7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Abdüllah bin Müslim bin Kuteybe ise sünnîdir. Her ikisinin de (Me’ârif) adında kitâbı vardır. (Muhammed ibni Cerîr Taberî) de ikidir. Biri, büyük târîh sâhibi olan sünnîdir. Öteki, bid’at sâhibidir. Taberî târîhini (Alî Şimşâtî) adında bir bid’at sâhibi ihtisâr etmişdir.
Tuhfe kitâbında, hurûfîlerin hîle ve yalanlarının yirmiyedincisi olarak diyor ki:
11 — (Siyâh bir câriye kız, Hârünnürreşîdin serâyında, şî’ayı övdü. Ehl-i sünneti kötüledi. Ehl-i sünnet âlimleri ve kâdî Ebû Yûsüf orada idi. Hiçbiri cevâb veremedi) diyorlar. Kızın adı Hüsniyye imiş. Şimdi bu kitâb (Hüsniyye) adı ile, Anadolunun her yerinde satılmakdadır. Hâlbuki, bu hikâye bid’at ehli âlimlerini küçültmekdedir. Çünki, asrlardan beri, hiç bir bid’at sâhibi, bu câriye kadar olamadı. Hiçbir meclisde, Ehl-i sünnet âlimlerini “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, onun gibi susduramadılar. Hep yenildiler. Keşki o câriyenin yolunu öğrenselerdi, mahcûb olmakdan kurtulurlardı. Hüsniyye kitâbındaki hikâyeleri (Murtezâ) adındaki bir hurûfînin yazdığı anlaşılmakdadır. Murtezânın bir yehûdî dönmesi olduğu (Esmâülmüellifîn) kitâbında yazılıdır.
12 — Hazret-i Alî şehîd olunca, İbni Sebe’ yehûdîsinin adamları, ya’nî hurûfîler, hazret-i Hasenin yanındaki müslimânların arasına sızdılar. Kırkbin kişi, onu halîfe yapıp, hazret-i Mu’âviye ile harb etmeğe teşvîk etdiler. Hazret-i Alîye yapdıklarını hazret-i Hasene de yapmak, Onu da şehîd etmek istiyorlardı. Ona karşı saygısızlık yapıyorlardı. Hattâ Muhtâr Sekafî, bir kerre, Onun seccâdesini mubârek ayaklarından çekdi. Başka bir mel’ûn, mubârek ayağına kazma ile vurdu. İki asker karşılaşınca, hazret-i Mu’âviyenin kazanacağını anlıyarak, hazret-i Hasenin yanından ayrıldılar. Bu hıyânetlerini, kendi adamları olan Murtezâ adındaki zındık (Tenzîhül-enbiyâ) kitâbında sıkılmadan yazmakdadır. Hattâ (Kitâbül-füsûl) kitâblarında, hazret-i Hasenin yanında bulunan İbni Sebe’ adamlarının hazret-i Mu’âviyeye mektûb yazdıklarını, (Hücum et! Haseni sana bırakacağız) dediklerini bildirmekdedir. Hazret-i Hasen, bu hâinleri anlıyarak sulh istedi. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” de, Onun mubârek vücûdüne bir zarar gelmesini istemediğini, her nasıl isterse, öylece sulh yapacağını bildirdi.
13 — Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” vefât edince de râhat durmadılar. İslâmiyyeti içerden yıkmak için tâm fırsatdır, dediler. Hazret-i Hüseyne “radıyallahü teâlâ anh”, seni halîfe yapacağız, diyerek haber gönderdiler. Mekkeden Kûfeye çağırdılar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında diyor ki:
(Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ”, nasîhat ederek, (Kûfeye gitme!) dedi ise de, hazret-i Hüseyn bunu dinlemedi. Abdüllah, ağlıyarak, vedâ’ etdi. Abdüllah bin Abbâs da, (Ey amcamın oğlu! Kûfedekilerin sana zarar vermesinden korkuyorum. Onlar kötü kimselerdir. Oraya gitme! Eğer gideceksen, Yemene git!) dedi. Hazret-i Hüseyn, cevâbında, (Haklısın. Fekat niyyet eyledim, karârlıyım) dedi. Abdüllah, (Bâri çoluk çocuklarını götürme! Korkarım ki, hazret-i Osmân gibi, çocuklarının gözleri önünde şehîd olursun) dedi ise de, hazret-i Hüseyn yine dinlemedi). Kısas-ı Enbiyânın bu yazıları gösteriyor ki, hazret-i Hüseyni Kûfe şehrine da’vet edenlerin kötü niyyetli hurûfî olduklarını ve Onu tuzağa düşürmek istediklerini, Mekkedeki Eshâb-ı kirâm anlamışlardı.
14 — Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, hazret-i Alî şehîd oldukdan sonra, hilâfet hazret-i Hasenin hakkı idi. Kendi isteği ile, bu hakkını hazret-i Mu’âviyeye bırakdı. Çünki, o vakt, halîfeliğe o lâyık idi. Halîfeliği yalnız kaldığı, korkduğu için bırakmadı. Müslimân kanı dökülmesin diye, mü’minlere merhamet etdiği için bırakdı. Kâfirlerle, mürtedlerle, fitneyi önlemek için sulh yapmak câiz değildir. Onlarla harb etmeyip, onların gâlib gelmeleri en büyük fitnedir. Bâgîlerle sulh ise, câizdir. O zemâna kadar, hazret-i Mu’âviye bâgî, âsî idi. O yıl, hak üzere halîfe oldu. Bâgî olana la’net edilmez, istiğfâr edilir. Hayr düâ edilir. Muhammed sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Mü’minlerin günâhları için istiğfâr et!) buyuruldu. İstiğfârı emr, la’neti yasak etmek olur. Bu âyet-i kerîme, büyük günâh işliyenlere istiğfâr olunmasını emr buyurmakdadır. Sıfata la’net câiz olsa bile, sıfat sâhibine la’net câiz olmaz. Haşr sûresinin onuncu âyetinin meâl-i şerîfi, (Önce gelen mü’minlere düşmanlık etmemeği, onlara hayr düâ etmeği) emr etmekdedir. Hazret-i Alînin Şâmlılara la’net olunmasını yasak etdiğini, şî’î kitâbları da yazmakdadır. Bu da, Onların müslimân olduklarını göstermekdedir. Hazret-i Alî için olan hadîs-i şerîfde, (Seninle harb, bana karşı harbdir) buyuruldu ise de, bu hadîs-i şerîf, bu büyüklere karşı muhârebenin dehşetini bildirmek içindir. Bu hadîs-i şerîf, kırkbirinci maddede uzun uzun açıklanmışdır. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” ve sonra gelenler, hakîkatde melik idi. Sultân idi. Halîfenin üç vazîfesinin yalnız birini yapıyorlardı.
15 — Hurûfî kitâbları diyor ki, hazret-i Mu’âviyenin vâlîleri millete zulm etdi. Bunlardan biri Ziyâd idi. Şirâz vâlîsi idi. Ebû Süfyânın, câhiliyyet zemânındaki Hâris adındaki bir doktorun Sümeyye adındaki câriyesinden olan gayr-ı meşrû’ oğlu idi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Büyüdükde necâbeti, belâgati, zekâsı, dillere destân olmuşdu. Arabistânın dâhîlerinden olan Amr ibni Âs, (Bu çocuk Kureyşli olsaydı, büyük bir adam olurdu) dedi. Hazret-i Alî de, orada idi. Ebû Süfyân, (Bu benim oğlumdur) dedi. Hazret-i Alî halîfe olunca, Ziyâdı Îrân vâlîsi yapdı. Çok iyi idâre etdi. Memleketler feth eyledi. Hazret-i Mu’âviye kardeşinin bu başarılarını görünce, yanına çağırdı. Fekat O, hazret-i Alî şehîd oluncaya kadar, vazîfesinden ayrılmadı. Hazret-i Mu’âviye meşrû’ halîfe olunca, kırkdört senesinde, Ziyâdın, Ebû Süfyânın oğlu olduğunu i’lân etdi. Basra vâlîsi yapdı. Böylece, hazret-i Osmân ile hazret-i Alîye, babasız birini vâlî yapdıkları için dil uzatılmasını önlemiş oldu. Ziyâd, kâdî Şüreyhin oğlu Sa’îdden hazret-i Alînin intikâmını almak istedi. Evini, mallarını aldı. Sa’îd Medîneye gelip, bunu hazret-i Hüseyne şikâyet etdi. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh”, Ziyâda mektûb yazıp, Sa’îdin mallarını geri vermesini bildirdi. Ziyâd cevâbında, (Ey Fâtımanın oğlu! İsmini, benim ismimden önce yazmışsın. Hâlbuki sen dilek sâhibisin. Ben ise sultânım) gibi şeyler yazdı. Hazret-i Hüseyn, bu mektûbu Şâma halîfeye gönderdi ve vâlîyi şikâyet eyledi. Hazret-i Mu’âviye, mektûbları okuyunca, çok üzüldü. Ziyâda sert bir emr yolladı: (Ey Ziyâd! Bil ki sen, hem Ebû Süfyânın, hem de Sümeyyenin oğlusun! Ebû Süfyânın oğlu yumuşak ve tedbîrli olur. Sümeyyenin oğlu da, onun gibi olur. Mektûbunda Hüseynin babasına dil uzatmışsın. Yemîn ederim ki, Ona yazdıklarının hepsi sende vardır. O, bunların hepsinden temizdir. Senin isminin, Hüseynin isminin altında bulunması, senin için bir kusûr değil, bir şerefdir. Emrimi alır almaz Sa’îdin mallarını hemen geri ver! Ona, eskisinden dahâ iyi bir ev yap! Bu emrimi Hüseyne de bildiriyorum ve özr diliyorum ve Sa’îde bildirmesini ricâ ediyorum. İsterse Medînede kalsın. İsterse, Kûfeye gitsin. Onlara elin ile, dilin ile, aslâ sataşma! Hüseyne “radıyallahü teâlâ anh” anasının adı ile yazmışsın. Sana yazıklar olsun! Unutma ki, Onun babası, Alî ibni Ebû Tâlibdir. Anası da Resûlullahın kızı Fâtımadır “radıyallahü teâlâ anhâ”. Ondaki bu şeref, başka kimsede bulunabilir mi? Niçin düşünmüyorsun?) dedi.
Ziyâdın ve oğlu Ubeydüllahın müslimânlara olan zararlarını herkes bilir. Fekat, bunu vâlî yapdığı için, hazret-i Mu’âviyeye dil uzatmak hiç doğru değildir. Onu, hazret-i Osmân da ve hazret-i Alî de “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” vâlî yapmışlardı. Otuzaltıncı maddeyi okuyunuz!
16 — Süâl: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Alîye eziyyet eden, bana eziyyet etmiş olur) buyurdu. Ba’zıları bu hadîs-i şerîfi ileri sürerek, (Resûlullahı incitmek küfrdür.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunun için hazret-i Alî ile “radıyallahü teâlâ anh” harb edenlerin hepsi kâfirdir) diyorlar.
Cevâb: Kûfe ve Mısrda çoğalan münâfıklar, Medîneye yürüdüler ve hazret-i Osmânı şehîd etdiler. Hazret-i Alî, halîfe olunca, kâtilleri arayıp kısâs yapmak için gecikdirmeği uygun gördü. Eşkıyâ ise, bundan yüz buldu. Taşkınlığa devâm etdiler. Hazret-i Osmânı söğüp, kendilerini haklı gösteren sözleri her tarafa yaymağa başladılar. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Talha, Zübeyr, Nu’mân bin Beşîr, Ka’b bin Acre ve başkaları bu hâle çok üzüldüler. (İşin sonunun böyle olacağını bilseydik, hazret-i Osmânı, eşkıyâya karşı korurduk) dediler. Kâtiller, bunu haber alınca, bu Sahâbîleri de şehîd etmeğe karar verdiler. Bunlar da Mekke-i mükerremeye gitdiler. Hac etmek için Mekkeye gelmiş olan hazret-i Âişeye anlatıp Ona sığındılar. (Halîfe, fitneyi basdırıncaya kadar, eşkıyâya yüz veriyor. Onlar da şımararak düşmanlıklarını, işkencelerini artdırıyorlar. Kısâs yapılmadıkça ve zâlimlerin cezâsı verilmedikçe, kan dökmenin önüne geçilemiyecekdir) dediler. Hazret-i Âişe de, (Bu şakîler Medînede kaldıkça ve Emîrülmü’minînin etrâfını sardıkça, sizin Medîneye gitmeniz doğru olmaz. Şimdilik emîn bir yere gidiniz. İşin sonunu bekleyiniz. Hazret-i Alîyi bu eşkıyânın elinden kurtarmak için uzakdan yardım ediniz. İlk fırsatda, halîfeyi aranıza alıp eşkıyâ üzerine yürüyünüz. Kâtilleri yakalayıp kısâs yapmak kolay olur. Böylece kıyâmete kadar, zâlimlere ders vermiş olursunuz! Bu iş şimdi kolay değildir. Acele etmeyiniz) buyurdu. Eshâb-ı kirâm, hazret-i Âişenin sözlerini beğendiler. İslâm askerlerinin toplanma yerleri olan Irak ve Basra taraflarına gitmeği uygun gördüler. Hazret-i Âişeye, (Fitne kalkıp, ortalık düzelinceye ve halîfeye kavuşuncaya kadar bizi himâye et! Sen müslimânların annesisin ve Resûlullahın muhterem zevcesisin. Ona herkesden dahâ yakın ve dahâ sevgilisin. Seni herkes saydığı için, eşkıyâ sana yaklaşamaz. Bizimle berâber bulun! Bize kuvvet ol!) diye yalvardılar. Hazret-i Âişe, müslimânların râhat etmesi için ve Resûlullahın Eshâbını korumak için, Onlarla birlikde Basraya hareket etdi. Halîfenin etrâfını sarmış olan ve birçok işlere karışmakda olan kâtiller, bu haberi hazret-i Alîye başka dürlü anlatdılar. Halîfeyi de Basraya gitmeğe zorladılar. İmâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn ve Abdüllah bin Ca’fer Tayyâr ve Abdüllah bin Abbâs gibi Sahâbîler, halîfeye acele etmemesini, münâfıkların sözüne aldanmamasını söylediler ise de, eşkıyâ ağır basarak, Emîr hazretlerini Basraya götürdüler. Önce Ka’ka’ adında birini gönderip, hazret-i Âişenin yanında bulunanların düşüncelerini sordu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sulh ve fitneyi önlemek istediklerini, bunun için de, önce kâtillerin yakalanması lâzım geldiğini söylediler. Halîfe, bu isteklerini uygun buldu. Her iki tarafdaki müslimânlar sevindiler. Üç gün sonra birleşmek için anlaşdılar. Buluşma sâati yaklaşınca, kâtiller haber aldı. Şaşkına döndüler. Başkanları olan Abdüllah bin Sebe’ yehûdîsinin etrâfında toplandılar. Bunun çâresini sordular. Son çâremiz bu gece halîfenin askerlerine hücûm ediniz ve hemen halîfeye gidip, (Âişenin yanındakiler sözlerinde durmadı. Baskına uğradık) deyiniz. Bir süvârî birliği ile de, karşı tarafa saldırdılar. Birkaç gün evvel gönderdikleri ajanlar da, karşı tarafdan imiş gibi, (Halîfe sözünde durmadı. Baskına uğradık) diye bağırdılar. Böylece harb başladı. Deve vak’ası böyle patlak verdi. Kurtubî ve başka Ehl-i sünnet târîhleri işin doğrusunu böyle yazmakdadır. Eshâb-ı kirâma düşman olanlar, kâtilleri savunmak için, başka dürlü yazıyorlar. Bu yalanlara inanmamalıdır.
Şâm vâlîsi olan Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” da, kâtilleri yakalamayı ve kısâs yapmayı istemişdi. Halîfe, ortalık karışık olduğundan ve Deve vak’asıyle uğraşdığından, bunun dileğini kabûl etmedi. Bu da, halîfeyi kabûl etmedi. Şî’îlerin (Nehcülbelâga) kitâbında da yazdığı gibi, halîfe, (Din kardeşlerimiz ile harb edeceğiz. Onlar doğru yoldan ayrıldı) buyurdu. Görülüyor ki, Deve ve Sıffîn muhârebelerini yapanlar, hiçbir zemân hazret-i Alîyi “kerremallahü vecheh” incitmeği düşünmemişdir. Her iki tarafda bulunanlar da, yalnız Allahü teâlânın emrine uymayı ve fitneyi önlemeyi düşünmüşlerdir. Fekat siyonizm, yehûdî parmağı, her iki tarafı da kana boyamışdır.
(Tezkire-i Kurtubî Muhtasarı) yüzyirmiüçüncü sahîfesinde diyor ki: Müslimin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Müslimânlar birbirleri ile harb ederse, ölen de, öldüren de Cehennemdedir) buyuruldu. Âlimler buyuruyor ki, bu hadîs-i şerîf, dünyâ kazancı için döğüşenleri bildiriyor. Din için, kötülüğü kaldırmak için, meselâ bâgî, âsî olanlarla döğüşmeği bildirmiyor. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Dünyâlık için döğüşürseniz, öldüren de, öldürülen de Cehennemdedir) buyuruldu. Hazret-i Alî ile hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anhümâ” arasındaki harb böyle değildir. Dünyâ için değildi; Allahın emrinin yerine gelmesi için idi. Müslimdeki bir hadîs-i şerîfde, (Eshâbım arasında fitne olacakdır. O fitnelere karışanları, Allahü teâlâ, benimle olan sohbetleri hurmetine afv ve mağfîret edecek. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme gideceklerdir) buyuruldu. Birbirleri ile harb eden Eshâbın hepsinin afv edileceklerini, bu hadîs-i şerîf göstermekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
17 — Hurûfîler, Eshâb-ı kirâma azılı düşman oldukları için, bütün Ehl-i sünnete “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mel’ûn diyorlar. Âl-i İmrân sûresi yüzonuncu âyetinde, (Siz ümmetlerin en iyisisiniz) buyuruluyor. Bunlar ise, bu ümmete mel’ûn diyorlar. Her nemâzdan sonra, Eshâb-ı kirâmın büyüklerine la’net etmeği büyük ibâdet biliyorlar. Allahü teâlânın ve Peygamberlerin düşmanları olan Ebû Cehl, Ebû Leheb, Fir’avn, Nemrûd ve benzerlerine la’net etmeği hâtırlarına bile getirmiyorlar. Üç halîfeyi ve Eshâb-ı kirâmı öven âyet-i kerîmelere müteşâbihât diyorlar. Bunların ma’nâsı anlaşılmaz, diyorlar.
18 — Ehl-i sünneti Resûlullahın Ehl-i beytine düşman biliyorlar. Hâlbuki, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbları Ehl-i beytin sevgisini ve büyüklüğünü bildiren yazılarla doludur. Ehl-i sünnet âlimlerinden Behâüddîn-i Âmilî, (Keşkül) kitâbında, Ehl-i beyte inanmıyan, mü’min değildir, buyuruyor. Ehl-i sünnetin bütün tarîkatları Ehl-i beytden feyz almakdadır. Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imâmları Ehl-i beytin talebeleridir. Şî’î âlimlerinden İbni Mutahhir Hullî (Nehcülhak) ve (Minhecülkerâme) kitâblarında, Ebû Hanîfenin ve Mâlik bin Enesin, imâm-ı Ca’fer-i Sâdıkdan ilm aldıklarını yazmakdadırlar. İmâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlikin ve imâm-ı Muhammed Şeybânînin talebesidir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Muhammed Bâkırın da sohbetinde bulundu. Ondan ilm aldı. Bunu ibni Mutahhir açıkça bildirmekdedir. Bunun için, şî’anın inancına göre de, İmâm-ı a’zamın ictihâd sâhibi bir müctehid olması lâzım gelmekdedir. Yine onlara göre, bunun şehâdetini kabûl etmiyenin kâfir olması lâzım gelmekdedir. İmâm-ı Mûsâ Kâzım, Abbâsîlerin zindanında iken, imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammed Şeybânî zindana gelirler, Ondan ilm öğrenirlerdi. Bunu şî’î kitâbları da yazmakdadır.
Her müslimânın kâfirleri sevmemesi farzdır. Bunu emr eden âyet-i kerîmeler çokdur. Mü’minlerin, günâhlı olsalar dahî, birbirlerini sevmeleri lâzımdır. Her mü’minin, Allahü teâlâyı herşeyden çok sevmesi lâzımdır. Muhabbetin ve düşmanlığın dereceleri vardır. Mü’minin, Allahdan sonra en çok, Onun Resûlünü sevmesi lâzımdır. Sonra Ona yakın olan mü’minleri sevmek lâzımdır. Ona yakın olmak üç dürlüdür:
1) Evlâd ve akrabâsıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
2) Mubârek zevceleridir “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, neseb ile yakınlığı, nikâh ile yakınlıkla birlikde zikr etmekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
3) Onun Eshâbıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Ona yardıma koşmuşlar. Ona yardım için canlarını fedâ etmişlerdir. Bu yakınlık, her yakınlıkdan dahâ üstündür.
Bunlardan sonra, bütün mü’minleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sevmek gelir. Bunların herhangi birinin îmânı giderse, o sevilmez. Îmân ile küfr de son nefesde belli olur. Mü’minin günâh işlemesi sevilmez. Fekat kendisi sevilir.
Resûlullahın vefâtından sonra, mubârek zevcelerinden ve Eshâbından “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hiçbirinin kâfir olmadığı sözbirliği ile bildirilmekdedir. Bunun için, emîre ısyân edenleri, Onu dinlemiyenleri de sevmek lâzımdır. Şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsî, (İmâm-ı Alîye ısyân edenler, fâsık oldu. Onunla muhârebe edenler, kâfir oldu) diyor ise de, bu sözü yanlışdır.
19 — Deve ve Sıffîn muhârebelerinde hazret-i Alî ile harb etmek düşünülmedi. Hazret-i Osmânın kâtillerine kısâs yapılması için harb edildi. Hazret-i Alî, onların arasında bulunmasaydı, yine harb yapılacakdı. Harb edenlerin hiçbiri, hazret-i Alîye düşman değildi. Yasak edilmiş olan bir işi yapana, niyyetine göre karşılık verilir. Meselâ, bir kimse, (Şu bardağı kırana cezâ yaparım) dese, biri geçerken ayağı kayıp bardak kırılsa, ona cezâ yapmaması lâzımdır. Hazret-i Alî ile harb edenler de, bunun gibidir. Hazret-i Âişenin hazret-i Alîye karşı gelmesi, hazret-i Mûsânın hazret-i Hârûnu azarlaması gibidir. Hazret-i Âişenin mü’minlere anne olduğunu Kur’ân-ı kerîm bildiriyor. Anne, yanlış olsa da, oğlunu cezâlandırırsa, Ona dil uzatmak lâzım gelmez. Hazret-i Alî ile harb eden Eshâb-ı kirâm, âyetler ve hadîsler ile medh olunmuşdur. Eshâb-ı kirâmın herbiri için, hattâ mü’minlerin hepsi için şefâ’at ve kurtuluş ümmîdi vardır. Eğer bir kimse, hazret-i Alîye düşman olup, Ona la’net eder, söğerse, bu kimse kâfir olur. Fekat, Onlardan hiçbirinin böyle yapdığı bildirilmemişdir. Hazret-i Alîye kâfir diyen, O, Cennete girmeyecek diyen veyâ ilm, adâlet, vera’ ve takvâsında kusûr olduğu için halîfe olamaz diyen kâfir olur. Hâricîler, ya’nî Yezîdîler, böyle inanıyor iseler de, şübheli delilleri te’vîl etdikleri için böyle söyliyorlar. Nefsine uyarak, mal, mevkı’ kazanmak için yâhud yanlış ictihâd ederek, Onunla harb eden kâfir olmaz. Birinci kısmdakiler, fâsık, ikinci şeklde yanılan ise bid’at ehli olur. Hadîs-i şerîfde, (Mü’mine la’net etmek, onu öldürmek gibidir) buyuruldu. La’net etmek, Allahın rahmetinden uzak olmasını istemek demekdir. Günâh ve bid’at yüzünden olan sevmemek, onun ölümünden sonra da devâm eder. Hadîs-i şerîfde, (Ölüleri sövmeyiniz) buyuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
20 — Görülüyor ki, Cemel ve Sıffîn muhârebelerinde, hep yehûdî parmağı vardır. Siyonizmin idâre etdiği mel’anetlerdir. Kardeşi kardeşe düşman etmek, iç savaş açarak islâmiyyeti içerden yıkmak için düzülen alçak yehûdî plânlarıdır. Bindörtyüz seneden beri, bu plânları yürütüyorlar. Hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” şehîd edenleri hâzırlıyan ve idâre eden yehûdîler, sultân ikinci Abdülhamîd hânı “rahmetullahi teâlâ aleyh” hal’ eden hareket ordusunu da hâzırlayıp yürütdüler.
Müslimânlar, dahâ hâlâ uyanmıyor. Bu hakîkatleri göremiyor. Hazret-i Osmânı şehîd eden, Eshâb-ı kirâmı birbirine kırdıran, ittihâdcı denilen masonları müslimânların başına belâ edip, binlerce din adamını dar ağaçlarına ve zındanlara sürükliyen islâm düşmanı olan yehûdîlerin kitâbları kapışılmakda, köylere kadar dağıtılmakdadır. Masonların, komünistlerin desteklediği dinde reformcular, harıl harıl çalışıyor. Müslimânlar ise, gaflet içinde şu’ûrsuz uyuyorlar. İslâmiyyeti içerden yıkmak için sinsice yazılmış olan zındıkların kitâblarını terceme ediyor, reklâmlarını yapıyorlar. Müslimân ismini taşıyan islâm düşmanlarına (Zındık) denir.
21 — Müslimânların okuduğu bir günlük gazetede, bir din kitâbının reklâmını gördük. Gazetenin bu kitâbı övmesi, günlerden beri devâm ediyormuş. Bir müslimân, bu kitâbdan bir aded getirdi. Birçok yerinde, Ehl-i sünneti övüyor. Birkaç yerinde de yalanlar, iftirâlar yerleşdirilmiş. Bunları din kardeşlerimize duyurmak istiyoruz. Böylece, temiz gençleri uçuruma düşmekden kurtarabilirsek dînimize ve milletimize büyük hizmet etmiş oluruz.
22 — (Âişe-i Sıddîkanın dahî ömrünün sonuna kadar, ictihâdındaki hatâsından dolayı nedâmetde bulunduğunu kitâblar beyân eylemişdir) diyor.
Hâlbuki kitâblar, hiçbir âlimin ictihâdına nâdim olduğunu, üzüldüğünü yazmıyor. Çünki, ictihâd lâzım olan bilgilerde ictihâd etmek günâh değildir. Hiç olmazsa, bir sevâb vardır. O büyükler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, ictihâdlarında yanıldıklarına değil, müslimân kanı döküldüğüne üzüldüler.
23 — (Eshâbın ictihâdda hatâsı sâbit oldukdan ve senelerce fitne ve fesâd, kıtâl ve tahrîb üzerinde ısrârın devâmından sonra) gibi şeyler yazıyor. Yukarıda bildirdiğimiz gibi, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ictihâdları, hazret-i Osmânın kâtillerine kısâs yapılmasında ve eşkıyânın Medîneden hemen çıkarılarak huzûr ve sükûnun bir ân önce sağlanmasında idi. İctihâdların harb ile bir ilgisi yokdu. Muhârebelere zındıklar sebeb oldu. Sonra, bu muhârebeleri, ictihâd ayrılığına yüklediler. Böylece müslimânları ikiye bölmeğe muvaffak oldular.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
24 — Hurûfî kitâbı, (Eshâbımdan ba’zı nâs, havzıma, yanıma gelecekler. Ben onları görüp tanıyacağım. O sırada, onları yanımdan ayıracaklar. Ben “Yâ Rabbî! Bunlar benim Eshâbımdır” diyeceğim. O zemân bana, “bunlar senden sonra neler yapdılar”) hadîs-i şerîfini yazıyor. Bunun doğru hadîs olduğunu isbât için çeşidli kitâbların ismini veriyor.
Bu hadîs-i şerîfden dahâ uzunu da, Ehl-i sünnetin (Sihâh)ında, [ya’nî, sahîh oldukları sözbirliği ile bildirilmiş olan hadîs kitâblarında] mevcûddur. Bu sahîh hadîs-i şerîflerin hepsi, Eshâb-ı kirâmın arasındaki zındıkları bildirmekdedir. Eshâb arasında bulunan birkaç kimsenin Resûlullah zemânında mürted olduğu, hadîs-i şerîfle bildirildi. Bunlar Eshâblık şerefine dâhil değildir. Sonradan sapıtanlar, Benî Hanîf ve Benî Sakîf gibi kabîlelerden elçi olarak gelip, müslimân olduklarını söyleyip gidenlerden idi. Deve ve Sıffîn harblerinde hazret-i Alînin yanında bulunup, sonra hâricî olan Harkus bin Zübeyr de onlardandır. Sâlih işler yapan ve kâfirlerle cihâd eden Eshâbın hepsinin îmânla vefât etdiklerinde, Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliğine varmışdır. Deve ve Sıffîn muhârebelerinde her iki tarafda bulunan Sahâbîler, hep böyle idi. Birbirlerine kâfir diyen hiç olmadı. (Ammâr bin Yâseri âsîler öldürecek) hadîs-i şerîfi ve hazret-i Alînin, (Kardeşlerimiz bize ısyân etdi) buyurması, hazret-i Mu’âviyenin ve Onunla birlikde olan Eshâb-ı kirâmın hepsinin müslimân olduklarını isbât etmekdedir. Hazret-i Mu’âviyenin ve Amr ibni Âs hazretlerinin vefât edeceklerine yakın söylediklerini ve Resûlullaha olan aşırı sevgi ve saygılarını (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızda uzun yazdık. Okuyanlar, ikisinin de îmânlarının çok kuvvetli olduklarını anlar. Onlara dil uzatamaz. Ehl-i sünnet âlimleri, mürtedleri savunmuyor. Hazret-i Ebû Bekr zemânında mürtedlerle harb edenlerin üstünlüklerini anlatıyor. Mürtedleri kahr eden, Îrân ve Bizans orduları ile, Allah için savaşıp onları yere seren kahramânların şânlarının çok yüksek olduğunu bildiriyor. Bunlar, binlerle insanı îmâna getirdi. Onlara Kur’ânı, nemâzı, islâmiyyeti öğretdiler. Kur’ân-ı kerîm, bunların hepsine Cenneti müjdeliyor. Sonsuz ni’metler va’d ediyor. Allahü teâlâ, bunların hepsinden râzı olduğunu bildiriyor. Bu müjdeler, va’dler, Eshâb-ı kirâmın hepsinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” îmân ile vefât etdiklerine, hiçbirinin mürted olmadığına şâhiddir.
Hindistânda yetişen büyük islâm âlimlerinden Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî “rahime-hullah”, (Kurret-ül-ayneyn) kitâbının sonunda, bu hadîs-i şerîfi yazarak açıklamakdadır. Bu kitâbı özetleyip fârisîden türkçeye terceme ederek (Eshâb-ı Kirâm) kitâbında neşr eyledik.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Lütfen oradan da okuyunuz!

25 — Hurûfî kitâbında, (Sizler, insanlar için çıkarılmış hayrlı ümmetsiniz! âyetinin tefsîrinde, imâm ibni Cerîr-i Taberî, rivâyet-i sahîha ile Ömer-ül-Fârûkun, (Bu vasf-i âlî, evvelimize şâmil; âhırımıza gayrı şâmildir) dediğini rivâyet etmişdir. Ahmed bin Hanbel ve İbni Sîrîne göre Sâbıkûn-i evvelün, kıbleteyne nemâz kılanlardır. Şa’bîye göre, Şecere-i rıdvân altında bî’at edenlerdir) diyor.
Böylece, hazret-i Mu’âviyeye saldırabilmenin yolunu açıyor ise de, pek çürük tahtaya basmakdadır. Âyet-i kerîmede övülen Sâbıkûnun, önce îmâna gelenler olduğunu yazması ile, hazret-i Mu’âviye ile Amr ibni Âs hazretleri, sonradan îmâna geldikleri için, bunlara dâhil değildirler, demek istemekdedir. Hâlbuki, Tevbe sûresinin yüzbirinci âyetinin yalnız başındaki (Sâbikûnel evvelûn) kısmını alıp, âyetin sonunu saklamakdadır. Bu âyet-i kerîmede, sâbikûnel evvelûn buyurdukdan sonra meâlen, (Îmânda ve ihsânda bunların izinde gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır. Onlar da, Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ Onlar için Cennetler hâzırladı) buyuruyor. Âyet-i kerîmenin sonundaki bu müjdeye Eshâb-ı kirâmın hepsinin ve kıyâmete kadar, bunların izinde bulunanların dâhil olduğunu bütün tefsîrler sözbirliği ile bildirmekdedir. Tibyân tefsîrinde bunu bildirdikden sonra Muhammed bin Kâ’bın (Eshâb-ı kirâmın hepsi, günâh işliyenleri de Cennetdedir) dediğini, sonra bu âyet-i kerîmeyi okuduğunu bildirmekdedir. Bir hurûfî babasına, (Niçin nemâz kılmıyorsun?) demişler. O da, (Nemâza yaklaşmayınız!) âyetine uyuyorum, demiş. Âyet-i kerîmenin sonundaki (Serhoş iken) şartını okumıyarak, Allahü teâlânın emrini tersine çevirmiş ve böylece kâfir olmuş. Kitâbın yazarı da, âyet-i kerîmenin baş tarafını yazıp, hazret-i Mu’âviye ile Amr ibni Âs hazretlerinin Cennete gidenler arasında bulunduklarını saklamakdadır.
26 — (Küfrün imâmları, Mu’âviyenin babası, Hindin kocası olan Ebû Süfyân ve ahzâbıdır) diyerek hücûma geçmekdedir. Hâlbuki o zemân, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcası Abbâs da kâfirler arasında idi. Bedr gazâsında, Resûlullaha karşı harb etmek için gelen düşman ordusunu idâre edenlerdendi. Esîr alınınca, hazret-i Alîye karşı, (Mescid-i harâmı ta’mîr ediyoruz. Kâ’beyi örtüyoruz. Hâcılara su veriyoruz) diye övündü. Allahü teâlâ, âyet-i kerîme göndererek, meâlen, (Müşriklerin mescidleri ta’mîr etmesi sahîh olmaz. Biz, onların övündükleri işleri yok eder, onları Cehenneme koyarız) buyurdu. Böylece Abbâs, cevâbını almış oldu. Fekat, sonra meâlen, (Îmâna gelip Mekkeden Medîneye hicret edenlere ve Allah yolunda cihâd edenlere yüksek dereceler vardır.
 
Üst Alt