Hz. Muhammed (sav ) Medine’de ilk aylar

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
MEDİNE’DE İLK AYLAR

Medine’de ilk aylar
Medine’de ilk aylar
Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler; onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. [31]

Ey Allah’ın Resulü! Yanlarına gelip sığındığımız bu insanların benzerini hiç görmedik. Aza ortak edip, çoktan vermekte kendilerini geçecek hiç kimse yok. Onlarla birlikte çalışmadık, ama bizi ürünlerine ortak ettiler. Bu nedenle bütün sevabı onların toplamasından korkuyoruz. Bu gidişle bize sevap kalmayacak. (Muhacirler)
İlk Günler

Hicretin ilk günleriydi. Akabe’de Resulûllah’a biat eden ve hemşehrilerini islâm’a girmeye teşvik eden Berâ b. Ma’rur vefat etti. O, Mekke’deki İslâm davetinin adeta durduğu, müşriklerin zorbalıkları nedeniyle hiç kimsenin Müslüman olmaya cesaret edemediği bir zamanda İslâm davetini kabul etmekten kaçınmamış birisiydi. Mekke’deki Müslümanlar hicret edip Medine’ye geldikleri zaman evinin kapısını bu muhacir Müslümanlara açmış ve sahip olduğu bütün imkânları onlara sunmuş birisiydi. O vefat edince Müslümanlar derin bir acıyla üzüldüler. Cenaze namazını Resulüllah kıldırdı. Onun cenaze namazı bir Müslüman için kılınan ilk cenaze namazı oldu. Fakat üzüntü verici durumlar bitmedi; peş peşe daha başka acılar da yaşandı. Berâ b. Ma’rur’un vefatını takip eden günlerde Külsum b. Hidm ile Es’ad b. Zurâre de vefat etti. İkisi de yaşlıydı. Peş peşe vefat eden bu üç Müslüman da, ikinci Akabe biatmda, Resulüllah tarafından Medineli Müslümanların işlerinden sorumlu kılınmışlardı; üçü de nakîbdi. Es’ad b. Zurâre vefat edince, Neccar oğullarının büyükleri Resulûllah’a gelerek ‘Ey Allah’ın Resulü! Biliyorsun, Es ad bizim nakîbimizdi. Ama o öldü. Şimdi onun yerine birimizi nakib tayin et’ dediler. Başlarında Resulüllah tarafından tayin edilmiş bir sorumlu bulunmasını istiyorlardı. Resulüllah onların üzüntülerini azaltmak ve sevindirmek için ‘Sizin nakibiniz benim’ dedi. Bu sevindirici bir haberdi. Medine merkezli islâm davetine büyük emekler vermiş Neccar oğullarının mensupları büyük bir sevinçle evlerine döndüler. Nakîblerinin Resulüllah olması nedeniyle övündüler.

Resulüllah’ın Medine’ye gelişinin üzerinden bir ay kadar bir zaman geçmişti. Namaz, Miraçtan beri günde beş vakit, fakat her vakti iki rekat kılmıyordu. Resulüllah, hicretin bu ilk ayını takip eden günlerin birinde vakitlere göre namazın rekat sayısının değiştiğini bildirdi. Hz. Aişe bu değişikliği şöyle anlatmıştır: ‘Yüce Allah namazı farz kıldığı zaman ikamet halindeyken de yolculuk halindeyken de akşam namazı hariç bütün vakit namazları ikişer rekat kılınıyordu. Hicretten sonra yolculuk hali hariç öğle, ikindi ve yatsıya ikişer rekat ilâve edildi.[32]

Resulüllah ve Ebû Bekir tek başlarına hicret etmişlerdi, ikisinin de eşleri ve çocukları Mekke’de kalmıştı. Resulüllah, eşi Sevde’yi, kızları Fâtıma ve Ümm-ü Gülsüm’ü ve evlatlığı Zeyd b. Harise’nin eşini ve küçük oğlu Usâme b. Zeyd’i Medine’ye getirtmeyi arzuladı. Diğer kızı Rukayye eşi Osman ile hicret etmişti; o Medine’deydi. Bir diğer kızı Zeyneb ise, Müslüman olmayı reddeden Ebû’l As ile evliydi ve Mekke’de kalmıştı. Ebû Bekir de Resulüllah’la aynı arzu ve isteğe sahipti; o da yakınlarının Medine’ye gelmelerini istiyordu. Resulüllah ve Ebû Bekir, Medine’ye yerleştikten kısa süre sonra, haram aylar girince, Zeyd b. Harise ile Ebû Râfi’yi Mekke’ye gönderdiler Zeyd ve Ebû Râfi, Resulüllah’ın ve Ebû Bekir’in yakınlarının Medine’ye gelmelerini sağlayacaklar, yolculuklarında kendilerine eşlik edeceklerdi. Zeyd b. Harise ile Ebû Râfî görevlerini başarıyla yerine getirip, Resulüllah’m ve Ebû Bekir’in ailelerini Medine’ye getirdiler. Bunu yaparken herhangi bir zorlukla veya tehlikeyle karşılaşmadılar. Mekkeliler herhangi bir engellemede bulunmadılar. Zaten hür kadınlara ve çocuklara dokunmuyorlardı.

Son Akabe görüşmesinde 73’ü erkek, 2’si kadın 75 kişi Resulüllah’a biat etmişti. Ancak daha sonra islâm Medine’de hızla kabul görmüş, çok sayıda kişi Müslüman olmuştu. Yeni Müslüman olanların çoğu İslâm hakkında çok az şey biliyorlardı. Özellikle davranışları, ahlâkları konusunda önemli hatırlatmalara ve bilgilere ihtiyaçları vardı. Gerçi Resulüllah ve diğer birçok Müslüman islâm’a yeni girenleri bilgilendiriyor ve yanlışları karşısında gerekli uyarılarda bulunmayı ihmal etmiyorlardı ama yine de belirgin bir hatırlatma ve uyarıya ihtiyaçları vardı. Resulüllah, Medineli Müslümanları (Ensar) kaldığı eve gruplar halinde davet ederek, onlarla görüşme ve bazı konularda söz alma ihtiyacı hissetti. Hicretin ilk aylarından birisinde, ev sahibi Ebû Eyyûb’a Medineli Müslüman erkekleri gruplar halinde eve davet etmesini istedi. Ebû Eyyûb, Resulüllah’ın isteği üzerine Müslüman erkekleri gruplar halinde evine davet etti. Resulüllah her grupla görüşüp, konuştu, islâm’la ilgili bazı bilgiler verdi, hatırlatmalarda bulundu ve yanlışları konusunda uyardı. Sonra da her birinden durumları ve hayat tarzlarının olması gereken niteliği ve biçimiyle ilgili söz aldı. O gün Ensar’a mensup Müslüman erkeklerden 180 kişi hâl ve hareketlerinin, hayat tarzlarının İslâm’ın istediği gibi olacağına dair Resulüllah’a biat etti.

Resulüllah, Ensar’a mensup erkeklerden biat alışım takip eden günlerde, Enkadınlarıyla da görüşmeyi ve onları bazı durum ve davranışları konusunda lendirip uyarmayı istedi, isteği üzerine Ensar kadınları bir eve toplandılar, ulüllah onlara Hz. Ömer’i gönderdi. Toplantıda bulunan Müslümanlardan Ümm-ü Atiyye o toplantıda gerçekleşenleri şöyle anlatmıştır: ‘Peygamberimiz Meâ’ne’ve çeldikten oir süre sonra Ensar kadınlarının bir evde toplanmalarını istedi. Kadınlar toplanınca Ömer’i gönderdi ve Ömer kadınlara şunları söyledi: ‘Ben Resulüllah’ın sizlere gönderdiği elçisiyim. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacağınız, zina etmeyeceğiniz, çocuklarınızı öldürmeyeceğiniz, kimseye iftira atmayacağınız, marufta Resulüllah’a karşı gelmeyeceğiniz, ölünün arkasından bağıra bağıra ağlamayacağınız konularında bana biat edeceksiniz. [33] Hz. Ömer, Resulüllah adına Ensar kadınlarından ilgili konularda sadakat sözü aldı ve ‘Allah’ım şahit ol diyerek Allah’ı bu söze şahit tuttu. O gün Hz. Ömer aracılığıyla Resulüllah’a beyat eden kadınların sayısı 350 civarındaydı. Bu sayı, İslâm’ın Medine’de ne kadar hızlı yayıldığım ve kendilerine insan olduklarını hatırlatan ve insanca yaşama imkânı sunan İslâm’a özellikle kadınların daha da ilgili olduklarını göstermesi açısından önemlidir.
Din Kardeşliğinin Tesisi

Medine’nin şartları her bakımdan Mekke’den farklıydı. Farklardan birisini ve en önemlisini farklı topluluklara mensup, tamamıyla farklı kültürel geçmişlere sahip bireylerden yeni bir toplumun inşa edilmesi oluşturuyordu. Elbette ki toplum olmak, insanları bir mekanda toplamakla gerçekleşecek bir şey değildir. Her şeyden önce, toplumu oluşturacak bireyler arasında her birini diğerine bağlayan sıkı ve sağlam bağların bulunması gerekir. Bireyler arasında, toplum halinde yaşamanın gerektirdiği şartların tesis edilmesi gerekir. Resulüllah, Mekkeli Müslümanların oluşturduğu muhacirlerle Medineli Müslümanların oluşturduğu Evs ve Hazreç topluluklarından bir Müslüman toplumu inşa etme sürecini başlattığı zaman, toplumun harcı olarak ilk yaptıklarından birisi, Müslümanlar arasında selâmı emretmesi ve yaygınlaştırılmasını istemesi oldu. Elbette ki birbirlerine karşı olumlu sözlerle hitap eden, bu sözlerinde birbirlerinin iyilik ve esenliğini isteyenler arasında mevcut olan veya gelecekte olması muhtemel görünen problemler çözülür, buzlar erirdi, ilişkiler içten ve daha yoğun olurdu. Bağlar güçlenip, kuvvetlenirdi. Bu nedenle selâma büyük önem verildi. Müslümanların her karşılaştıklarından birbirlerini selâmlamaları istendi. Resulüllah bu konuda şöyle dedi: ‘Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerektiği gibi iman edemezsiniz. Ben size yerine getirdiğiniz zaman aranızda sevgiyi oluşturup -pekiştirecek şeyi söyleyeyim mi? O selâmdır. Selâmı aranızda yaygınlaştır. [34]

Toplumun temelinin sağlam olması, o toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle ilişkilerinin güçlü bir dostluk ve dayanışma üzerinde şekillenmesine bağlıdır. Resulüllah, karşılıklı dayanışmayı artırmak için, Muhacirle Ensar arasında inşa edilen kardeşlik bağını daha da güçlendirecek bazı uygulamalara karar verdi Bu ‘iman kardeşliğinin’ gereğiydi. Üstelik Muhacirler bütün mal varlıklarını Mekke’de bırakıp gelmişlerdi. Medine’de yaygın olan ziraat ve sanatı bilmiyorlardı. Bildikleri tek iş ticaretti, ama sermayeleri yoktu. Bunlardan dolayı, hem muhacirleri koruyup, başta ekonomik sıkıntıları olmak üzere problemlerinin ağırlığını azaltmak ve hem de bir İslâm toplumunun inşasını temin etmek için özel statülü bir kardeşlik uygulamasına gidildi. Kardeşlik bağı, hicretin beşinci ayında, mescidin inşası sırasında, Enes b. Malik’in evinde tesis edildi. Bu, dünyada benzeri bulunamayan bir uygulamaydı. İnsanların genellikle kan ve süt gibi unsurları temel alarak birbirleriyle kardeş olmalarına karşılık, Resulüllah insanlık tarihinde ilk defa inanç kardeşliğini ve bu kardeşliğin gereklerine uygun bir düzenlemeyi başlattı. Vahyolunan bir ayet, tesis edilen kardeşliği onayladı ve ‘îman kardeşlerini övdü: ‘Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.[35] Tesis edilen kardeşlik bağı maddî ve manevî her türlü ortaklığı ve dayanışmayı kapsıyordu. Kardeş ilan edilen Müslümanlar birbirlerine varis olabileceklerdi. Fakat varislik konusu iki yıl kadar sonra vahyolunan bir ayetle iptal edildi.[36] Bir başka ayet [37] ise, varisliğin kaldırılmasına rağmen, kardeşler arasındaki yardımlaşmanın önemine değindi ve yardımlaşmayı teşvik etti.

Resulüllah sadece kardeşlik uygulamasını pekiştirmek için değil, her çağdaki: ve toplumdaki Müslümanlar arasında şekillenecek ilişkileri biçimlendirmek ve dayanışmayı gerçekleştirmek için, söz konusu iman kardeşliğinin önemini ve gereklerini sıklıkla dile getirdi. Müminlerin sevgi ve bağlılıkta tek vücut gibi olduklarını; vücudun bir organı acı çektiğinde, bu acıyı bütün vücudun yaşadığı gibi, müminlerin de birbirlerinin acı ve sıkıntılarına duyarsız olmadıklarını, olamayacaklarını ifade etti. Müminlerden birisinin bir diğer mümine üç günden fazla küs durmasının helâl olmadığını,[38] bir müminin, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamayacağını [39] bildirdi. ‘Aranızda hediyelesin [40] diyerek, karşılıklı hediyeleşmenin dostluğu pekiştirmedeki önemine dikkat çekti.

Müslümanlar ise tüm bu hatırlatma, uyarı ve emirlere titizlikle uydular. Bu konuda Ebû Talha’nın durumu önemli bir örnek teşkil etti. Ebû Talha’nm hurma vardı- Bu bahçelerden en iyisi de Mescid-i Nebî’nin yakınında idi. Beyruhale anılan bu bahçe çok değerliydi. ‘Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça ‘iyi’ ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir’ [41] ayeti vahyolununca, Ebû Talha, Resulüllah’a gelerek ‘Ey Allah’ın Allah ‘Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça ‘iyi’ ye eremezsiniz’ dir Ben bahçelerim içerisinde en çok Beyruha’yı severim. Ben onu Allah için sadaka larak veriyor ve karşılığında Allah’tan hayır diliyorum. Bu bahçeyi nasıl istersen öyle yap’ dedi. Resulüllah, Ebû Talha’nın bu davranışına çok sevindi ve ‘îşte sahibine kazandıran mal’ dedi. Sonra ‘Ben bu bahçeyi, başkalarına değil, yakın akrabalarına vermeni uygun buldum’ dedi. Ebû Talha ‘Nasıl istiyorsan öyle olsun ey Allah’ın Resulü!’ dedi. Sonra o bahçeyi yakın akrabaları arasında paylaştırdı. [42]

Birbiriyle kardeş olanların sayısı konusundaki rivayetler ihtilaflıdır. Kaynakların verdiği bilgilerden yaklaşık 50 civarında çiftin birbiriyle kardeş yapıldığı anlaşılmaktadır. Kardeşlik uygulaması, özellikle ilk zamanlar, muhacirlerin Medine’ye yeni geldikleri ve belirli bir evlerinin ve işlerinin bulunmadığı, geçimlerini sağlamak için ne yapacaklarını bilemez oldukları zamanlarda çok işe yaradı. Gerçi daha ilk günden itibaren Medineli Müslümanlar Mekkeli Müslümanlara her türlü yardımı yapmış; evlerini açmış, yemeklerini paylaşmışlarsa da, kardeşliğin tesisinden sonra bunlar bir dayanışma ve yardımlaşma olmaktan çıkıp, zorunlu bir şekilde yapılması gereken ve zorunlu bir şekilde yapılmasının gereklerini inançta bulan bir uygulama oldu. Elbette ki burada Ensarm fedakârlığı ön plandaydı. Onlar ‘iman kardeşleriyle’ her şeylerini paylaşmaya hazırdılar. Bunu gönülden istiyorlardı. Bu nedenle Ensar’a mensup bazı Müslümanlar Resulüllah’a başvurarak .sahip oldukları hurmalıklarını Muhacirler arasında paylaştırmasını teklif ettiler. Resulüllah bunu kabul etmedi. Bu sefer ‘Bakım ve sulama işlerini Muhacirler üzerlerine alsınlar, ürünü onlarla paylaşalım’ teklifinde bulundular. Ensar, din kardeşliğinin gereklerini yerine getirmekte öylesine titiz ve istekliydiler ki, onların bu özellikleri ‘kardeşlerini’ şaşkınlığa sürükleyen bir hayranlığa sahip olmalarma yol açtı. Bir defasında Ensara yönelik hayranlık ve övgülerini Resulüllah’a ifade etmekten kendilerini alamadılar: ‘Ey Allah’ın Resulü! Yanlarına gelip sığındığımız bu insanların benzerini hiç görmedik. Aza ortak edip, çoktan vermekte kendilerini geçecek hiç kimse yok. Onlarla birlikte çalışmadık, ama bizi ürünlerine ortak ettiler. Bu nedenle bütün sevabı onların toplamasından korkuyoruz. Bu gidişle bize sevap kalmayacak’ dediler. Resulüllah bu son derece anlamlı sözler karşısında o Müslümanlara ‘Sikler onları övdüğünüz ve onlar için Allah’a duacı olduğunum sürece sevapta siz & pay sahibisin [43] dedi.

Tesis edilen kardeşliğin bireysel uygulamalarında bazı ilginç durumlarla da karşılaşıldı. Bununla ilgili örneklerden birisi Muhacirden Abdurrahman b. Avf ile Ensardan Sâ’d b. Rebi arasında yaşandı. Bu iki Müslüman birbirleriyle kardeş yapılmışlardı. Sâ’d, Abdurrahman’a sahip olduğu bütün mal varlığının yarısını vermiş ve eşlerinden birisini de boşayıp kendisine eş olarak verebileceğini söylemişti. Abdurrahman bu teklifi uygun bulmadı. Teşekkür ederek ‘Allah sana malını ve eşlerini hayırlı kılsın. Sen bana pazar yerinin yolunu göster [44] dedi ve geçimini sağlamak için öncelikle kendisinin çabalaması gerektiğini bildirdi. Takip eden günlerde ticaretle uğraştı ve Medine’nin önemli zenginlerinden birisi oldu.

Mescidin İnşası

Mescit, Resulüllah döneminde sadece namaz kılman bir ibadethane değil, birçok toplumsal faaliydin yürütüldüğü kompleks bir yapıydı. Mescit, gerektiğinde mahkeme salonu, hastane, nikah salonu, sohbet mekanı, yatakhane ve devlet dairesi olarak kullanılmıştı. Bu itibarla Medine’de ilk mescidin inşasını bir ibadethanenin inşası olarak düşünmek doğru olmaz. İnşa edilen mescil, bir bina inşasından öte, bir toplumun inşası sürecinin önemli bir aşaması olarak anlam kazanmıştır.

Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Medineli Müslümanlar ikinci Akabe bi-atmdan sonra Medine’ye döndükleri zaman toplanıp konuşabilecekleri ve toplu olarak namazlarını kılabilecekleri bazı mekanlar oluşturmuşlardı. Bu mekanlar mescit olgusunun ilk aşamasını teşkil ettiler. Asıl işleviyle bir mescit Resulüllah’m Medine’ye gelişini takiben inşa edildi. Hicretin ilk günlerinde mescidin inşası için gerekli hazırlıklara başlandı. Mescit için seçilen yer, Peygamberimizin Medine’ye ilk geldiği gün Kusva’nm çöktüğü alandı. Herhangi bir ücret istemedikleri ve bu konuda ısrarcı olmalarına rağmen, arsanın bedeli, sahipleri olan yetim gençlere ödendi. Daha sonra vakit kaybetmeden mescidin inşası için çalışmalara başlandı. Mescidin inşası hicretin 7. ayında gerçekleştirildi. Muhacir ve Ensar gruplarına mensup bütün Müslümanlar inşa işinde fiilen çalıştılar. Her Müslüman, böylesi bir inşaatın işçisi olmaktan büyük onur duydu. Resulüllah’m da fiilen çalıştığı bir işin sevabından hiç kimse mahrum kalmak istemedi. Resulüllah inşaatın sadece organizasyonuyla yetinmedi, aynı zamanda inşaatın sıradan bir işçisi de oldu. Öylesine büyük bir çabayla çalıştı ki, O’nun bu durumu Müslümanları rahatsız etti. Resulüllah’ı bu yoğun çalışmadan alıkoymak için çaba gösterenler oldu. Ama başarılı olamadılar. Resulüllah’ı çalışmaktan engellemek ve O’nun sadece işi organize etmekle yetinmesini sağlamak isteyen Müslümanlardan birisi, bir kişinin zorla taşıyabileceği bir kerpici kucaklamış Resulüllah’ın önüne geçerek: ‘Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın resulü! Yapma ne olur! Bırak biz yapalım. Ver ben taşıyayım’ dediği zaman, Resulüllah bu isteğe iltifat etmedi; ‘Eğer istiyorsan sen de onları taşı’ diyerek başka kerpiçleri gösterdi ve ‘Sen Allah’a benden daha muhtaç değilsin [45] dedi. Tanıkların ifadelerine göre, Resulüllah küçük kerpiç ve taşları bazen elbisesinin eteğine doldurarak taşıyordu. Resulüllah’ın fiilen çalışmasını bir kabullenemeyen, bu durumdan vicdanları son derece rahatsız olan Müslü-nlann bazıları, başka yöntemler deneyerek Resulüllah’ı çalışmadan alıkoyma-calıştılar. Anımar b.Yâsir bunlardan birisiydi. Her seferinde herkesin taşıdığından iki kat fazla yük taşıyarak ‘Birisi benim için, diğeri Resulüllah için’ diyerek Resulüllah’ın çalışmasına gerek olmadığım, O’nun yerine kendisinin çalıştığını göstermeye çalışıyordu. Fakat Resulüllah bir işçi gibi çalışmasını sonlandırmadı, Ammar’ın yanma giderek sırtını sıvazladı ve dua etti. Mescit inşaatında çalışanlar mutluluklarını şiirler okuyarak açığa vurdular. Abdullah b. Revaha’nm Yâ Rab! Mükafat ahiret mükafatıdır. Ensarı da Muhaciri de esirge’ nakaratlı şiirine bizzat Resulüllah da eşlik etti.

Mescid-Nebî (Peygamber Mescidi) ismiyle meşhur olan mescit, kompleks bir yapının esas kısmını oluşturuyordu. Yaklaşık 70×70 metre boyutlarmdaydı. Mihrabı Kudüs’e doğruydu. Cemaat ve özellikle de Cuma namazı kılmaya imkân sağ-aması mescit mekanı geniş tutulmuştu. Mescidin tabanına kum serildi. Yapı-milblr kısmının ûstü hurma ağaçlan ve bitkilerle örtülerek gölgelik haline geti urası daha sonra ‘suffe’ ismiyle anılacak olan ve eğitim faaliyetlerinin yürüteceğı, bu faaliyetlere katılanların ikamet edecekleri bir mekan olacaktır. Mescidin hemen yanında ise Resulüllah’ın İkameti için İki oda yapıldı. Odaların üstü urma kütükleri ve dallarıyla kapatıldı. Takip eden yıllarda odaların sayısı ihtiyaç enıyle artarak dokuza kadar çıktı. Resulüllah ilk zamanlar bu iki odayı eşi Sevde ile kızları Ûmm-ü Külsûm ve Fâtıma ile paylaştı. Ümm-ü Gülsüm Bedir savaşından sonra Hz. Osman ile evlenince kendi evine ayrıldı. Fâtıma ise Hz. Ali ile evlendikten sonra da uzun bir süre bu odada kalmaya devam etti ve Kaynukalıların Medine’den sürgün edilmesinden sonra ayrılarak Kaynukalardan kalan bir eve yerleştiler.

Mescidin temelleri taştan, duvarları kerpiçten inşa edildi, insanların rahatça girip çıkmasını sağlamak için üç kapı açıldı. Duvarların yüksekliği yaklaşık iki metreydi. İlk zamanlar geceleri aydınlatmak için hurma dal ve yaprakları yakılıyordu, ancak daha sonraları zeytinyağı kandilleri yakılmaya başlandı. Resulüllah, mescidin zeminin temiz tutulması ve düzenlenmesine büyük önem veriyordu. Bu konuda Müslümanları uyarıyor ve ayrıca insanların pis kokulardan rahatsız olmaması için mescidin sürekli güzel kokularla kokulandırılmasmı istiyordu. Temizlik, üzerinde ısrarla durduğu ve bizzat takip ettiği bir konuydu. Bir defasında duvarda balgam görünce bundan tiksindiğini belli etmiş ve böyle davranılmaması gerektiğini bildirip, eline aldığı bir ağaç parçasıyla o balgamı bizzat kendisi temizlemişti. Yine ilk zamanlar zenci yaşlı bir kadın mescidin temizlik işlerine gönüllü oldu. İşini başarıyla yerine getirdi. Resulüllah bir gün onu göremeyince merak edip nerede olduğunu sordu. Öldüğü söylenince mezarının yerini öğrendi ve gidip cenaze namazı kıldı.

Ezan

Mescit inşa edildikten sonra, çözüm bekleyen problemlerden birisi, namaz vakitlerinde Müslümanların mescide nasıl çağrılacakları konusunda açığa çıktı. Bu konuda farklı görüşler ileri sürüldü. Bazıları boru çalınmasını teklif etti. Resulüllah ‘Bu Yahudilerin uygulamasıdır’ diyerek, boru çalınmasından farklı bir yöntem bulunmasını istedi. Bu sefer bazıları ateş yakılmasını, ateşin dumanım görenlerin namaz vaktinden haberdar olacaklarını söyleyince, Resulüllah ‘Bu Mecusilerin uygulamasıdır’ diyerek bu görüşü de kabul etmedi. Bazıları çan çalınmasını teklif etti, fakat Resulüllah ‘Bu Hıristiyanların uygulamasıdır’ diyerek bu teklifi de beğenmedi. Resulüllah hiçbir şekilde, İslâm ile diğer dinler arasında ortak bir özelliğin, görünümün olmasını istemiyordu. Tekliflerin reddedilme gerekçesinden bu açıkça anlaşılmıştı. Son teklif Hz. Ömer’den geldi. Ömer, özel olarak görevlendirilen bir kişinin bağırarak Müslümanları mescide çağırmasını teklif etti. Bu teklif Resulüllah tarafından uygun bulundu. Müslümanları namaza çağırma işi için Bilâl’ı görevlendirdi. Fakat bir süre sonra Abdullah b. Zeyd uygulamada değişikliğe neden olacak bir teklifle geldi. Ona göre Müslümanları namaza çağırmanın özel bir biçimi olmalıydı. Söylediğine göre, Müslümanları namaza çağırmak için kullanılacak olan çağrı sözlerini rüyasında duymuştu. Rüyasını Resulüllah’a anlattığı zaman, bu rüyadan hareketle getirilen teklifi çok beğendi ve ezan okunmasına verdi. O sırada aynı rüyayı Hz. Ömer’in de gördüğü anlaşıldı. Bu durum, görlen rüyaların ilâhî bir niteliğe sahip olduğu kanaatinin oluşmasına yol açtı. Bir re sonra vahyolunan ve Cuma namazıyla ilgili olarak açıklamada bulunan bir vet ise ezan uygulamasının ilâhî katta kabul edildiğini ifade etti: ‘Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığınız (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır.[46]

Ezan ilk zamanlar bütün namazlar için aynı sözlere sahipti. Ancak daha sonraları, Resulüllah’m sabah namazına geç kaldığı bir gün, Hz. Bilâl’in kendiliğinden ezana eklediği “Namaz uykudan hayırlıdır’ sözü, Resulüllah tarafından sabah ezanının sözlerine ilâve edildi. Bu şekliyle de uygulamaya devam edildi.

Korku ve Güven

Mekke eşrafı Resulüllah’ı ellerinden nasıl kaçırdıklarını bir türlü anlayamamışlardı. Medine’de güç bulacağına emin oldukları İslâm’ın kendileri için önemli bir tehlike olduğunun farkındaydılar. Her geçen gün korktuklarının biraz daha gerçekleştiğini, islâm davetinin gittikçe güçlendiğini görüyor, önlem olarak ne yapabileceklerini düşünüyorlardı. Medineli Müslümanları korkutmalarının işe yaraya böylelikle Resulüllah’ı desteklemekten vazgeçirebileceklerini düşündüler. Ebû Süfyan ve Ubeyy b. Halef birleşerek bir mektup yazıp, Mekke Devleti adına Medineli Müslümanların önde gelenlerine gönderdiler. Tehdit dolu mektuplannda şöyle diyorlardı: ‘.Şurası kesin ki, Araplar arasında çıkacak hiçbir savaş, sizinle bizim aramızda çıkacak savaştan daha yakıcı olmaz. Gerçekte siz, bizim aramızdan çıkmış asil ve güvenilir bir kimseyi destekliyorsunuz. O’nu himayenize aldınız. Fakat bizim O’nunla bir düşmanlığımız var. Bizimle O’nun arasına girmeyin. Eğer O doğru yolda ve doğru İş yapıyorsa bunun şerefi herkesten önce bize aittir. Yok yanlış yolda ve yanlış işler yapıyorsa O’nu engellemek ve cezasını vermek herkesten çok bize aittir. [47] Mekke eşrafının bu tehdit mektubuna Ka’b b. Malik şiirle cevap vererek Resulüllah’ı desteklemeye devam edeceklerini bildirdi. Mekke eşrafı Medineli Müslümanlar ile amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayınca, kendilerine başka taraftar aradılar. Resulüllah nedeniyle krallık umutları sönmüş bulunan Abdullah b. Ubeyy’den yararlanabileceklerini düşündüler. Ona ültimatom niteliğinde bir mektup gönderdiler. Amaçları, korkutarak isteklerinin gerçekleşmesini sağlamaktı. Mektuplarında şöyle dediler: ‘Aramızdan kaçıp gelen birisine sığınma hakkı tanımış bulunuyorsunuz. Allah’a yemin ederiz ki, şayet O’na karşı çıkmaz ve O’nu memleketinizden çıkarıp atmazsanız, adamlarınızı öldürmek ve kadınlarınızı cariye edinmek için üzerinize geleceğiz. [48] Bu mektup bazı Medineli müşrikleri ve Müslüman olmakla birlikte iman henüz kalbine tam yarleşmemiş kişileri korkuttu. Mekkelileri karşılarına almakla büyük bir tehlikeye kapı araladıklarını, başlarına bela geleceğini konuşmaya başladılar. Fakat Ensardan bazı Müslümanların devreye girmesiyle korkularını bastırdılar.

Medine, Mekke’ye göre Müslümanlar için daha emniyetli yer olmasına rağmen, ilk günlerde yine de bazı korku ve sıkıntılar yaşandı. Küba’da kaldığı günlerde Resulüllah’ın bulunduğu evin taşlanması bu korku ve sıkıntıları haklılaştırıyordu. Henüz herkesin gerçek durumunun tam olarak bilinmediği; dost ve düşmanların henüz birbirinden açıkça ayrılmadığı bu günlerde duyulan korkuları, yaşanan sıkıntıları haksız bulmak mümkün değildir. Bu nedenledir ki, Resulüllah’a gelerek ‘Acaba silahlarımız yanımızda olmadan geceleri korku duymadan, güven içinde geçireceğimiz; yüce Allah’tan başka hiç kimseden korkmayacağımız günler gelecek mi?’ diye soranlar oldu. O günlerde Resulüllah da düşmanların saldırısına uğramaktan çekiniyordu. Bir kişinin kapısında nöbet tutmasını arzuladığı zamanlar oluyordu. Bu düşüncesini yakınlarına ifade ettiği bir gün kapısının önünden sesler geldi. Ne olduğunu anlamak için dışarı çıktığında Sâ’d b. Ebî Vakkas ile karşılaştı. Resulüllah, Sâ’d’a niçin geldiğini sorduğu zaman, ‘Ey Allah’ın Resulü! Birilerinin sana zarar vereceğinden kuşkuya kapıldım, bu nedenle rahat edemedim, ka-pında nöbet tutmaya geldim [49] dedi. Resulüllah sevindi ve Sâ’d için dua etti. Fakat takip eden günlerde ‘Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüpkeyok ki Allah kâfirler topluluğunu başarıya ulaştırmaz [50] ayeti vahyolunca, Resulüllah hem korku ve sıkıntıları üzerinden attı; hem de kapısında nöbetçi bulundurmaktan vazgeçti. Ayrıca, korkusuz günlere sahip olup-olmayacaklarını soran Müslümanlarada ileride öyle günler gelecek ki, sizden biriniz üzerinde hiçbir demir parçası topluluk içinde rahatça oturabilecek’ dedi. Çünkü vahyolunan bir ayet müjde veriyordu. Ayet şöyleydi: ‘Allah, iman edip, dürüst ve faydalı iş yapanlara, tıpkı kendilerinden önce gelip geçen bazı toplumları yeryüzüne hakim onları da yeryüzüne mutlaka hakim kılacağım ve onlar için hoş görüp, olduğu’ dini, sağlam temellere oturtup, yerleştireceğini ve korkularının ardından mutlaka güvenli bir duruma kavuşturacağını vaadetmiştir. Çünkü böyleleri yalnız ‘bana kulluk eder, başkasını bana ortak kılmazlar. Artık bundan sonra, kim inkâr yolunu seçerse, işte onlar ilâhi sınırları aşmış kimselerdir.[51]

Resulüllah’ın daha yakından tanımamızı sağlayan bilgilerden bir kısmının kaynağı Enes b. Malik’tir. Zira O, yıllarca Resulüllah’m yanında kalmış ve O’nun hizmetinde bulunmuştu. Hicretin daha ilk günlerinde hizmetinde çalışması için annesi tarafından Resulüllah’a takdim edilmişti. Enes o anı şöyle anlatmıştır: ‘Resulüllah Medine’ye geldiği zaman sekiz yaşında bir çocuktum. Annem beni elimden tutup O’na götürdü. ‘Ey Allah’ın Resulü! Ensar’ın erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kalmadı. Ben ise bu oğlumdan başka sana hediye olarak verebileceğim bir şeye sahip değilim. Bunu al, senin hizmetinde bulunsun’ dedi. On sene Resulüllah’a hizmet ettim. Beni ne dövdü, ne kötü bir söz söyledi ve ne de yüzünü ekşitti. [52] Enes b. Malik, Hicretin ilk günleriyle ilgili önemli bilgiler de vermiştir. Onun verdiği bu bilgilerden hareketle hicretin o ilk günlerinde Müslümanların sahip oldukları bazı korku ve endişelerden ayrıntılı bir şekilde haberdar olma imkânı elde ediyoruz. Bu çerçeveden olmak üzere bir defasında şunları anlatmıştır: ‘Medine de bir ses, ne olduğu belli olmayan bir gürültü duyulursa Resulüllah herkesten önce atına atlar ve yine herkesten önce oraya giderdi. Bir gece Medineliler bir bağırtı duyup kork-muşlar,bu bağırtının sebebini de anlamak istemişlerdi. Ancak hiç kimse cesaret edip gürültünün geldiği yere gidemiyordu. Bir süre sonra bazıları cesaretlerini toplayıp bağırtının geldiği tarafa doğru gitmeye karar verdiler. Ancak o sırada Resulüllah’m atının çıplak sırtına binmiş, kılıcı da elinde olduğu bir hâlde son surat o taraftan geldiği görüldü. Bir yandan insanlara evlerine dönmelerini söylerken, bir yandan da: ‘Korkmayın, korkmayın’ diyordu. [53] Bu günlerde vahyolunan ve yukarıda zikrettiğimiz ayet [54] muhtemelen müşriklerin, münafıkların ve Yahudilerin Müslümanları korkutma girişimleri karşısında tüm Müslümanların kalplerine güven aşıladı.

[31] Haşr sûresi, 59:9
[32] Buharı, Salât 1; Müslim, Salâtü’l Müsâfirîn 1; Ahmed, Müsned, VI/241, 265.
[33] Ahmed, Müsned, V/85.
[34] Müslim, îman 93-94; Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11.
[35] Haşr, 59:9
[36] Rahim sahipleri (akraba olanlar), Allah’ın kitabına göre birbirlerine (varis olmağa) daha uygundurlar. Allah her şeyi bilir.’ (Enfal, 8:75)
[37] Ana babanın ve akrabanın bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin Allah her şeyi görmektedir.’ (Nisa, 4:33)
[38] Buharı, Edeb 62, istilân 9; Müslim, Bin 25; Muvatta, Hüsnü’l- Hulk 13; Ebû Dâvud, Edeb 55; Tirmizî, Birr 21.
[39] Buharı, iman 7; Müslim, îman 17.
[40] Tirmizî, Ve/a ve’l-Hibe 6.
[41] Al-i îm-3-92 [42] Fahreddin Razî, Tefsîr~i Kebîr, VI/465.
[43] Ibn Kesir, d-Bidaye ve’n-Nihâye, III/280; Tirmizî, SıjatVl Kıyame 44.
[44] Buharı, Menakibu’l Ensar 3.
[45] Semhûdî, Vefaü’l Vefa bi Ahbâri Dâri’l Mustafa,.1/237.
[46] Cuma, 62:9
[47] Ibn-i Habib, Kitabu’l Muhabber, 271; Ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/445.
[48] Abdürrezzak, el-Musannef, V/358, 359.
[49] Tirmizî, Menakıb 27; Buharî, Cilıad 70.
[50] Maide, 5:67
[51] Nûr, 24:55
[52] Buharî, Edeb 39; Müslim, Fezail 51.
[53] Buharî, Hibe 31; Cihad ve’s Siyer 24, 46, 50, 55, 115, Edeb 39; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 1/373; Ahmed, Müsned, III/185.
[54] Nur, 24:55
 
Üst Alt