbir getirmek sünnettirÜbey bin Ka'b (ra) Kur'an-ı Kerim'in küçük surelerin sonunda tekbir getirmesini emretti Ebu Bekir (ra) Duha suresinden itibaren her surenin sonunda tekbir getirilmesini hoş gördü
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUR'AN-I KERİM'İN TERCEMESİ HUSUSUNDA ZAMAN ZAMAN ÇELİŞKİLİ SÖZLER SÖYLEMEKTEDİR "CAİZDİR” DİYEN OLDUĞU GİBİ "CAİZ DEĞİLDİR” DİYEN DE VARDIR BU HUSUSU AÇIKLAR MISINIZ?
İki çeşit terceme vardır

1- Harfi terceme; yani ilave ve açıklama yapmadan tertip ve manalarına tam riayet ederek bir müradıf –eş anlamlı- getirmek suretiyle bir sözü bir dilden başka bir dile nakletmek
2- Ma'nevi terceme Yani bir sözü tertip ve murad olan tüm manalarına riayet etmeden başka bir dil ile izah ve şerh etmektir

Kur'an-ı Kerim'i harfiyyen tercüme etmek yani Kur'an-ı Kerim'in nazmı, üslubu ve kelimeleri yerine başka bir nazm, üslüp ve kelime koyup yüklendiği bütün mana ve maksadları ona yüklemek mümkün değildir
Kur'an-ı Kerim'in manevi tercümesi ise caizdir Bunda hiç bir sakınca yoktur Osmanlılar zamanında böyle tercümeler yapıldığı gibi bu zamanda da yapılmaktadır Bütün İslam uleması bunu caiz görmektedirler Ayrıca her vaiz vaaz ettiği zaman Kur'an-ı Kerim'in bir ayetini okuyup, Türkçe olarak mealini vermektedir Bu mormaldır Her zaman bu olmuştur ve olacaktır Vaiz tarafından verilen meal manevi tercüme kabilindedir Tercüme-i maneviyede dikkat edilmesi gereken bir husus şudur: Kur'an-ı Kerim tercüme edilirken istikametini değiştirip Kur'an-ı Kerim'in murad etmediği şeyleri eklememek lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUR'AN-I KERİM'İ HERKESİN ANLAYABİLMESİ MESELESİ
Son zamanlarda bazı insanlar Kur'an-ı Kerim'in bizIer tarafından anlaşılamayacağını, Kur'an'la ilgili meseleleri büyüklerimize sormamız gerekliğini, hatta tefsircilerin dahi bunu anlamadığını, tefsirlerin yakılması gerektiğini, meallerin hiç okunamayacağını söylüyorlar, ne dersiniz?
Allah ve Resulü doğru söylüyor, onların dediğinin aksini söyleyen yalan söylüyor, deriz ve Allah'ın yardımı ile meseleyi şöyle açıklarız:
1 Öncelikle böyle söyleyen ve bunu savunan insanların hepsinde art niyet aramamak gerekir Bir kısmı Kur'an'ın yanlış anlaşılacağı endişesinden, bir kısmı meseleyi bilmediğinden, bir kısmı da Islam'ın anlaşılacağı endişesinden bu hataya düşmektedirler Son ikisini bir grup sayarsak bir büyüğümüzün şu beyanlarıyla aynı şeyi söylemiş oluruz:
"Kur'anı Hakîmin esrarı bilinmiyor, müfessirler hakikatini anlamamışlar diye açıklanan fikrin iki yüzü vardır ve onu söyleyenler iki taifedirler:
Birincisi hak ve tedkik ehlidir, derler ki;, Kur'an bitmez ve tükenmez bir hazinedir Binaenaleyh, anlaşıldığı nasıl iddia edilebilir Bundan maksadın ne olduğunu ileride âçıklayacağız
Ikinci taife ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım derken göz çıkarıyor veya şeytan akıllı bir düşmandır ki, Islamî, hükümlere ve imanî hakikatlere karşı gelmek istiyor
2 Meselenin özüne geçmezden önce ikinci olarak şu noktanında iyi bilinmesi gerekir ki, işin esası kavranabilsin:
Tarih boyunca ifratlar tefritleri, tefritler ifratları ya da ifratlar başka ifratları doğura gelmişlerdir Eğer herhangi bir fikrin iki ucu isabetle tespit edilebilirse, orta noktasının Islam olduğuna hükmedilebilir Buna göre rahatlıkla denilebilir ki, tarihte ya da günümüzde bir takım insanlar Kur'anı Kerim'i adeta bir beşer kelamı derecesine indirmiş ve "Anlaşılmayacak nesi var? Işte şu, şu ayetlerin bütün demek istedikleri şundan ibarettir" gibi bir ifrat göstermişlerdir Oysa Allah'ın sonsuzlugu gibi O'nun kelamının manaları da sonsuzdur Her geçen gün o manaları bizlere sürekli açıklayacağını yine kendisi haber vermektedir (Bk K Fussilet (41 ) 53; Kıyame (75) 19) Ilimler geliştikçe Kur'anın manaları da sürekli açılacak, ama hiç bitmeyecektir Işte bu ifratı gösterenler bunu kavrayamamış ve bir tefritin doğmasına zemin hazırlamışlardır Bunun doğru olamıyacağını ve insanı tehlikeli noktalara götürdüğünü gören tefritçiler de bu tehlikeli noktadan öyle bir kaçıs kaçmışlarlar ki, saatin rakkası gibi orta yerde duramamış ve orta noktaya aynı uzaklıktaki öbür uca kadar gitmişlerdir Kelamıyla da kâmil ve mükemmel olan Allah'ın, yani O'nun sözlerinin, nakış olan insan tarafından hiç anlaşılamayacağını söyleyerek Islâmi anlamsız ve anlaşılmaz göstermişlerdir Tefsircilerin dahi anlamadığı Kur'anı "büyüklerimiz" denen zatlar nasıl anlayacaklardır? Ya da müfessirler de büyüklerimiz değiller midir? Biz gönderilen gazete küpürlerinde bir meslektaşımız meseleyi böyle vaz'ediyor ve Türkçe bir tercümeden alınan ayet mealini, "Gazali'den naklen, Allah Kur'anı Kerîm'de buyuruyor ki" gibi bir ifade garabetiyle veriyor Ne gariptir ki, aynı yazıda verilen fikri delillendirmek için yine Türkçe bir tercümeden alınan pek çok ayet meali zikrediliyor Ifrat ve tefrit rakkası haline sokulan meselenin orta noktasını bulmaya çalışacağız
3 Bizlerin Kur'anı Kerimi anlayamayacağımız iddiasını bizzat Kur'anı Kerim reddetmektedir: "Kur'anı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?" (K Muhammed (47) 24) Bu hitap sadece alimlere ve "büyüklerimize" yönlendirilmemiştir Herkesedir, hatta müşriklere ve kâfirleredir Akıl ve zekâ ayrı ayrı şeyler kabul edilirse "çoğu akılsız" (K Hucurat (49) 4)olan müşrik ve kâfirler Kur'an'a çağrılır ve onu düşünüp anlayamayacağı nasıl, söylenebilir?
"Andolsun biz Kur'anı zikir (öğüt, düşünme ve hatırlama) için çok kolay kıldık Hiç düşünen yok mudur?" (K Kamer (54) 17, 22, 32, 40) ayeti kerimesi, her halde bir hikmetten ötürü Kur'anda dört defa tekrar edilir Usulu fıkıh okumuş olanlar bunun da umuma hitap ettiğini anlayacaklardır
"Bak onlara âyetleri nasıl apaçık açıklıyoruz, sonra da nasıl çevriliyorlar" (K Mâide (5), 75) Allah'ın ayetlerini apaçık kıldığı konusunda Kur'an-ı Kerim'de otuzdan fazla ayet-i kerime vardır (Bk MFuad Abdülbaki, el-Mu'cemul-Mufehres 141-147 )
4 Kur'anın en büyük muallimi ve tatbikatçisi olan Resulullah Efendimiz de hem sözleriyle, hem fiili ile Kur'an'dan (teb'îz için olan -dan ekine dikkat buyurulsun) herkesin anlaya bileceğini beyan buyurmuştur Veda Hutbesinde öyle ya da böyle, her mü'mine şu duyuruyu yapmışlardır:
"Size iki şey bırakıyorum Onlara tutunduğunuz sürece sapmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve O'nun Resulünün sünneti" (Ibnü'l-esîr, Câmiu'1-Usûl, I/186 (Muvatta'dan))
"Ileride kapkaranlık geceler gibi fitneler zuhur edecektir (Ravi diyor ki) Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, onlardan kurtuluşun yolu nedir? Buyurdular ki: Allahu Teala'nın Kitabına sarılmakdır" (Darimî, Fedâilûl-Kur'an, 1 ; Tirmizi, Sevâbul-Kur'an l4)
Allah Resulünün elçileri gittikleri yerlerde muhatap oldukları her türlü insana Islamı Kur'an ile anlattılar Mesela Habeşistana hicret eden Cafer b Ebi Talib, oradakilerin "Islam Nedir?" sorusunu Meryem Suresinin ilk ayetlerini okuyarak cevapladı Müslüman olacaklar ilk önce hep Kur'anla tanıştırıldı Ebu Zer, Kur'anı dinleyerek müslüman oldu, Tufeyl ed-Devsî, Kur'anla tanışarak doğruyu buldu, Ömer'in kini ve bugzları Kur'anla eridi Hatta anlayışsız, hoyrat ve ilkel insanlar olan bedeviler (arabîler) dahi Kur'anla muhatap kılınıyorlardı Oysa Kur'anı Kerimde onlar için şöyle buyuruluyordu: "Bedeviler (çöl arapları) küfür ve münafıklıkta daha katı, Allah'ın Resûlüne indirdiklerinin sınırını tanımamaya daha müsaittirler" (K Tevbe (9) 97) Allah'ın böyle vasıf landırdığı insanlar Kur'anı Kerimden anlayabiliyor ve onunla yumuşuyorlarsa, diğer bütün insanlar evveliyetle anlar ve etkilenebilirler
5 Kur'an, bazı insanların kendisini anlamayacağını söylemediği, Resûlullah'tan bu yönde bir şey sadır olmadığı gibi, sahabe, tabiin, müctehit imamlarımız ve müfessirler de böyle bir şey söylememişlerdir Onların söylemediği bir şeyi söylemek, eğer onlara muhalif değilse, bir ictihattır ve ancak ehlinden kabul ediIir, hele içtihat yapılamaz diyenlerin buna hiç hakkı yoktur Onlara muhalif ise ki konumuz öyledir, hiç dinlemez ve nazar-ı itibara alınmaz "Eskiden yok idi iş bu rivayet yeni çıktı" Binaenaleyh, böyle bir fikir akımı Kur'ana karşı gaflet ya da ihanet anlamı taşıyan tehlikeli bir akımdır Bu konuda haram ve mahzurlu olan şey "Kur'anı kendi re'yine göre tefsir etmek" ve "Kur'an hakkında mirâ, mesnetsiz tartışma" yapmaktır ki, onun sınırlarını da açıklamaya çalışacağız Binaenaleyh, eşya ve hadislere müslümanca bakış Kur'anla sağlanır, Islâmı şumüllü bir kavrayıs, Kur'anla elde edilebilir
6 Kur'an, Ezelî, Ebedî hakîm olan Allah'ın kelâmı olması itibariyle o derecede eksiksiz ve o derece hakimânedir Kendi beyanı ile "apaçık, çok kolay" olması ile birlikte, kolaylığı "sehli mümteni" türünden bir kolaylıktır ve kelimelerin seçimi ve dizilişi, hatta harflerinin dizilişi ile, matematikteki ihtimal hesapları andırır tarzda namütenahi ve sonsuz manalara işaret eder Her harfin, her kelimenin ve her ayetin yeri itibariyle baktığı o kadar çok yön, gözettiği o kadar çok itibar olur ki, bunların bütününü beşer aklının kavraması mümkün değildir Ancak Kur'anın bu özelliği, insanların o yönlerden birini ya da bir kaçını kavramalarına mani de değildir Usulüne uygun olarak anlaşılan manalar doğrudur, Kur'andandır Yanlış olan, bu ayetin manası bundan ibarettir, diye düşünmek ve söylemektir "Kur'anı Hakim her asırdaki beşer tabakalarının her birine, sanki sırf o tabakaya bakıyor gibi hitap eder Esas hedefi marifetullah olan Kur'anın her cinse, her guruba uygun bir ders vermesi lâzımdır Oysa ders birdir Öyle ise aynı derste tabakaların bulunması gerekir Derecelere göre her biri Kur'anın perdelerinden bir perdeden ders payını alır
Mesala: Ihlâs Sûresi'ni düşünelim Pek çok tabaka olan avamın bundan anlayabileceği şey, Cenab-ı Hak'kın; baba, oğul, akran ve zevceden münezzeh olduğudur Daha orta bir seviye bundan, Isa (as)'ın, meleklerin ve doğan varlıkların ilâh olamayacaklarını da anlar Daha ileri bir seviye ise bundan Allah'ın varlıklara karşı doğma ve doğurmayı akla getirecek bütün ilişkilerden beri bulunduğunu, ortak ve yardımcıdan uzak olduğunu çıkarır Daha yüksek bir seviye bu süreden Cenab-ı Hak'kın, ezelî, ebedî, evvel ve âhir olduğunu, hiç bir yönden ne zatının, ne sıfatlarının, ne de fiillerinin benzeri, dengi, misli, misali olmadığını anlar( (Bedüizzaman, Sözler (Sözler Y l987) 383 (Özetleyerek))) Insanların ilimde ve marifetullahda dereceleri yükseldikçe Kur'andan anladıkları manalar da artar
"Ikinci bir misal: "Muhammed sizin erkeklerinizden birinin Babası değildir" (K Ahzâb (33) 40) ayeti kerimesi ile ilgili olarak ilk seviyedeki insanlar bundan; Resulullah'ın, ona peygamberliği yönünden "çocuğum" dediğini, binaenaleyh, Zeyd'in kendine denk görmediği için boşadığı zevcesini Allah'ın emriyle almakla çocuğunun karısını almış olmayacağını anlarlar Ikinci seviyedeki insanlar, bundan; Bir büyük amir raiyyesine bir baba şefkati ile bakar Bu amir bir de bir zahir ve batın nihanî lider olursa o zaman babadan yüz defa daha şefkatli olur Böylece a raiyyenin ana-baba olarak bakması O'nu koca olarak görmelerine, kadınlara da onun kızı olarak bakmaları, zevce olarak bakmalarına kolayca dönüşemediğinden, Kur'an der ki; Peygamber (as) siz ilahi rahmetin tecellesi olarak, peygamberlik adına baba şefkati gösterir ama şahsı itibariyle babanız değildir ki, sizden olan kadınlara zevce olması münasip düşmesin diye bir mana çıkarırlar Üçüncü seviyedeki insanlar ise şunu anlayabilirler: Peygambere intisap edip, onun kemâlatına dayanarak, onun pederane şefkâtine güvenle kusur ve hata yapmamalıyız Hatta bir kısım insanlar bundan peygamberimizin (ricâl) denecek yaşta erkek çocuğunun kalmayacağını ve neslinin bir hikmet binaen kızından devam edeceğini de çıkarabilirler" (agk (özetleyerek))
Bunu şöyle bir misâlle de açıklayabiliriz: Deniz suyu almak isteyen insanlar düşünelim Bunlardan denize kadar ulaşabilen her biri beraberindeki kabın hacmi kadar su alabilecektir Fincanı olan fincan kadar, kazanı olan kazan kadar, tankeri olan da tanker kadar su alacaktır ve bütün bu suları aynı özelliği taşıyacaktır Fark sadece miktârlarındadır Ama kimse, kabı küçük olana, senin aldığın su deniz suyu değildir diyemez
7 "Arapçaya dair ilimlerin kaidelerine uygun, belağatın prensiplerin ve usul ilmine muvafik ve mutabık olmak şartıyla" Arapça bilen herkes Kur'an'dan ilmi seviyesine göre bir şeyler anlar Ancak, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Kur'an bu anlaşılanlardan ibarettir denemez "Malûmdur ki, Kur'anı Azimuşşan yalnız bir asra değil, bütün asırlara nazil olmuştur Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, beşerin bütün tabaka ve sınıflarına şamildir" (Bediûzaman, Işarâtül-icâz 39) Bu yüzden "Zeki, gabî, takî, şakî, zâhid, gayrı zahid bütün insan tabakaları bu ilahi hitaba muhataptır ve Rahmaniyyet eczanesinden ilaç almaya hakları vardır" Binaenaleyh, Kur'anı Kerimden anlaşılan "manalar Arapça kaidelere, nahiv esaslarına ve dinin bilinen usûlüne muhalif olmamak şartıyla o manalar o kelâmdan bizzat muraddır, maksuttur" (age 7)
8 Meâllere gelince: "Kur'anın Arapça olduğunu bildiren ayeti kerimeler buna "Ta ki, akledesiniz, iyi anlayasınız" diye sebep gösterirler Demek ki, Ilahî maksat Kur'anın anlaşılmasıdır Bu da Arapça bilmeyenlere kendi dilleriyle mümkün olduğunca anlatmakla, yani onu diğer dillere çevirmekle olur Ancak bu meâl ve tercümelerin Kur'an olması mümkün değildir ve "Türkçe Kur'an" "Farsça Kur'an" gibi ifadeler onun "Arapça" oluşunu inkâr anlamı taşır" (Gazali, Ihyâ I/285-86 (özetleyerek) (Mısır 1936); (Mısır, Daru Nehru'n-Nil I/25l ); (Türkçe terc Bedir I/804)) Ancak mealler ayetin sonsuz manalarından sadece birini verebileceği için sağlam bir mealden okuyanlar, sadece meali yapanın yakaladığı bir manaya muttali olabileceklerdir Oysa ayette kelimelerin dizimi, seçimi, karakteri, etimolojisi ve semantiğine bağlı olarak belki sonsuz ihtimaller vardır "Ta ki muhtelif anlayış ve istidatlar zevklerine göre hisselerini alabilsinler" Müfessirlerin farklı anlayış ve tespitleri de buradan kaynaklanır Her şeye rağmen Arapça bilmeyenler için meal de bir kolaylaştırıcıdır, faydadan hali değildir Aslını anlayamıyanlar sağlam bir mealden bu yolla istifade etmeli ve aslını da öğrenmeye çalışmalıdırlar Meallerin de Kur'an olmadığını bilmelidirler
9 Bu konuda Gazalî'nin tespitleri bize ışık tutabilir:
"Kur'an'ın anlaşılmasını engelleyen hususlar dörttür: 1- Harfleri mahreçlerinden çıkarma kanununa lûzumundan fazla önem vermek ve tüm gayreti bu yönde harcamak 2- Herhangi bir mezhebi (görüşü) taklid yoluyla benimsemek ve taklit ettiği konuda katı olmak Bu adam öyle birisidir ki, inandıgi görüş ile bağlı kalır ve başka türlü de olabileceği aklına bile gelmez Eğer Kur'an okurken bir ışık parıldar ve Kur'anın manalarından bir mana, bildiğinin aksine ona zahir olursa şeytan onu hemen taklide zorlar ve "sen nasıl olur da bunu böyle anlarsın, oysa babaların, (büyüklerin) bunun aksi kanaattedirler" diye onu aldatmaya çalışır 3- Günahlarda israr etmek, kibirle muttasıf bulunmak, dünya konusunda hevasına uymak 4- Kelime anlamı ile bir tefsir okumuş olup, Kur'an kelimelerinin Ibn Abbas, Mücahid ve başkalarından nakledilen anlamlarının dışında bir manalarının olmadığına itikad etmek Onlardan nakledilenlerin dışındakilerin "Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir etmek" bunu yapanların ise Cehennemde yerlerini hazırlamaları istenenlerden olduğunu sanmak Işte bu da Kur'anın anlaşılması önündeki büyük perdelerdendir Oysa "Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir etmek" ayrı bir şeydir
10 "Kur'anı kendi görüşü ile tefsir eden Cehennemdeki yerine hazırlansın" (Tirmizî, tefsir 1 (Müslim, münafikûn 40; Darimî, mukaddime 20; Müsned V/1 l5 benzer hadisler)) mealindeki hadisi şerif, Gazali'nin de dediği gibi bazılarınca yanlış anlaşılmaktadır:
Hadisin ne demek olduğunu anlamaya çalışalım Zira, eğer bunu -sahih olduğu taktirde- genel anlamı ile alacak olursak, sahabe dahil, bütün tefsircilerin bu durumda olduğunu görürüz Bunu ise hiç kimse söylememiştir Görebildiğim kadarıyla bu konuyu en güzel açıklayan Imam Gazali ile Imam Birgivî olmuştur Biz de onların söylediklerini özetleyerek toparlamaya çalışacağız Gazali diyor ki: "Bilmiş ol ki, Kur'anın zahir (kelime anlamı) açıklamasından başka manası yoktur, ama bütün insanları kendi derecesine indimekle de hata ediyor Gerçek şu ki, anlayabilenler için Kur'anın manaları çok geniştir HzAli de bu konuda Allah'ın kendisine bir anlayış verdiği kimseleri sınırlı manalar anlamaktan istisna etmiştir Sözkonusu hadis ve Hz Ebu Bekr'in; "Kur'anı kendi görüşüme göre tefsire kalkışırsam beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?" sözüne gelince: Bunların manası; ya Kur'anı akılla anlamaya çalışmayı ve manalar çıkarmayı bırakıp sadece menkul açıklamalarla yetinmektir, ya da başka bir şeydir Imdi Birincisinin olması mümkün değildir, çünkü: Kur'anın açıklaması hakkında duyduklarından başka hiç bir şey söylememenin batıl olduğu pekçok sebepten dolayı açıktır:1 Eğer böyle olacak olsa Kur'anın açıklaması ile ilgili olarak bizzat Resulullah'tan duyulan şeyler onun ancak bir kısmını açıklamış olur, kalan anlaşılmamış kalır 2 Sahabe ve tefsirciler bazı ayetleri anlamada ihtilaflar etmiş ve pek çok görüş ileri sürmüşlerdir
Bunların hepsi Resulullah'tan nakledilmiş olamayacağına göre onları bu hadisin tehdidine dahil edebilir miyiz? 3 Resulullah Efendimiz (sa) Ibn Abbas için "Allahım onu dinde anlayışlı (fakih) kıl ve ona (Kur'an'ın) tevilini öğret (Buharî, vudû 10; Müslim, fedailüssahabe 138; Müsned I/266 ) buyurmuşlardır Eğer zahiri manasından öte bir de tevili (muhtemel manaları) olmasaydı bu sözün ne anlamı olurdu? 4 Kur'anın kendisi de: "Onların sonuç çıkarabilenleri (Istinbat gücü olanları) onu bilebilirlerdi" (K Nisâ (4) 83) buyurmuştur Binaenaleyh, tevilde muhtemel manalarda çıkarmada) sadece duyulanlarla (menkule dayanma iddiası batıldır ve herkesin Kur'andan, anlayışının gücüne ve aklının kapasitesine göre manalar çıkarması (istinbatı) caizdir (Yeter ki, yukarıda işaret edilen usûle muhalif olmasın) Öyleyse bir tehdidin anlamı nedir? Bu, iki şekilde anlaşılmalıdır: 1 Ya kişinin (dinden olmayan) kendine has bir görüşü (felsefesi, inancı) vardır ve Kur'anı o görüşü takviye etmek için, zahirine muhalif olarak yorumlar, zorlar Bu da ayetin manasının o olmadığını bile bile olabileceği gibi bilmeden de yapılmış olabilir ? Ya da Kur'anı, sırf Arapçaya dayanarak, bazı mücmel meselelerdeki hadis ve nakillere bakmaksızın açıklamaya kalkışır Çünkü nüzûl sebebi vBulletin bazı nakiler bilinmeden bazı ayetleri anlamak mümkün değildir (Gazalî, Ihya (Dâr Nehrun-Nîl ) I/255-256 (Terc I/825-826))
Konumuzu Imam Birgivî de özetle şöyle açıklar: "Bilmiş ol ki, Kur'anın "görüş"le tefsir edilmesinin yasaklanması, bu konuda sadece Resulullah'tan (sa) duyulanlar (nakiller)le yetinilmesi anlamında değildir Çünkü bu çok çok azdır Öyle olsaydı kimse Kur'anla delil getiremezdi ve ictihat kapısı kapanırdı Bu ise icma ile batıldir Fakih Ebulleys'in E1-Bustan adlı eserinde dediğine göre bu yasak, Kur'anın bütününe değil, sadece "müteşabih" ayetlere yöneliktir Nitekim Kur'anda: "Kalplerinde sapma olanlar onun müteşabih olanına uyarlar" (K Ali-Imrân (3) 7) buyurulur Durum böyle olunca Arapçayı ve Kur'anın nüzûlü ile ilgili bilgileri bilenlerin Kur'anı tefsir yetkileri vardır ve bu tefsirleri, "kendi görüşlerine göre açıklama" sayılmaz Baksanıza, müctehitler nice ayetlerin tefsirinde ihtilaf etmişler ve kendi anlayışlarına binaen "Veya kadınlara dokunursanız (mülemese)" (K Maide (5) 6) ifadesini Imam Şafii, elle dokunma (ten teması) anlamış ve bunun abdesti bozduğuna hükmetmiştir Oysa Ebu Hanife bunu cinsel ilişkiye (cima) yormuş ve ten temasının abdesti bozmayacağına hükmetmiştir Bunun örnekleri pek çoktur" (Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır, Mustafa el-Babil-Halebî,1379-1960) l57)
Mezkür hadiste geçen "El-Kur'an" ifadesinin umumundan (istiğrak) hareketle bu yasağın, Kur'anın tamamını kendi görüşü ile tefsir etmeye yönelik olması da düşünülebilir ki, bu da iki imamı destekler Yani müteşabih ayetleri ya da nakilsiz anlaşılamayacak ayetleri kendi görüşüne göre tefsir etmeyenler, Kur'anı, yani tamamını, kendi görüşleriyle tefsir etmemiş sayılırlar ve bu tehdidin dışında kalırlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUR'ÂN-I KERÎM'İ DİNLERKEN TESBİH ÇEKEBİLİR Mİ?
Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemek çoğunluğa göre farz-ı kifâyedir Yani dinlemekte olan, velev bir kişi dahi varsa, diğerleri dinlemese de olur Tesbihle dahi olsa meşgul olmak, dinlemeye engel olacağından, tek dinleyicinin bunu terketmesi ve sadece kıraati dinlemesi gerekir Başka dinleyenlerin bulunması halinde, çoğunluğun görüşüne göre, tesbihle meşgul olunabilirse de, bunun sevabı hiçbir zaman Kur'ân-ı Kerîm dinlemenin sevabına denk değildir Müslümanın daha kârlı olanı seçmesi ve kıraati dinlemesi gerekir Bazılarına göre ise, Kur'ân-ı Kerîm dinlemek farz-ı ayndır; (20 Daha geniş bilgi için bk Nemenkânî I/16T Hamevî, üstadı Kâdi'I Kudat Yahyâ Minkârî Zade'den naklederek der ki, onun bu konuda bir risalesi vardır Orada Kur'ân-ı Kerim dinlemenin farz-ı ayn olduğu yazılıdır Ayrıca Mahlûf konu hakkında Fetâvâ'da I/45 bilgi verdiği gibi, müstakil bir risâle de yazmıştır) işiten herkesin, her türlü meşguliyeti bırakıp onu dinlemesi gerekir "Çünkü Kur'ân-ı Kerim okunurken susmamız isteniyor Susmak ise, konuşma âleti olan dili hiç hareket ettirmemekle olur " (21 Cessâs IV/216; Ayrıca bk Bezzâziye V/316, 319)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ESMA-İ İLAHİYENİN BİR HİZAYA GELMESİNİ VE TEVAFUKUNU SAĞLAYACAK TARZDA KUR'AN-I KERİM'İ YAZDIRIP GÜZELLİĞİNİ GÖSTERMEK İÇİN RENKLİ OLARAK BASTIRMAKTA DİNİ BİR SAKINCANIN BULUNUP BULUNMADIĞINI AÇIKLAR MISINIZ?
Şöyle ki:
Hazret-i Peygamber Aleyhissalatu vesselamın yazdırdığı Kur'an-ı Kerim ile Hazret-i Osman'ın (ra) yazdırdığı ve İslam ülkelerine numune olarak gönderdiği Kur'an-ı Kerim'ler sade olup nokta, hareke, şedde, cezim ve med gibi işaretlerden hali idiler O zamanda müslümanların doğru olarak Kur'an-ı Kerim'i okuyuşları iki şeye dayanırdı:

1- Selika ve fıtratları
2- Peygamber Aliyhessalatu Vesselam ve sahabelerin ağızlarından doğru olarak telakki etmeleri ile idi O zamanda yazılan yazının kendisine has bir imla ve usulü vardı, ona uygun olarak Kur'an-ı Kerim'ler yazılmıştı Okunması gereken bazı harfler yazılmadığı gibi, okunmayan bazı harfler de yazılıyordu Nokta hareke ve işaretlerden hali olan bu tip yazının yanlış okunmasına yol açtığından müslümanları epey düşündürüyordu Nihayet bir gün Hazret-i Ali'nin (ra) tilmizi Ebu'l-Esved-i Düveli birisinin "innellahe beriun minel müşrikiyne ve Resuluhu” ayetindeki "Resul” kelimesini yanlış olarak kesre ile okuduğunu işitti Ve bundan çok üzüldü, bunun üzerine mahir bir hattat çağırıp kendisine: "Sana okuyacağım şekilde Kur'an-ı Kerim'i yaz, ağzımı açtığım zaman harfin üstüne, ağzımı kapadığım zaman da harfin önüne, ağzımı aşağıya doğru çektiğim zaman da harfin altına birer altına birer nokta koy” dedi Ve böylelikle ilk harekeleme usulü ortaya çıkmış oldu Bu mes'ele hicretin 59 tarihine rastlar

Ama bu işaretler kafi gelmediği, noktalı ile nokrasız harfler birbirinden ayrılmadığı için yine hatalar ve yanlışlar devam ediyordu, bunun üzerine Haccac-ı Zalim bu yanlışlara son vermek için hattat ve katiblerden buna bir çare aranmasını istedi Ebu'l-Esved-i Düveli'nin talebelerinden olan Nasır bin Asım huruf-u mühmele ile mücemi birbirinden ayıran noktalama usulünü buldu Böylelikle Kur'an-ı Kerim'e büyük hizmet yapıldı Ama şüphesiz ki noktalama ve harekeleme meselesini en güzel hale sokan hicretin 175 tarihinde vefat eden Sibeveyhi'nin üstadı El-Halil bin Ahmed'tir Bu hususta ilk eseri yazan da o oldu Demek oluyor ki, noktalama ve hareke işleri Peygamber Aleyhissalatu Vesselam zamanında yoktu ve bunların sayesinde Kur'an-ı Kerim'in güzelce okunmasına vesile olunduğundan bu usul bütün müslümanların takdirini kazandı Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in sureleri arasında ve surelerin başında surenin ismini çerçeveleyen tezhib, tezyin, nakışlar ve Fatiha ile Bakara suresinin baş tarafını içine alan tezhiblerde sonradan icad edilmişti, ama Kur'an-ı Kerim'e bir ilave sayılmadığı için bütün ümmet bunu benimsemişti
Netice:
Yukarıda kısa olarak beyan edilen bu tarihi vakalardan anlaşıyorki, Esma'yı ilahiyenin bir zorlama olmaksızın bir hizaya gelmesini sağlayacak tarzda Kur'an-ı Kerim'i yazdırmak ve bu güzel tevafukun göze çarpması için renkli olarak o yüce Esma-yı ilahiyeyi bastırmakta dini bir sakınca yoktur Eskiden de müzelerde bazı Esma-yı ilahiyenin renkli olarak yazıldığına rastlanmaktadır Ve zamanın meşihat-ı İslamiyesi bu çeşit yazılarla müdahale etmemiştir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KURBAN

Muayyen bir vakitte, muayyen bir hayvanı ibâdet maksadıyla usûlüne uygun olarak kesme
Sözlükte yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah'a yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve şükrü ifade eder hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır
Kurban kesmenin meşrûiyeti Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmet ile sabittir Allah Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'de; "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser, 108/2), Hz Peygamber sas)'in de "İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın" (İbn Mâce, Edâhı, 2; Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 321) şeklindeki ifadeleri konunun önemini ortaya koymaktadır Bu ve benzeri nasslardan hareket eden Hanefi fukahâsı kurban kesmenin vâcip olduğu görüşündedirler (Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XII, 8; Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Kahire, 1327-28/1910, V, 61, 62; el-Fetâva'l Hindiyye, Bulak 1310, V, 291)
Kurban Allah'a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O'nun rızasını kazanmak için kesilir Allah'tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Hz Peygamber (sas) "Allah'tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lânet etsin " (Müslim, Edâhî, 43-45; Nesâî, Dahâyâ, 34; Ahmed b Hanbel, age, I, 108, 118, 152, 217, 309, 317) şeklindeki ifâdeleriyle uyarmıştır
Vücûbiyetinin Şartları:
Kurban kesecek kimsenin: Müslüman, hür ve yolculuk halinde bulunmayıp mukîm olması, nisab miktarı mala sahip olması (Serahsî, age, XII, 8; Kâsânî, age, V, 63; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 292) gerekir Akıllı ve bülûğa ermiş olma şartı konusunda ihtilâf vardır İmam Azam ve İmam Ebû Yûsuf'a göre kurban kesmekle mükellef olmak için akıllı ve bülûğa ermiş olmak şartı yoktur Zengin olan çocuk veya delinin malından velîsi kurban keser İmam Muhammed'e göre ise akıl ve bülûğa ermek şarttır Fetva bu görüşe göredir (el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 293)
Kâfire kurban kesme vacib olmamakla birlikte eyyâm-ı nahr (Kurban kesme günleri) da müslüman olana veya bülûğa ermiş olana kurban vacibtir ve kurban kesmesi gerekir (Kâsânı, age, V, 63; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 293)
Seferî olanlar kurban kesmekten muaftır Bundan dolayı seferîliği gerektirecek yoldan gelen hacılara kurban vücûbiyeti yoktur Ancak mukîm olan Mekkeliler için bu vücûbiyet düşmez Eyyâm-ı nahr'da yolculuğa çıkan kişi, vakit çıkmadan mukîm olursa kurbanla mükelleftir Eyyâm-ı nahr'ın ilk günlerinde mukîm olduğu halde kurban kesmeyen ve son gün sefere çıkan kişiden vücûbiyet düşer (Kâsânî, age, V, 63-64; el-Fetâva'l Hindiyye, V, 293)
Kurban kesmede nisab, sadaka-i fitırla* mükellef olmaktır Bu durumdaki müslümana kurban kesmek vaciptir (Kâsânî, V, 64)
Nisabı eksilten borç, eyyâm-ı nahrda kurbanlığın kaybolması kurbanın vücûbiyetini düşürmez Kişi vaktin başlangıcında fakir, sonunda zenginleşirse kurban kesmesi gerekir Kurban kesmekle mükellef olan aldığı kurbanlığı kaybeder ve mal varlığı nisabın altına düşerse eyyâm-ı nahr'da fakir olduğundan yeni bir kurban almaya gerek yoktur Zengin olduğu halde yerine yenisini alıp keser ve diğerini de bulursa bunu kesmesi gerekmez (Kâsânı, V, 62-64)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KURBAN BAYRAMINDA TIRAŞ OLMAK
Kurban Bayramında tıraş olunmaz diye bir söylenti var Bu sadece hacca gidecekler için midir, yoksa gitmeyenler de tıraş olmamalı mıdırlar?
Bu konu ile ilgili olarak Müslim'de şu hadis-i şerifler vardır: "Zilhiccenin ilk on günü girer de biriniz kurban kesme niyetinde olursa artık saçından ve cildinden hiçbir şeye dokunmasın (yani tıraş olmasın, tırnak kesmesin), "Bu on gün girdiğinde kesmek istediği kurbanı olan kimse artık asla bir kıl almasın, sakın bir tırnak kesmesin," "Zilhicce'nin hilâlini gördüğünüzde, kurban kesme niyetinde olanınız artık saçına ve tırnaklarına dokunmasın" (Müslim, edâhî 29-42; Ayrıca bk Abu Davud, dahâya 3; Hindî, V/88-89)
Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifler hacca gitmeyecek olanlardan kurban kesmek isteyenlerin, Zilhiccenin başından kurban kesecekleri ana kadar (ki, on gün eder) saçlarını ve tırnaklarını kesmemelerini ister Bunun hikmeti şöyle izah edilir: Kurban kesecek kişi, sanki kendisini azaba layık ve günahkâr gördüğü, günahlarına karşılık kendisini de öldüremeyeceği için, kendisinin fidyesi olarak kurban kesmektedir Vücudundan kıl ve tırnak kesmemekle, en küçük parçalarının dahi, kurbanın parçaları, tüyleri ve tırnakları karşılığında ateşten azâd olmasını sağlayacaktır (Nevevî, Serhu Müslim, (1407) XNI/148; Münavî 1/363; Davudoğlu, IX/243) Bu elbette bir izah biçimidir Böyle olmayabilir de Hatta bu talebin şimdilik anlamadığımız başka hikmetleri de bulunabilir Rasûlüllah'ın böyle söylediği sabit olduktan sonra müslümana düşen, hareketini ona göre ayarlamaktır
Bu hadisler Müslim'de rivayet edilmektedir ve sahih hadislerdir Ancak fıkıhçılar bu konuda değişik bakış açıları ile değişik görüşlere varmışlardır Meselâ: a Said b Müseyyeb, Rabîa, Imam Ahmed, Ishak, Davud ez-Zahiri ile bir kısım Şafiîler kuşluk vakti hayvanı kurban edinceye kadar, kurban kesecek olanın kıl ve tırnaklarından bir şey alması haramdır, derler b Imam Şafiî'ye göre haram değil, tenzihen mekruhtur c Imam Azam mekruh olmadığı görüşündedir d Imam Malık'ten bir rivayet mekruh olduğu görüşünde olduğunu, diğer bir rivayet ise mekruh olmadığı görüşünde olduğunu bildirir(Davudoğlu, agk)
Bizler Hanefi olduğumuza göre elbette Imam Azam'ı taklid eder ve adı geçen günlerde tıraş olmanın, tırnak kesmenin mahzurlu olmadığını söyleyebiliriz Ancak Imam Azam'ın gerçekten bu görüşte olduğunu "zahir rivayet" (ona ait olduğu kesin kaynaklar) kitaplarında henüz bulmuş değiliz Eğer ona ait böyle "zahir rivayet" yoksa bu sahih hadislere muhalefet etmemizi gerekli kılacak bir delil bulunmadığından bu günlerde tıraş olmanın en azından mekruh olduğu görüşü ağırlık kazanıyor Hidâye hadislerini tahriç eden Zeylai'de konunun ilk hadisi olarak yukarıya aldığımız hadisi veriyor ve sihhatinde bir kusur zikretmiyorbk Zeylaî, Nasbui-Râye, IV/206) Her ne olursa olsun, Hanefiler olarak bizler de, eğer kurban keseceksek, zilhiccenin ilk on gününde tıraşı ve tırnak kesmeyi bırakırsak, Hanefi mezhebine muhalefet etmeden diğerlerine de uymuş oluruz Çünkü Hanefiler de kesilmemesinin mahzurlu olduğunu söylemiyorlar Yeter ki kasık ve tırnak temizliği bu on günle kırk günü aşacak olmasın Ne var ki, Hz Aişe validemizden gelen bir hadiste: "Ben Rasûlüllah'ın Mekke'ye göndereceği kurbanın gerdanlık bağını ellerimle ördüm Sonra o gerdanlığı ona taktı ve Mekke'ye gönderdi Kurban kesilinceye kadar Allah'ın ona helâl kıldığı hiç bir şeyi de kendisine haram görmedi" denmektedir(bk Azımâbâdî, Avnü'l-Ma'bûd, VN/492) Ancak haddimizi aşmış olmasaydık derdik ki, bu hadisin tıraş vBulletin nin o günlerde mahzurlu olmadığına delaleti dolaylıdır (Çünkü hadis tıraş vsnin hükmünü zikretmemiş ve o konuda susmustur) Halbuki diğer hadislerin mahzura delaletleri sarihtir ve o konuda nastırlar Ayrıca Hz Aişe hadisinin daha önce söylenmiş olması da mümkündür
Fakat kurban kesecek olanların elbise giyip, koku sürünebilecekleri konusunda icma vardır(agk) Bu da o günlerde tıraş olmamanın hacdaki ihramlılara benzeme ile ilgili bulunmadığını, hikmetinin bu olmadığını gösterir(Nevevî agk) Dolayısı ile; dikişli giyme ve koku sürünme mahzurlu olmadığında ittifak vardır Halbuki bunlar ihramlıya yasaktırlar Öyleyse ihramlıya yasak olan tıraş ve tırnak kesme de, ihramlı olmayana mahzurlu olmaz, şeklindeki bir kıyaslama isabetli olmamalıdır Halbuki Ibn Kudâme Imam Azam'ın konu ile ilgili delili olarak bu kıyaslamayı zikreder(Ibn Kudâme, E1-Mugnî, VNI/619)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KURBAN NASIL KESİLİR?

Kurban kesmek için bıçak önceden bilenip hazırlanır ve hayvanın göremeyeceği bir yere konulur Sonra hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırılır Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak şartıyla diğer ayakları bağlanır Bundan sonra tekbir ve tehlîl getirilir Arkasından "Bismillâhi Allâhü ekber" denilerek, hayvanın boynuna bıçak vurulur Nefes ve yemek boruları ile şahdamarı denilen iki ana damarı kesilir Hayvan soğumaya bırakılır, kanının akması beklenir ve sonra derisi yüzülür Hayvanı elinden gelirse, kurban sahibinin kendisinin kesmesi menduptur Kendisi kesemezse, bir müslümana kestirir (Mehmed Mevkufâtî, Mevkûfât, (sadeleştiren: Ahmed Davudoğlu), İstanbul 1980, II, 331-332)
Kurbanlıktan Faydalanmak:
Kurbanlıktan tüylerinin kırpılması ve sütünün sağılması suretiyle faydalanmak mekruhtur Eğer kırpılmış ise tüyü ve sütlü ise sütü sağılıp tasadduk edilir Hatta karışmasın diye alâmet olmak üzere alman tüyleri bile tasadduk etmek gerekir Eğer kullanılmış ise parası tasadduk edilir (Serahsı, age, XII, 14, 15; Kâsânî, age, V, 78; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 301) Kurban kesildikten sonra derisi satılmış ise parası tasadduk edilir Ancak deriden mest, seccade vBulletin şekilde istifâde edebileceği gibi eve demirbaş eşya almak üzere satmakta da bir sakınca yoktur (Serahsı, age, XII, 14)
Kurbanın eti konusunda en faziletli tutum üçte birini tasadduk, üçte birini dostlara ikram, üçte birini de evde alıkoymaktır (Kâsânî, age, V, 81; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 300)
Kurbanlık yapmak üzere satın alınan bir hayvan satılıp yerine başka bir hayvan almak câizdir Eğer paradan arta kalan olursa tasadduk edilir (Serahsî, age, XII, 13)
Kurbanlığa binmek, onunla yük taşımak veya herhangi bir iş için ondan istifade etmek mekruhtur Eğer hayvan kullanılır ve değeri noksanlaşırsa eksilen kıymeti tasadduk etmek gerekir Kiraya verilmiş ise kiradan elde edilen para da tasadduk edilir (Kâsânî, age, V, 79)
Kurbanın eti, yağı, başı, tüyü, sütü vblerinin satışı câiz değildir Eğer satılmış ise tasadduk etmek gerekir (Kâsanî, age, V, 81; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 301)
Kurbanlık olan hayvan boğazlanmadan önce yavrularsa o da annesiyle beraber kesilir Bu hüküm kendisine kurban vacip olmadığı halde kurbanlığı satın alıp kendine vacip kılan fakir hakkındadır Çünkü kurban bizzat o hayvana taalluk etmiştir ki yavrusu da kendisine tabidir Eğer bu yavru boğazlanmayıp satılırsa parasını tasadduk etmek gerekir Şayet yavru eyyâm-ı nahr geçinceye kadar boğazlanmaz ve elde tutulursa tasadduk edilir (Serahsî, age, XII, 14) Zengin, yavruyu eyyâm-ı nahr'dan önce veya sonra kesebileceği gibi eyyâm-ı nahr'da diri olarak tasadduk da edebilir Eğer eyyâm-ı nahr'da satılmış olursa kıymeti tasadduk edilir Yavru kesilmez ve satılmaz ise diri olarak tasadduk edilir (Kâsânî, V, 78-79; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 301)
Kurbanda Vekâlet:
Bir müslüman kurbanını kendisi kesebileceği gibi bir müslümana da kestirebilir Ancak kendisinin kesmesi daha faziletlidir Kurbanı kestirme konusundaki izin bizzat ifâde edilebileceği gibi, izne delâlet eden söz, fiil ve davranışlar da izin sayılır Meselâ bir müslüman kurbanlık satın alsa kurban bayramı günü hayvanı yatırıp ayaklarını bağlasa onun emri olmadan bir başkası gelip hayvanı boğazlasa bu kurban için yeterlidir Başka bir hayvan kesmek gerekmez İki müslüman yanılarak birbirlerinin kurbanlarını kendi adlarına kesmiş olsalar vacibi yerine getirmiş olurlar ve kestiklerini değişmek suretiyle kendi hayvanlarını alırlar (Kâsânî, age, V, 67-68) Eğer böyle bir durumu etler yenildikten sonra farkederlerse helâlleşirler Aralarında anlaşmazlık çıkarsa birbirlerine kurbanlıkların değerini öderler Eğer eyyâm-ı nahr geçmiş ise bu paralan tasadduk ederler (el-Fetâva'l Hindiyye, V, 302)
Kurbanda müstehap olan şeyler:
Eyyâm-ı nahr'dan önce kurbanlığı bağlamak Hayvana kurbanlık nişanı takmak, işaretlendirmek Kesilecek yere güzellikle, eziyet vermeden götürmek Yemek borusu, nefes borusu ve iki şahdamarını kesmek ve keserken acele davranmak Boğazlamayı enseden değil boğazdan yapmak Kendi kurbanını kendisi kesmek, kesemiyorsa müslümana kestirmek Ehl-i kitab'tan birine kestirmek mekruhtur Hayvanı kıbleye karşı kesmek Hayvan kesilirken orada hazır bulunmak Dua etmek ve besmeleden önce veya sonra:
"Allahümme minke ve leke salatî nusukî ve mahyâye ve mematî lillahi Rabbil-Alemine lâ şerike lehu ve bizalike Umirtu ve ene mine'l-müslimîn"
"Ey Rabbim bu senden ve yine sanadır Namazım, kulluğum, kurbanım, ölümüm ve dirimim eşi benzeri olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir Ben bununla emrolundum ve teslim olanlardanım" demek Dua ile besmeleyi birbirinden ayırmak Besmeleden önce veya sonra dua etmek, Besmele ile beraber dua etmek mekruhtur Kurban olacak hayvanın imkan ölçüsünde en semizi, en büyüğü olması Eyyâm-ı nahr'ın ilk günü gündüzleyin kesmek Kurban bıçağının çok keskin olması Hayvanı kesildikten sonra soğumaya ve canın iyice çekilmeye bırakılması, soğumadan ve can çekilmeden önce yüzmek mekruhtur Kurban sahibinin kurban etinden yemesi Çünkü bu Allah'ın bir ziyafetidir Etinden başkalarına vermek (Kâsânî, age, V, 78-81)
Kurban Bayramında kesilmek üzere satın alınmış olan hayvan kesilmez ve bayram günleri geçerse, hayvanın tasadduk edilmesi gerekir Bu konuda zengin ve fakir aynı hükme tabidir Zengin olan kişi ise kurbanlık alsın veya almasın kurban kesmediği takdirde kurbanın kıymetini tasadduk etmesi gerekir Ertesi yıla bırakamaz (Mevkufâtî, age, II, 329)
Ölüye kurban keseceğini söyleyen bir kimse, kurbanını bayram günlerinde kesmesi ona vacib olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KURBANLIK HAYVANLAR VE BU HAYVANLARDA ARANAN ŞARTLAR:

Kurban edilecek hayvanlar, koyun, keçi, sığır, manda ve devedir Vahşi hayvanlardan kurban etmek caiz değildir Çiftleşen hayvanlardan doğan yavrunun annesi ehlî ise erkeği vahşî'de olsa bu yavrudan kurban etmek câizdir Çünkü hayvanlarda yavru anneye tâbidir Koyun ve keçinin bir yıllığı kurban edilir Ancak altı ayını doldurmuş olan kuzu annesinden ayırdedilemeyecek kadar gösterişli ve semiz ise kurban edilebilir Oğlak için bu durum geçerli değildir Sığır ve mandanın iki, devenin ise beş yaşında olanı kurban edilir (Serahsî, age, XII, 9-10; Kâsânî, age, V, 69-71; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 297) Koyun ve keçi bir kişi adına kurban edilebilir Sığır ve deveye ise birden yediye kadar kişiler ortak olabilir Ancak ortaklardan her biri müslüman olmalı ve kurban niyetiyle ortaklığa girmiş bulunmalıdırlar Et yeme maksadıyla ortaklık kurulursa veya birisi et yeme maksadıyla ortaklıkta bulunursa hiç birisinin kurbanı yerine gelmiş olmaz Sığır veya deveyi kurban etmek üzere ortaklık kuranlardan her birinin vacip olan kurban niyyetleri şart değildir Ortaklardan bazısı vacip olan kurban, bazıları nafile, bazıları keffâret kurbanı, ceza kurbanı, Hacc-ı temettü veya Hacc-ı kıran kurbanı, akîka kurbanı gibi değişik niyetlerle oraklıkta bulunabilirler Kurban kesildikten sonra et, tartı ile eşit şekilde paylaşılmalıdır (Kâsânî, age, V, 71-72; Damad, Mecmau'l-Enhur, İstanbul 1328, II, 521)
Yaradılıştan boynuzsuz, burma, yenini yiyebilen delirmiş hayvan, çok zayıflamamış olan uyuz hayvan, yaradılıştan kulakları küçük olan hayvan, dişlerinin azısı düşmüş veya dişleri olmadığı halde yemini yiyebilen ve otlayabilen hayvanlardan kurban etmek câizdir
Bir veya iki gözü kör, kemiğinde ilik kalmayacak kadar zayıflamış, kesileceği yere gidemeyecek derecede topal, kulak veya kuyruğunun yarıdan fazlası kesilmiş veya kopmuş, boynuzunun çoğu kırılmış, memesi kesilmiş, yavrusunu emziremeyen, memesi kurumuş veya memelerinden birisi sütten kesilmiş olan koyun-keçi ile, ikisi sütten kesilmiş sığır-deve, dört ayağından biri kesilmiş olan hayvan, burnu kesilmiş, pislik yiyen hayvanlar etindeki pislik temizleninceye kadar tutulmamış ise kurban olmazlar Bu konuda ulemadan bazıları şöyle bir genel kaide koymuşlardır: "Hayvandan tam olarak, güzelce istifadeye mani olan her kusur kurbana manidir" Kusur bu durumda değilse kurbana mani değildir Kurbana mani olan bu kusurlar zengin içindir Zengin, kurban edeceği hayvanı bu kusurlardan biri bulunduğu halde satın alırsa veya satın aldıktan sonra bu kusurlardan birisi meydana gelirse bu hayvanlar kurban edilemez Fakir için ise her hâlükârda kesmek câizdir (Serahsî, age, XII, 15-18; Kâsânî, age, V, 75-77; el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 297-299; Damad, age, II, 519-520)
Kurbanın Vakti:
Kurban, eyyâm-ı nahr (Kurban kesme günleri) denilen Zilhicce ayının onuncu, on birinci ve on ikinci günleri kesilir Onuncu gün kesmek daha faziletlidir Zilhiccenin onuncu günü ikinci fecir doğmadan önce kurban kesmek câiz değildir İkinci fecirden sonra Zilhiccenin on ikinci günü güneş batıncaya kadar geçen zaman içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir Ancak geceleri kesmek mekruhtur Bayram namazı kılınan yerlerde, imam bayram namazında iken veya teşehhüd miktarı oturmadan önce kurban kesilmesi caiz değildir, Selâm verdikten sonra ise kurban kesilebilir Bayram namazı kılınmayan yerlerde ikinci fecrin doğumundan sonra kurban kesilebilir (Serahsî, age, XII, 9; Kâsânî, age, V, 73-75; el-Fetâva'l Hindiyye, V, 295-296; Damad, age, II, 518)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KURBANLIK İÇİN ALINAN HAYVANIN SÜTÜ Biz her yıl kurbanımızi bir iki ay önceden alıp, daha temiz olsun diye kendimiz besliyoruz Yalnız bu bazen sağılmakta olan bir inek oluyor Bu durumda onun sütünü sağıp yiyebilir miyiz?
Kurbanlığı önceden alıp bizzat beslemek, özellikle günümüzde imkânı olanlar için güzel bir şeydir Çünkü bugün yemlerin dahi temizliği tartışılabilir Oysa Islamda hayvana dahi temiz gıda yedirmek mecburiyeti vardır Imdi:
Fıkıh kitaplarımızda denir ki: Kurban kesmek üzere alınan bir hayvanın, ta onu kesinceye kadar sütünden, yününden ve benzeri şeylerinden yararlanmak mekruhtur Çünkü insan onu kurban niyetiyle alınca sanki onu her şeyiyle Allah (kurbet) için ayırıp belirlemiş, yani tayin etmiş olur Binaenaleyh, yünün kırkması adeta ibadet için belirlediği hayvanın bir parçacığını bu niyetten çıkarmış ve onu dünya için kullanmış olur Sütünü de bazıları böyle saymışlar ve az olup, memeye su serpmekle hayvana zarar vermeden kurutulabilecekse kurutulur Bu mümkün değilse sağılıp, sadaka olarak verilir, böylece Allah (kurbet) için aldığı kurbanlığın her parçası Allah için kullanılmış olur, demişlerdir Kendisi içecek olursa bedelini sadaka eder Bu Hanefi fıkıhçılarının çoğunluğunun görüşüdür Ama yine bazı (Zeyla'i'ye göre "ashab", Hindiye'ye göre "meşayıh") hanefi fıkıhçılara göre, kurban kesmek kendisine vacip olan (zengin) birisi böyle bir hayvan satın alırsa, o bunun sütünden ya da yününden yararlanabilir Çünkü onun için vacip olan şey kurban kesmektir Zimmetindeki borç budur Onun için herhangi bir hayvanın belirlenmesi (tayini) söz konusu değildir Kurban zamanı o, onu değil de bir başka hayvanı da kurban edebilir Binaenaleyh, kurban keserim diye aldığı hayvanın sütünü de içebilir Ama fakir öyle değildir Ona kurban kesmek vacipolmadığından o, kurban kesmek için bir hayvan satın aldığında, bizzat o hayvanı adeta her şeyiyle Allah için ayırmış (tayin etmiş) olur ve sütünden kendisi yararlanırsa, o hayvanın o kadarı ibadet (kurbet) için kullanılmamış olacağından, mekruh işlemiş olur Çünkü onun zimmetinde (üzerinde) kurban borcu yoktur, kurbanlık almakla o bir kurban kesmeyi değil, bizzat o hayvanı kesmeyi vacip kılmış gibidir
Işte bu da bazı Hanefilerin görüşüdür Ama Ibn Abidîn buna itiraz eder ve zenginin kurbanlık için aldığı hayvanın da taayyun ettiğini (bizzat belirlemiş olduğunu) söyler, dolayısıyla onun da kurbanlığın sütünden ve yününden yararlanmaması gerektiğini anlatır (Ibn Abidin VI/329; Ayrıca bk Zeylan'î, Tebyin VI/9; Hindiye V/300-301)
Diğerlerine gelince: Hanbeliler derler ki: Kurbanlık kesmek için aldığı hayvanın sütü ve yavrusu varsa, yavrusuna yetecek kadar sütünü içmelidir Yavrusunun içeceginden fazla olanı ise içebilir Çünkü birisi HzAli'ye: "Ey mü'minlerin emiri, şu ineği kurban keserim diye satın aldım ve şu yavruyu doğurdu Ne yapmalıyım?" diye sormuş, o da: "Sütünün yavrusuna yetecek kadarını alma, fazlasını al Kurban günü gelince de yavrusunu da kendisiyle beraber kes" diye cevap vermiştir Şafiiler de aynı gürüştedirler (bk Ibn Kudâme, el-Mugnî VNI/629) Onlar için de kurbanlığın, yavrusu varsa ondan arta kalan sütünden, yavrusu yoksa sütünün tamamından yararlanmak mekruh değildir Ama hem Hanbelilere hem de Şafiilere göre kurbanlık için alınan hayvanın sütünden bizzat yararlanmayıp, başkasına tasadduk etmek daha iyidir (agk)
 
Üst Alt