M.N > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik) >

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEZHEP DEĞİŞTİRMEK
Şâfi Mezhebine tabi bir talebem var Mezhebini değiştirip Hanefi olmak istiyor Kendi isteğiyle, bir defa ve kesin bir değiştirme yapacak Bu câiz midir, mahzuru var mıdır?
Bizim için din olarak asıl olan, Kur'ân-ı Kerîm ve onu açıklayan sünnet-i Rasûlüllah'tır Mezhepler bu asıla giden yollardır gaye değil vasıtadırlar Ancak günümüzde hak bir mezhebe bağlı olmadan Kur'ân'a ve Sünnete ulaşmak çok zor olduğundan, müctehid olmayan bizler;gibi insanların, bu gayeye hazır bir yolla (mezheple) ulaşmaları, pratik anlamda gereklidir Herhangi bir mezhebe göre yaşamak, Kur'ân-ı ve sünneti bırakıp o mezhebin imamının görüşlerine göre yaşamak değil, Kur'ân-ı ve sünneti onun anlayışı ile anlamayı kabullenmek demektir Onların "mezhep" denen görüşleri de Kur'ân'dan ve sünnetten alındığına göre, bir mezhebe uymaya gerek yoktur, herkes Kur'ân ve sünnete göre yaşamalıdır, demek, dört değil, dörtyüz milyon mezhebin olmasını istemektir Ancak kişi diledigi mezhebi seçmede hürdür Zaruretler, zorlanmalar olduğu anlarda da diğer mezheplerden görüşler alabilir Ama fertlerin gerek insanlarla, gerek Allah'la yaptıkları (başladıkları) anlaşmaları (akitler ve ibadetleri) başladıkları gibi bitirmeleri gerektiği için, zaruret yokken başka mezheplerin görüşlerine başvurma, yine pratik anlamda câiz değildir, denmiştir Mezhebini sizin sorduğunuz gibi değiştirmekte ise bir mahzur yoktur
Değişik Mezheplerde Olan Eşlerin Sorumluluğu
Hanımın Hanefi, erkeğin Şâfî olması halinde, hanımın bilerek ya da bilmeyerek dokunup kocanın abdestini bozmasına erkek kızıyorsa günah işlemiş olurlar mi?
Elbette günah işledikleri anlar da olur Meselâ Şâfiî olan eş, namaz kılarken diğer eşin ona kasten dokunması gibi Ancak böyle bir evlilik, karı-koca hukukuna tecavüzlere yol açacağı için zor yürüyeceğinden, eşlerden birinin diğerinin mezhebine geçmesi en uygun olan davranış olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUCİZELER KAYNAĞI KUR'ÂN-I KERİM VE SAYISAL İCAZI Allah (cc), insanı sadece kendisine ibadet etsin ve dini O'na ait kılsın diye yarattı Insanları O'nun ibadetine yöneltmeleri, O'na ortak koşulmaması ve bu ibadet görevinin Rasûllerine indirdiği kitaplara uygun olarak nasıl olması gerektiğini açıklamak üzere peygamberler gönderdi Her peygambere, getirdiklerinin Allah katından olduğu konusunda, kavmine karşı kendisine te'yid eden ve destekleyen bir mucize gerekliydi Mucizenin ise Allah (cc) katından olarak A1lah (cc)'tan başkasına tapanlara bir meydan okuyuş olması lazımdıMeselâ Hz Ibrahim (as)'in mucizesi şöyleydi: O, Allah (cc)'ın dışında tapılan putları kırdığında kendi kavmi onu tutup ateşe attılar Ateş gerçek bir ateşti Hz Ibrahim herkesin gözü önünde konuldu bu ateşe Ama buna rağmen O, hiç bir zarar dokunmadan çıkıverdi ondan Öyleyse ondaki sebep neydi? Ateşin yakma özelliğini durduracak büyük bir kuvvet olmalıydı ortada Alemlerin Rabbi şöyle buyuruyordu: "Ey ateş! Ibrahim'e bir serinlik ve bir selamet oluver" Artık bu paramparça olmuş putlar ateşe Ibrahim'i yakmasını emredebilirler miydi? Meydan okuma işte budur ve mucize buna derlerHz Isa (as) tıp ilminde ileri bir kavme peygamber olarak gönderildi Dolayısıyla mucizesi de tıp konusunda idi Körlüğü iyileştirdi ve baras (alaca) hastalığını tedavi etti Meydan okuyuş zirveye ulastı ve Meryem oğlu Isa Allah (cc)'ın izniyle ölüleri dirilttiHz Musa (as) sihir ilminde ileri bir kavme peygamber olarak gönderildi ve mucizesi de kavminin ileri gittiği konuda oldu; asasını atar atmaz süratle giden bir yılana dönüştü ve öbürlerinin bütün sihirlerinin canına okudu Meydan okuyuş son haddine vardı, asasını denize vurdu ve Alah (cc) suyun batırma özelliğini durdurdu Hz Musa ve onunla beraber inananların geçebilecekleri bir yol uzandı Arkasından Yüce Allah (cc) suya özelliğini geri verdi de Fir'avn ve ordusu batıverdilerBunlar Allah (cc)'in peygamberlerini te'yid ettiği maddî mucizelerin bir kısmıdırlar Sonra Hz Muhammed (sav) geliverdi Onun peygamberliğinin daha öncekilerde bulunmayan bir takım özellikleri vardı:Birincisi: O, herhangi bir kavme değil bütün aleme gönderilmiştirIkincisi: O, peygamberlerin sonuncusu idi Artık ondan sonra ne peygamberlik ne de peygamber olacaktırÜçüncüsü: O'nun mucizesi dünya hayatı devam ettikçe, devam edecek olan bir mucizedir; apaçık Arapça olan Kur'ân-ı Kerim'i getirmiştir Iste tek başına bu mucize bile bir mucizeler kaynağıdır Alemlerin Rabbi, onunla insanlara ve cinlere haykırmış ve demiştir ki: "De ki, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, bir kısmı diğerine arka çıksa da onun benzerini getiremeyeceklerdir" (Isra, 88) Yine şöyle buyurmuştur:"Eğer bizim kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz hususunda şüphede iseniz, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin Eğer doğru sözlü iseniz Allâh (cc)'tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın" (Bakara, 23)Bu meydan okuyuşa da Kur'ân-ı Kerim'in dili sahasında ileri olan Araplara idi Aynı zamanda beşer imkânının ulaşacağı her sahada kıyamete dek bütün alemlere karşı var olacak bir meydan okuyuştu buRezzak olan Allah (cc) bize Kur'ân-ı Kerim'in mucize oluş sahalarından birini; "Hadi benzeri bir sûre getirin" meydan okuyuşunu hatırlatan bir sahasını göstermek için kuluna rahmetinin feyzinden Kur'ân'ın ayetlerini iyice anlayabilmesini sağlayacak kapılar açıverdi Bu sahâ, büyük müslüman yazar Üstad Abdürrezzâk Nevfel'in sunduğu, Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeligi sahasıdır Allah (cc) onu da, müslümanları da, bu mucizeyi okuyup inanan herkesi de Kur'ân'la mükafaatlandırsınKur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeligi, -görüşümüze göre- zamanımızda yaşayan herkes için üç esaslı gerçeği ortaya koyar:Birinci gerçek: Kur'ân bir insan tarafından değil, ancak ve ancak Allah (cc) katındandırIkinci gerçek: Indiği andan günümüze kadar Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir değişme, yer değiştirme, bozma olmamıştırÜçüncü gerçek: Kur'ân-ı Kerim kıyamete kadar devam edecek olan bir mucizedirBinaenaleyh, herhangi bir insan bu gerçekleri ayan beyan gördüğünde artık onun, Allah (cc)'a, O'nun peygamberine ve apaçık kitabına inanmaktan ve bunları tasdik etmekten bâşka çaresi kalmaz Bu noktadan hareketle Kur'ân-ı Kerim'le ve onun getirdikleriyle amel, hidayet ve sapıklık arasında yegane ayırıcı ve adil sınır olmuş olur Üstad Nevfel, Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği adlı kitabında diyor ki:"Bu mucizelik, müsbet ve hakkında değişik görüşlerin olamayacağı maddî bir mucizeliktir Münakaşa kabul etmeyen, tartışma götürmeyen bir mucizelik Zira rakamların dili ayırıcıdır Sayıların ve hesapların sözleri kesindir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MÜCRİM Suçlu, günahkâr, günah işleyen, haddi aşan kimse, "Ecreme" fiilının ism-i fâili Anlam itibariyle kapsamlı bir kelimedir Yerine göre bir kişi, bir grup, bir kavim, hatta bir millet hakkında kullanılmıştır "Cereme", "Cürm" kelimeleri de aynı şeyi ifade etmek için kullanılır Cürm: Günah işlemek, haddi aşmak demektir
Bu anlamda Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Suçlular şüphesiz inanmış olanlara gülerlerdi" (el-Mutaffifin, 83/29); "Ey Muhammed! Sana, "Kur'ân'ı kendiliğinden uydurdu" derler De ki: Uydurdumsa suçu bana âittir" (Hûd 11/35); "Ey inkârcılar! Yiyiniz biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız" (el-Mürselât, 77/46); "Doğrusu suçlular (mücrimin) temelli kalacakları Cehennem'in azâbı içindedirler" (ez-Zuhruf, 43/74); "Doğrusu suçlular (mücrimin) sapıklık ve çılgınlık içindedirler" (el-Kamer, 54/47)
Cürm veya mücrim kelimeleri Hadislerde de "günahkâr (suçlu)" karşılığında kullanılmıştır (Buharî, Ahkâm, 53; Diyât, 30; I'lisâm, 3; Müslim, Fedâil, 132; 133; Ebu Dâvud, Sünne; 6; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 176, 179; VI, 57)
Züccâc'a göre mücrimlerden maksat, kâfirlerdir (Ibn Manzur, Lisanü'l-Arab, XII, 90-92) Buna delil olarak şu âyeti gösterir: "Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe Cennet'e de giremezler Suçluları (mücrimîn) böyle cezalandırırız" (el-A'râf, 7/40) Mücrimlerin özellikleri, dünya ve âhirette karşılaşacakları belâ, musibet ve azâb âyetlerde şöyle bildirilmiştir:
Mücrimler: Inkârcıdırlar (el-Mürselât, 77/46) Kendilerine Allah'ın âyetleri okunmuş fakat inkâr etmişlerdir (el-Câsiye, 45/31) Allah'dan mağfiret dilemezler, tevbe de etmezler; Allah'dan yüz çevirirler (Hûd, 11/52) Bir kısmı da inandıktan sonra inkâr etmişlerdir (et-Tevbe, 9/66) Kitâb'a da inanmazlar "Suçluların kalblerine böylece Kur'ân'ı sokarız da, can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmazlar" (eş-Şuarâ, 26/200-202) Kendilerine Peygamber gönderilmiştir: fakat Peygamber düşmanıdırlar (el-Furkan, 25/31) Bu yüzden, geçmiş milletlerden bazıları helâk edilmişlerdir (Yunus, 10/3) Peygamberimiz'e de deli, şâir gibi sözler sarfetmişlerdir (es-Saffât, 37/33-39) Âhirete ve âhirette hesâba çekileceklerine de inanmazlar (el-Müddessir, 74/46) Allah'a karşı kulluk vazifesini de gereği gibi yerine getirmezler Ibâdet yapmazlar Bunun için, kendilerine âhirette, "Sizi bu yakıcı azâba sürükleyen nedir? diye sorulduğunda şöyle cevap vereceklerdir: "Namaz kılanlardan değildik Düşkün kimseyi doyurmuyorduk Bâtıla dalanlarla biz de dalardık Ceza gününü yalanlardık Ölüm bize o haldeyken geldi" (el-Müddessir, 74/38-47)
Mücrimler, ahlâkî yönden de sevimsizdirler: Büyüklük taslarlar (el-A'raf, 7/132-133; Yunus, 10/75) Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyarlar (Hûd 11/116) Bâtıldan yanadırlar (el-Enfâl, 8/8) Hakkısevmezler (Yunus, 10/82) Dünya ve âhirette mes'ûd değillerdir (Yunus,10/17) Acelecidirler: Allah'ın azâbını (dünyada) acele isterler (Yunus 10/50) Hîlecidirler: Işleri-güçleri şuna buna hîle yapmak, insanları Allah'ı inkâra ve O'na şirk koşmaya teşvik etmektir (es-Sebe, 34/32-33) Puta tapanları bile saptıracak kadar azgındırlar (eş-Şuarâ, 26/96-102) Inananlarla alay ederler (el-Mutaffifîn, 83/29) Zâlim kimselerdir (ez-Zuhruf, 43/76) Mücrimlere âhiret gününde sevindirici hiç bir haber yoktur, dünyada yaptıkları da boşa çıkarılacaktır (el-Furkan, 25/22) Sapıklık ve çılgınlık içindedirler (el-Kamer, 54/47) Aynı zamanda ümitsizliğe kapılacaklardır (er-Rum, 30/12; ez-Zuhruf, 43/75) Sûr'a üflendiği gün gözleri korkudan göğermiş olarak toplanacaklar (Tâ-Hâ, 20/102) ve amel defterleri ortaya konunca, suçlular ondan korkacak ve şöyle diyeceklerdir: "Vah bize! Eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış! " (el-Kehf, 18/49)Allah'ın azâbı kendilerini mutlaka yakalayacaktır (Yusuf, 12/110) Mahşer günü zincire vurulacaklardır (Ibrâhim, 14/49) ve suya götürür gibi Cehennem'e sürüleceklerdir (Meryem, 19/86) Azâb'da ebedî kalacaklar, hiç ara verilmeyecektir (ez-Zuhruf; 43/74-75) Cehennem onlar içindir Orada ne ölür, ne yaşarlar (Tâ-Hâ, 20/74) Cehennem'de şöyle seslenirler: "Ey nöbetçi, Rabb'in hiç değilse canımızı alsın " Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der (ez-Zuhruf, 43/77) Ateşe mutlaka gireceklerdir: Ondan kaçacak yer bulamazlar (el-Kehf, 18/53) "Orada putlarıyla çekişerek: "Vallâhi biz apaçık sapıklıkta idik; çünkü biz, sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; Şimdi şefâatçımız, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak derler" (eŞ-Şuârâ, 26/96-102); "Suçluları Rabblerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak; "Rabbimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri Çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık"derlerken bir görsen!" (es-Secde, 32/12) "Kıyamet koptuğu gün suçlular (mücrimin) sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı" (er-Rûm, 30/55) Kendilerine "Âllah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün mü'minlerden ayrılın!" (Yâ-Sin, 36/59) "Suçlular sîmâlarından tanınırlar da, alın saçlarından ve ayaklarından yakalanırlar" (er-Rahmân, 55/41) "Işte suçluların yalanladıkları Cehennem budur" (er-Rahmân, 55/43) denilir "Suç işleyenlere Allah kalından bir aşağılık ve hilelerinden ötürü de şiddetli bir azab erişecektir" (el-En'âm, 6/124) Azâb o kadar şiddetli olacak ki "Suçlu kimse o günün azâbından kurtulmak için oğullarını, âilesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülâlesini ve yeryüzünde bulunan herkesi fedâ etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister" (el-Meâric; 70/11-14)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDARABE SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİ:

l) Tarafların tek yanlı iradesiyle fesih: İşletmeci veya sermaye sahibi, süresi belirlenmemiş olan mudarabeyi diledikleri zaman feshetme yetkisine sahiptir Mudârib vekil, sermayedar vekâlet veren durumunda olduğu için, tarafların bu vekâlet ilişkisini sona erdirme imkânı vardır Ancak fesih tasarrufunun geçerli olması için karşı tarafın bunu öğrenmesi, ayrıca ana paranın nakit para kabilinden elde bulunması da gereklidir Aksi halde ya mal taksimi yapılır, ya da malın paraya dönüşmesi için mudâribe ek süre verilir (el-Kâsânî, age, VI, 112; İbnü'l-Hümâm, age, VII, 74 vd)
2) Taraflardan birisinin ölümü: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre mudârib veya sermayedâr ölünce mudârabe sona erer Çünkü ölüm, vekâlet ilişkisini sona erdirir Karşı tarafın ölümü öğrenmesi de şart değildir Mâlikîlere göre ölüm, mudarebe akdini sonra erdirmez Bu hak mirasçılara intikal eder
3) Akıl hastalığı: Taraflardan birisi akıl hastası olunca mudarabe sona erer Prensip olarak vekâlet ilişkisini sona erdiren şeyler mudarabeyi de sona erdirir
4) Dinden çıkmak: Ebû Hanîfe'ye göre, sermaye sahibi İslâm'ı terkettiği ve bu hâliyle öldüğü veya öldürüldüğü, yahut düşman ülkesine (dârulharb) sığındığı zaman, irtidat tarihinden geçerli olmak üzere mudarabe akdi sona ermiş sayılır Ancak bunun aksine mudâribin dinden çıkması mudarabe akdini etkilemez Bu konuda görüş birliği vardır Mudaribin, sermaye sahibinin irtidadından sonra yapacağı alış-veriş mevkuftur (askıdadır) Sermayedar İslâm'a dönerse geçerli olur Aksi halde, mudarib ana para nakit halinde iken mal almışsa, bu mallar ve kârı kendisine ait olur Mudarebe malı eşya kabilindense, bunları nakde çevirmeye devam etme hakkı vardır Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise irtidat, mudarabeyi doğrudan etkilemez Ancak sermayedar bu sebeple ölür veya öldürülür yahut, düşman ülkesine sığındığı karara bağlanırsa, ölümle ilgili hükümler cereyan eder (es-Serahsî, age, XXII,104, XXI, 86; el Kâsânî, age, VI, 112; İbnü'l-Hümâm age, XXI, 74 vd),
5) Ana paranın helak olması: Ana para mudâribin elinde mal almadan önce helâk olsa mudarebe akdi ortadan kalkar Mudâribin sermayeyi istihlâkı veya izinsiz olarak tasadduku yahut başkasına vermesi ve bunun da sermayeyi istihlâkı halleri de akdi sona erdirir Mudâribin yetki sınırlarını aşarak yapacağı bu gibi tasarruflardan sorumluluğu söz konusu olur (el-Kâsânî, age, VI, 113; ez-Zühaylî, age, IV, 874)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDAREBE ÇEŞİTLERİ:

Mudarabe ortaklığı, tarafların özel şartlar koyup koymamasına göre, mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır
1) Mutlak mudarebe: Sermaye sahibinin ana parayı, mudaribe verirken, onu ticaret işinde serbest bırakması, sadece kârın paylaşılma şeklini belirlemekle yetinmesidir "Şu sermayeyi al, yıl sonunda kârı yarı yarıya paylaşmak üzere mudarebe yoluyla çalıştır" sözleriyle bu ortaklık doğar Burada mudarib (işletmeci), sermayeyi çalıştırırken, İslâmi hükümlere uymayı da üstlenmiş olur Kasıt, kusur veya ihmali bulunmadıkça, meydana gelecek zarara, sadece emeğinin karşılığını alma şeklinde katlanır Çünkü güvenilen (emîn) kimsedir (el-Kâsânî age, VI, 87; Mecelle, mad1406)
2) Mukayyed mudarebe: Sermaye sahibi, ana parayı mudareb'e verirken özel bir takım şartlar koyabilir Abbas b Abdülmuttalib'in mudareb'e koyduğu bazı şartları Hz Peygamber'in tasvip ettiğini yukarıda belirtmiştik Hz Ömer'in yetim mallarını, Hakim b Hızâm'ın kendi mallarını mudarebe'ye verirken de, özel şartlar öne sürdükleri nakledilmektedir (es-Serahsî, age, XXI,18) Diğer yandan Nebi (sas): Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar Ancak helâlı haram, haramı helâl kılan şart müstesnadır" buyurmuştur (Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvud, Akdiye, 12) Tarafların düzenleme yapmadıkları hususlarda örf varsa, ona uyulur Mecelle'de şu kaideler bunu ifade eder: "Örfen ma'ruf olan, şart kılınmış gibidir" (mad 43) "Beynettüccâr ma'ruf olan şey beynlerinde meşrût gibidir" (mad 44) "Örf ile tayin nass ile tayin gibidir" (mad 45)
Mudarebe şu noktalarda özel şartlara bağlanabilir:
Ebû Hanife (ö150/767) ve Ahmed b Hanbel'e (ö 241/855) göre:
a) Yer sınırlaması: Ana paranın belirli bir beldede işletilmesi şart koşulabilir İş yerinin Bursa'da açılması gibi Sermaye sahibi, işi kontrolü altında tutmak için bu sınırlamayı getirebilir (Mecelle, mad 1407)
b) Ticaret çeşidini belirleme: Yalnız sarraflık veya gıda maddeleri ticareti yapmak gibi
c) Mudarebe süresini belirleme: Bir yıl süreyle sınırlamak gibi Ancak bu taktirde uygun ticaret çeşidini seçmek gerekir Yıl sonunda sermaye nakde dönüşmemiş olursa, ya mal taksimi yoluna gidilir veya malın nakde dönüşmesi için mudaribe ek süre verilmesi gereklidir
d) Malın kimden alınıp kime satılacağı belirlenebilir: Bu; pazarlama, acenta, şube vBulletin ticaret faaliyetlerinin kârdan pay alma kârşılığında yapılabileceğini gösterir
e) Mudarebeyi gelecek zamana izafe etmek mümkündür Sözleşme yapıldıktan altı ay sonra, ticaret faaliyetinin başlamasını şart koşmak gibi
İmam Şâfiî ve Mâlikîlere göre son üç madde, yani mudârebe süresini belirlemek, mal alınıp satılacak kimseleri tesbit etmek veya akdi gelecek zamana izafe etmek geçerli değildir (el-Kâsânî, age, VI, 86; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 62, 63; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 386; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 161)
Mudaribin ana parada tasarrufta bulunmadan önce kendisinin veya sermaye sahibinin mudarebe akdini feshedebileceği konusunda görüş birliği vardır Ana parada tasarrufta bulunduktan sonra, akdin bağlayıcı olup olmadığı ise ihtilaflıdır
İmam Ebû Hanîfe (ö150/767), İmam Şafiî (ö 204/819) ve İmam Ahmed b Hanbel (ö 241/855)'e göre mudârebe akdi bağlayıcı (lâzım) değildir Taraftarlardan her biri tek yanlı iradesiyle bu akdi feshedebilir Çünkü sermayedâr vekâlet veren; mudârib ise vekil durumundadır Ancak fesih sırasında ana paranın nakit para halinde olması ve karşı tarafın feshi öğrenmesi de şarttır Ana para menkul veya gayri merkul mal halinde ise, ya aynî taksim yapılır veya mudaribe ek süre vermek yoluna gidilir
İmâm Mâlik (ö 179/795)'e göre, Mudârib ana parada tasarrufta bulunduktan sonra mudâribe sözleşmesi bağlayıcı (lâzım) olur ve miras yoluyla da intikal eder Mudâribten sonra çocukları veya güvenilir kişiler sermayeyi işletir (el-Kâsânî, age, VI, 109; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 237)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDÂREBE Arapça "durb" kökünden mufâale vezninde bir mastar olup, kök anlamı; gitmek, uzaklaşmak, rızık peşinde koşmak demektir Bir terim olarak; bir taraftan sermaye, diğer taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye ortaklığını ifade eder Sermaye sahibine"rabbü'l-mâl", işletmeciye ise "mudarib" denir
Asr-ı saadette islâmî ticaret ortaklıkları kurum hâlini alırken, Irak ekolü emek-sermaye ortaklığına Kur'ân'daki kök anlamı (el-Müzzemmil, 73/20) ve medaribi esas alarak "mudarebe"; Hicaz ekolü ise sermayenin işletmecinin tasarrufuna havale edilmesine bakarak "mukaraza" veya "kırâz" adını vermiştir (es-Serahsî- el-Mebsût, Beyrut, ty, XXII, 17, 21, 24; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 79, 80; Mecelle, Madde, 1404)
Islâm'da mudarebe ortaklığı uzun veya kısâ vadeli her çeşit krediyi sağlamak için elverişli bir yöntemdir Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası olan bir çok kimse bunu işletmek, ticarî bir işte kullanmak ister Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın bir çok kimse de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz İşte, mudarebe, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir ve iki taraf da bundan kârlı çıkar Toplumda muattal kalan sermayeler ve iş bulamayan kabıliyetler değerlenmiş olur Bu çeşit ortaklık güvene dayanır
Mudarebe; Kitap, Sünnet ve Icmâ delillerine dayanır
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Allah diğer bir kısım insanların yeryüzünde kendi lütfundan rızık aramak üzere yolculuk yapacaklarınr bilir" (el-Müzzemmil, 73/20); "Cum'a namazı kılındığı zaman, yeryüzünde dağılınız ve Allah'ın lütfundan rızık arayınız" (el-Cum'a, 62/10); "Hac mevsiminde, ticaret yaparak Rabbinizin lütfundan rızık istemenizde size bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/198) Bu âyetlerin genel anlamı sermayenin mudarebe yoluyla işletilmesini de kapsamına alır
Abdullah b Abbas (ra)'ın şöyle dediği nakledilmektedir; "Efendimiz Abbas b Abdulmuttalib (ö32/652) mudarebe için sennaye verdiği zaman, işletmeciye bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmayı, bir vâdide konaklamayı ve canlı hayvan ticareti yapmayı yasaklardı Eğer bu şartlara uymazsa ana parayı tazmin edecekti O'nun mudarebe sözleşmesine koyduğu bu şartlar Hz Peygamber'e ulaşmış ve O, buna icazet vermiştir" (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid IV,161) Hz Muhammed'e risâlet gelince, toplumda mudarebe uygulaması devam ediyordu O, bu uygulamayı takrir buyurdu (es-Serahsî, age, XXII, 19)
Bir sahabe topluluğu yetimlere ait nakit paraları mudarebeye verip işletmişlerdir Hz Ömer (ö 23/643) Hz Osman (ö 35/655) Ibn Ömer (ö 73/692) ve Ibn Mes'ud (ö32/652) bunlardandır Kendi devrinde, bunlara karşı çıkan olmadığı için, bu konuda icma meydana gelmiştir (el-Kâsânî, age, VI, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ, V, 151; ez-Zeylâî,Nasbu'r-Râye,IV,113) Diğer yandan Hz Ömer devrinde Irak'tan beytü'l-mâl'e ait paranın Hicaz'a mudarebe yoluyla gönderildiği bilinmektedir (es-Serahsî, age, XXI, 18; el-Kâsânî, age, VI, 60)
Kasım b Muhammed (ö102/720) şöyle demiştir: Bizim Hz Aişe nezdinde bir sermayemiz vardı O, bunu mudarebe yoluyla işletmeye verirdi Allah O'nun gayreti sebebiyle sermayemizi bereketli kılıyordu (es-Serâhsî, age, XXI, 18)
Mudarebenin rükünleri icab ve kabuldür Bu akit "mudarebe, mukaraza, kırâz, muâmele" veya bu anlamı ifade eden sözcüklerle meydana gelir "Şu sermayeyi al, mudarebe yoluyla işlet, kârı aramızda şu şekilde paylaşırız" teklifini, mudâribin kabul etmesiyle akit oluşur Sermaye mudâribin elinde nakit para olarak bulundukça emânet sayılır Mala yatırım yapılınca, mudarible sermaye sahibi (rabbul-mâl) arasında vekâlet ilişkisi doğar; kâr meydana gelince de, kâr üzerinde ortaklık söz konusu olur (es-Serahsî, age, XXI, 19; el-Mevsılî, el-Ihtiyâr, III, 19, 20; el-Kâsânî, age, VI, 87; Mecelle, mad 1405, 1413)
Mudarebe çeşitleri:
Mudarabe ortaklığı, tarafların özel şartlar koyup koymamasına göre, mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır

1) Mutlak mudarebe: Sermaye sahibinin ana parayı, mudaribe verirken, onu ticaret işinde serbest bırakması, sadece kârın paylaşılma şeklini belirlemekle yetinmesidir "Şu sermayeyi al, yıl sonunda kârı yarı yarıya paylaşmak üzere mudarebe yoluyla çalıştır" sözleriyle bu ortaklık doğar Burada mudarib (işletmeci), sermayeyi çalıştırırken, islâmi hükümlere uymayı da üstlenmiş olur Kasıt, kusur veya ihmalı bulunmadıkça, meydana gelecek zarara, sadece emeğinin karşılığını alma şeklinde katlanır Çünkü güvenilen (emîn) kimsedir (el-Kâsânî age, VI, 87; Mecelle, mad1406)
2) Mukayyed mudarebe: Sermaye sahibi, ana parayı mudareb'e verirken özel bir takım şartlar koyabilir Abbas b Abdülmuttalib'in mudareb'e koyduğu bazı şartları Hz Peygamber'in tasvip ettiğini yukarıda belirtmiştik Hz Ömer'in yetim mallarını, Hakim b Hızâm'ın kendi mallarını mudarebe'ye verirken de, özel şartlar öne sürdükleri nakledilmektedir (es-Serahsî, age, XXI,18) Diğer yandan Nebi (sas): Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar Ancak helâlı haram, haramı helâl kılan şart müstesnadır" buyurmuştur (Buhârî, Icâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvud, Akdiye, 12) Tarafların düzenleme yapmadıkları hususlarda örf varsa, ona uyulur Mecelle'de şu kaideler bunu ifade eder: "Örfen ma'ruf olan, şart kılınmış gibidir" (mad 43) "Beynettüccâr ma'ruf olan şey beynlerinde meşrût gibidir" (mad 44) "Örf ile tayın nass ile tayın gibidir" (mad 45)

Mudarebe şu noktalarda özel şartlara bağlanabilir:
Ebû Hanife (ö150/767) ve Ahmed b Hanbel'e (ö 241/855) göre:

a) Yer sınırlaması: Ana paranın belirli bir beldede işletilmesi şart koşulabilir İş yerinin Bursa'da açılması gibi Sermaye sahibi, işi kontrolü altında tutmak için bu sınırlamayı getirebilir (Mecelle, mad 1407)
b) Ticaret çeşidini belirleme: Yalnız sarraflık veya gıda maddeleri ticareti yapmak gibi
c) Mudarebe süresini belirleme: Bir yıl süreyle sınırlamak gibi Ancak bu taktirde uygun ticaret çeşidini seçmek gerekir Yıl sonunda sermaye nakde dönüşmemiş olursa, ya mal taksimi yoluna gidilir veya malın nakde dönüşmesi için mudaribe ek süre verilmesi gereklidır
d) Malın kimden alınıp kime satılacağı belirlenebilir: Bu; pazarlama, acenta, şube vBulletin ticaret faaliyetlerinin kârdan pay alma kârşılığında yapılabileceğini gösterir
e) Mudarebeyi gelecek zamana izafe etmek mümkündür Sözleşme yapıldıktan altı ay sonra, ticaret faaliyetinin başlamasını şart koşmak gibi

Imam Şâfiî ve Mâlikîlere göre son üç madde, yani mudârebe süresini belirlemek, mal alınıp satılacak kimseleri tesbit etmek veya akdi gelecek zamana izafe etmek geçerli değildir (el-Kâsânî, age, VI, 86; Ibn Kudâme, el-Muğnî, V, 62, 63; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 386; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 161)
Mudaribin ana parada tasarrufta bulunmadan önce kendisinin veya sermaye sahibinin mudarebe akdini feshedebileceği konusunda görüş birliği vardır Ana parada tasarrufta bulunduktan sonra, akdin bağlayıcı olup olmadığı ise ihtilaflıdır
Imam Ebû Hanîfe (ö150/767), Imam Şafiî (ö 204/819) ve Imam Ahmed b Hanbel (ö 241/855)'e göre mudârebe akdi bağlayıcı (lâzım) değildir Taraftarlardan her biri tek yanlı iradesiyle bu akdi feshedebilir Çünkü sermayedâr vekâlet veren; mudârib ise vekil durumundadır Ancak fesih sırasında ana paranın nakit para halinde olması ve karşı tarafın feshi öğrenmesi de şarttır Ana para menkul veya gayrı merkul mal halinde ise, ya aynî taksim yapılır veya mudaribe ek süre vermek yoluna gidilir
Imâm Mâlik (ö 179/795)'e göre, Mudârib ana parada tasarrufta bulunduktan sonra mudâribe sözleşmesi bağlayıcı (lâzım) olur ve miras yoluyla da intikal eder Mudâribten sonra çocukları veya güvenilir kişiler sermayeyi işletir (el-Kâsânî, age, VI, 109; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 237)
Mudarebenin şartları:

1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman olması şart değildir İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm) müslümanla zimmî (gayrı müslim teba) veya harbî müste'men (pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe) ortaklığı kurulabilir Dârul-harpte bulunan pasaportlu müslüman bir gayrı müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış olur (el-Kâsânî, age, VI, 81, 82)
2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş (dirhem) para kabilinden olması gereklidır Bu iki çeşit para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve satın alma gücünü korur Faiz yasağı, bunlarda nominal (itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder İmam Muhammed ise, altın ve gümüş dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe sermayesi olabileceği prensibini benimser Felsler, maden değeri dışında nominal değerle dolaşır Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels (çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır Ibn Ebi Leylâ ve el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da ortaklıkta sermaye olabilir Buğday, arpa gibi Bu son görüşü, çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul etmezler
Ana paranın miktarının belirlenmiş olması yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn) kabılinden bulunmaması gerekir Ana paranın mudârib'e teslim edilmiş olması da gereklidır (es-Serahsî, age, XXI, 21; el-Kâsânî, age, VI, 82, 85; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 59; Ibn Rüşd, age, II; Ibn Kudâme, elmuğnî, V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî, I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409)
3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının belirlenebilir olması gerekir Sadece kârın bölüşülmesinden söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür (en-Nisâ, 4/12) Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz olması da gereklidır; ½, 1/3, ¼ gibi Mudârebede maktû (miktarı belirlenmiş) bir kârın şart koşulması geçerli değildir Böyle bir şart mudarabeyi fâsit kılar Çünkü yalnız maktû kâr kadar veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez; mudarabe akdi fasit olur Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine ait olur Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî, age, XXII, 27; el-Kâsânî, age, VI, 85 vd)
Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsûben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir İslâm hukukçularının çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlarındaki yeme, içme, naklıye, giyim, otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça, bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir Bunun anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından karşılanmasıdır Bu prensip, mudâribi kişisel harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir (el-Kâsânî, age, VI, 105; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81; es-Serâhsî, age, XXII, 63; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II, 238; Mecelle, mad 1419)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDÂREBE (EMEK-SERMAYE ORTAKLIĞI)

Arapça "durb" kökünden mufâale vezninde bir mastar olup, kök anlamı; gitmek, uzaklaşmak, rızık peşinde koşmak demektir Bir terim olarak; bir taraftan sermaye, diğer taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye ortaklığını ifade eder Sermaye sahibine"rabbü'l-mâl", işletmeciye ise "mudarib" denir
Asr-ı saadette İslâmî ticaret ortaklıkları kurum hâlini alırken, Irak ekolü emek-sermaye ortaklığına Kur'ân'daki kök anlamı (el-Müzzemmil, 73/20) ve medaribi esas alarak "mudarebe"; Hicaz ekolü ise sermayenin işletmecinin tasarrufuna havale edilmesine bakarak "mukaraza" veya "kırâz" adını vermiştir (es-Serahsî- el-Mebsût, Beyrut, ty, XXII, 17, 21, 24; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 79, 80; Mecelle, Madde, 1404)
İslâm'da mudarebe ortaklığı uzun veya kısâ vadeli her çeşit krediyi sağlamak için elverişli bir yöntemdir Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası olan bir çok kimse bunu işletmek, ticarî bir işte kullanmak ister Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın bir çok kimse de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz İşte, mudarebe, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir ve iki taraf da bundan kârlı çıkar Toplumda muattal kalan sermayeler ve iş bulamayan kabıliyetler değerlenmiş olur Bu çeşit ortaklık güvene dayanır
Mudarebe; Kitap, Sünnet ve İcmâ delillerine dayanır
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Allah diğer bir kısım insanların yeryüzünde kendi lütfundan rızık aramak üzere yolculuk yapacaklarını bilir" (el-Müzzemmil, 73/20); "Cum'a namazı kılındığı zaman, yeryüzünde dağılınız ve Allah'ın lütfundan rızık arayınız" (el-Cum'a, 62/10); "Hac mevsiminde, ticaret yaparak Rabbinizin lütfundan rızık istemenizde size bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/198) Bu âyetlerin genel anlamı sermayenin mudarebe yoluyla işletilmesini de kapsamına alır
Abdullah b Abbas (ra)'ın şöyle dediği nakledilmektedir; "Efendimiz Abbas b Abdulmuttalib (ö32/652) mudarebe için sennaye verdiği zaman, işletmeciye bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmayı, bir vâdide konaklamayı ve canlı hayvan ticareti yapmayı yasaklardı Eğer bu şartlara uymazsa ana parayı tazmin edecekti O'nun mudarebe sözleşmesine koyduğu bu şartlar Hz Peygamber'e ulaşmış ve O, buna icazet vermiştir" (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid IV,161) Hz Muhammed'e risâlet gelince, toplumda mudarebe uygulaması devam ediyordu O, bu uygulamayı takrir buyurdu (es-Serahsî, age, XXII, 19)
Bir sahabe topluluğu yetimlere ait nakit paraları mudarebeye verip işletmişlerdir Hz Ömer (ö 23/643) Hz Osman (ö 35/655) İbn Ömer (ö 73/692) ve İbn Mes'ud (ö32/652) bunlardandır Kendi devrinde, bunlara karşı çıkan olmadığı için, bu konuda icma meydana gelmiştir (el-Kâsânî, age, VI, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ, V, 151; ez-Zeylâî,Nasbu'r-Râye,IV,113) Diğer yandan Hz Ömer devrinde Irak'tan beytü'l-mâl'e ait paranın Hicaz'a mudarebe yoluyla gönderildiği bilinmektedir (es-Serahsî, age, XXI, 18; el-Kâsânî, age, VI, 60)
Kasım b Muhammed (ö102/720) şöyle demiştir: Bizim Hz Aişe nezdinde bir sermayemiz vardı O, bunu mudarebe yoluyla işletmeye verirdi Allah O'nun gayreti sebebiyle sermayemizi bereketli kılıyordu (es-Serâhsî, age, XXI, 18)
Mudarebenin rükünleri icab ve kabuldür Bu akit "mudarebe, mukaraza, kırâz, muâmele" veya bu anlamı ifade eden sözcüklerle meydana gelir "Şu sermayeyi al, mudarebe yoluyla işlet, kârı aramızda şu şekilde paylaşırız" teklifini, mudâribin kabul etmesiyle akit oluşur Sermaye mudâribin elinde nakit para olarak bulundukça emânet sayılır Mala yatırım yapılınca, mudarible sermaye sahibi (rabbul-mâl) arasında vekâlet ilişkisi doğar; kâr meydana gelince de, kâr üzerinde ortaklık söz konusu olur (es-Serahsî, age, XXI, 19; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 19, 20; el-Kâsânî, age, VI, 87; Mecelle, mad 1405, 1413)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDAREBENiN ŞARTLARI:

1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman olması şart değildir İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm) müslümanla zimmî (gayri müslim teba) veya harbî müste'men (pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe) ortaklığı kurulabilir Dârul-harpte bulunan pasaportlu müslüman bir gayri müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış olur (el-Kâsânî, age, VI, 81, 82)
2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş (dirhem) para kabılinden olması gereklidir Bu iki çeşit para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve satın alma gücünü korur Faiz yasağı, bunlarda nominal (itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder İmam Muhammed ise, altın ve gümüş dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe sermayesi olabileceği prensibini benimser Felsler, maden değeri dışında nominal değerle dolaşır Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels (çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır İbn Ebi Leylâ ve el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da ortaklıkta sermaye olabilir Buğday, arpa gibi Bu son görüşü, çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul etmezler
Ana paranın miktarının belirlenmiş olması yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn) kabilinden bulunmaması gerekir Ana paranın mudârib'e teslim edilmiş olması da gereklidir (es-Serahsî, age, XXI, 21; el-Kâsânî, age, VI, 82, 85; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 59; İbn Rüşd, age, II; İbn Kudâme, elmuğnî, V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî, I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409)
3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının belirlenebilir olması gerekir Sadece kârın bölüşülmesinden söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür (en-Nisâ, 4/12) Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz olması da gereklidir; 1/2, 1/3, 1/4 gibi Mudârebede maktû (miktarı belirlenmiş) bir kârın şart koşulması geçerli değildir Böyle bir şart mudarabeyi fâsit kılar Çünkü yalnız maktû kâr kadar veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez; mudarabe akdi fasit olur Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine ait olur Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî, age, XXII, 27; el-Kâsânî, age, VI, 85 vd)
Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsûben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir İslâm hukukçularının çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlarındaki yeme, içme, nakliye, giyim, otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça, bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir Bunun anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından karşılanmasıdır Bu prensip, mudâribi kişisel harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir (el-Kâsânî, age, VI, 105; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81; es-Serâhsî, age, XXII, 63; İbnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II, 238; Mecelle, mad 1419)

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDÂRIBIN HUKUKİ TASARRUFLARI

Mudârabe sözleşmesinde özel hükümler bulunmadıkça, mudârib ticaret sayılan her muameleyi genel esaslar çerçevesinde yapabilir Ana parayla mal alır, satar Çünkü mudârabeden amaç, kâr elde etmektir Kâr da alım-satımla meydana gelebilir Ancak o, mal alımlarında "maruf" ile bağlıdır Bu da, mudârebe için alınan malın rayiç bedelle veya insanların aldanma saydığı sınıfın altında (gabn-i yesîr kadar fazla) bir fiyatla alınmasını gerektirir Mudârib, vekil olduğu için, onun alımları "muteâref" ile sınırlıdır Fahiş gabinle alacağı malı, kendisi için almış sayılır
Müdâribin satışları ise, satıma vekil olan kimsenin satışı gibidir Ebû Hanîfe'ye göre, mudârib peşin, vadeli ve fâhiş gabinle satışa mâlik olur O, tüccar, örfü kadar vâde tanıyabilir
Ebû Yusuf (ö I82/796) ve İmam Muhammed (ö189/805)'e göre, mudârib yetkili kılınmadıkça vadeli veya fâhiş gabin ölçüsündeki farkla satış yapamaz O, bu konuda "muteâref" ile sınırlıdır Tercih edilen görüş budur Şâfıî, Mâlikî ve Hanbeli mezheplerinin görüşü de böyledir Yalnız Hanbelîler Ebû Hanîfe gibi peşin ve vadeli satışı caiz görürler
Mudârib, ana parayı meccânen çalıştırmak isteyen kimseye (müstebdi') bidâa yoluyla verebilir; kısaca, ticâretin gereği olan veya tüccar örfünde bulunan diğer tasarrufları yapabilir Ana parayı rehin veya redîa olarak verme, işletme için işçi çalıştırma, işyeri kiralama, ana parayla yolculuğa çıkma gibi, özel yetki verilmedikçe ana para alt mudarabecikler yoluyla işletilemez (es-Serahsî, age, XXII, 38, 98; el-Kâsânî, age, VI, 87, 88, 96; İbnü'l-Hümâm, age, VII, 63, 70, 79; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 25, 35, 38; İbn Rüşd, age,II, 236; İbn Abidîn, Reddül-Muhtar, Beyrut, ty 1V, 487, 489; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l İslâmî ve Edilletuh, IV, 855, 856; Mecelle, mad 1414)
Hanefilere göre, mudârabede ilk akit sırasında veya ana paranın nakit para kabilinden elde bulunduğu dönemlerde konulabilecek özel şartların taraflar için yararlı (mütîd) olması gereklidir Eğer özel şart, malı peşin parayla satma yasağı gibi yararsız (gayri müfid) sıkıcı şartlardansa geçerli olmaz (İbn-Âbidin, age, IV, 508)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUDAREBEYE ZARARIN TAZMİNİ

Sermaye, mudaribin elinde emânet (vedîa) hükümlerine tabidir Çünkü onu mâlikinin izniyle kabzetmiştir Mudarib, mudarabe sözleşmesindeki şartlara uymaz veya kusurlu yahut kasıtlı davranışlarıyla sermayenin telef olmasına neden olursa, tazmin etmesi gerekir
Sermaye, mudâribin elinde kusuru olmaksızın teleften olursa tazmin etmesi gerekmez Çünkü o tasarruflarında sermaye sahibinin naibidir Kusuru olmayınca teleften dolayı, vedîada olduğu gibi sorumluluğu bulunmaz
Dönem sonunda zarar ortaya çıksa, bu önce kârdan karşılanır Kâr yeterli olmazsa ana paradan ödeme yapılır Bu taktirde mudarib, emeği karşılığında bir şey almamakla zarara katılmış olur
Hanefî ve Hanbelîlere göre, mudarabede zararın kısmen veya tamamen mudâribe ait olacağı şart koşulsa, bu şart bâtıl; mudarabe sözleşmesi ise, sahih olur Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, bu durumda mudârabe sözleşmesi fâsit olur Çünkü bu şart akdin tabiatına zıt bir karar olarak eklenmiştir (es-Serahsî, age, XXII,19; el-Kâsânî, age, VI, 87; İbnü'l Hümam, age, V, 58; İbn Rüşd, age, I, 234, 236; eş-Şîrâzî, age, I, 388; İbn Kudâme, age, V, 25, 69; ez-Zühaylî, age, I, 669; Mecelle, mad 1426, 1428)
Alt mudarabe
Mudaribin sermayeyi bizzat işletmesi şart değildir İşleri yürütürken başkalarını çalıştırması mümkün olduğu gibi, sermayeyi çalıştıracak başka birisine vermesi de mümkündür Böylece alt mudârebe meydana gelmiş olur Sermaye sahibine karşı ilk mudârib muhatap olacağı için onun menfaatı haleldar olmaz Belki daha iyi işletme yüzünden kâr marjı artabilir (es-Serâhsî, age, XXII, 98; el-Kâsânî, age, VI, 96; İbnü'l-Hümâm, age, V, 70 vd)
Mudâribin yaptığı işi daha düzenli ve geniş ölçüde bir girişimci işletme yapabilir Bu işletme birçok kimsenin tasarruflarını mudarabe yönetimiyle işletmek üzere teslim alırsa vadelerine göre ayrı fonlarda toplar Bunları ticaret işlerinde bizzat işletebileceği gibi mudârabe akitleriyle piyasada dürüst iş yapan yetenekli işletmecilere de aktarabilir Böylece; mevduata daha fazla devir sağlayarak kâr marjını yükseltebilir
Kısaca, kâr-zarar ortaklığı biçiminde çalışan bir finans kurumuna yatırılan tüm vadeli mevdûat, vadelerine göre kâr-zarar katılma hesaplarında işletilir Bu, ya murâbaha (peşin alıp vadeli, satmak) veya mudârebe (bir taraf emeğini, diğer taraf sermayesini koyduğu ortaklık) yahut muşâreke (sermaye ortaklığı) yönetimleriyle işletme şekillerinde olur
Mudarabede, mudaribin iyi niyetten ayrılmadığı sürece rizikosu bulunmadığı ve tüm risk, sermaye sahibine ait olduğu için, mudarabe sermayesine "risk sermayesi" denilebilir Risk sermayesi (mudârabe) uygulaması 1970'li yıllardan bu yana özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde çok büyük boyutlara ulaşan ve en son teknolojik yeniliklere yönelip bu tip projelerin finansmanını sağlayan bir finansman yöntemi olmuştur Az ihtimalle büyük kâr büyük ihtimalle küçük zararın sentez edildiği bir finansman türü olarak tarif edilir Risk sermayesi ABD, İngiltere, Japonya, Kanada ve Almanya gibi ülkelerde ileri teknolojiyi geliştiren itici bir güç olmuştur Büyük kâr marjı olan uzun vadeli projelerin faizli kredilerle desteklenmesi halinde henüz proje sonuçlanmadan kredilerin vadeşinin dolması, girişimcileri çekingenliğe itmiştir Risk sermayesinde ise, girişimci (mudârib)nin rizikosunun bulunmaması, onu bunu vadeli projelerin finansmanı olarak kullanılır hale getirmiştir Proje sahibi bilim adamı girişimci, projesini sermaye sahibine para karşılığında satmak yerine projenin uygulanmasıyla elde edilecek gelirden sürekli olarak kâr payı almakta, başka bir deyimle mudarabede mudarib olarak fonksiyonunu ifa etmektedir
Sonuç olarak, ileri ekonomilerde geniş uygulama alanı olan risk sermayesi şirketleriyle mudarabe arasında büyük bir benzerlik vardır Risk sermayesi şirketi kamu veya özel sektörden sağladığı sermayeyi titizlikle seçeceği projelere yatırır Buna göre, risk sermayesi şirketi mudârib; proje sahibi girişimci şirket, mudareb; finansman sağlayan kamu kuruluşu veya özel sektör de rabbül-mal (sermayedar) durumundadır Buna göre, İslâmi mudarabenin Avrupa'ya 10 yy dan itibaren "Commenda" adı altında adapte edilmesinin ardından, mudarabenin Avrupa ticaret hukukuna (Lex mercatoria) girdiği, buradan tüm Avrupa'ya yayılıp standardize edildiği bilinmektedir Bunun sonucunda iş ortaklıkları daha çok girişimci ve tasarrufçuyu bünyesinde toplamıştır
 
Üst Alt