42-İSLÂM AHLÂKI İkinci Kısm

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Canlıların ihtiyâc maddeleri, bu üç kaynakdan hâsıl olmakdadır. İnsan çürüyünce, hâsıl olan maddeler, yine bu üç yere dağılıyor. Kıyâmetde tekrâr dirilmek, bu maddelerin veyâ benzerlerinin tekrâr bir araya gelmeleri ile olacakdır.
Kalb, rûh ve melekler de, yalnız oldukları zemân, terakkî etmez, yükselmez. Yaratıldığı mertebede kalır. Kalb ve rûh, bu beden ile birleşince, terakkî etmek, yükselebilmek hâssasını kazanıyor. Yâhud, kâfir olmak, günâh işlemek sebebleri ile, alçaklaşıyor, harâb oluyor.
Bu dünyâda her cism kendine mahsûs sıfatları ile tanınmakdadır. Her cism, elementlerin ve bileşiklerin birer yığınıdır. Elementler, bileşikden bileşiğe geçerek yer değişdirmekde, her cismin terkîbi bozularak, sıfatları yok olmakda, başka sıfatlı, başka cism hâline dönmekdedir. Bu devâmlı değişmelerde, madde yok olmuyor ise de, cismler zemânla değişmekde, yok olup başka cism hâsıl olmakdadır. Eskiden maddeye (Heyûlâ) diyorlardı. Cisme, ya’nî maddenin şekl almasına (Sûret) diyorlardı.
Kalb ve rûh, parçalanmadığı ve parçalardan meydâna gelmedikleri, ya’nî mücerred oldukları için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Fizik hâdiselerinde cismlerin şekli ve hâli değişiyor. Meselâ su, ısı enerjisi alınca, buhar oluyor. Sıvı hâlde iken gaz hâline dönüyor. Su cismi yok oluyor, buhar cismi var oluyor. Kimyâ tepkimelerinde ise, cismin yapısı bozuluyor. O cismin maddesi yok olup, başka madde var oluyor. Fizik olayında cism değişiyor. Madde değişmiyor. Kimyâ değişmesinde, cism yok oluyor. Madde değişiyor. Hiçbirinde madde yok olmuyor. Nükleer değişmelerde ise, madde de yok olup, enerji hâline dönüyor.]
Üçüncü makam: Kalb ve rûhun kuvvetleri vardır. Bu kuvvetler, bitki ve hayvânların kuvvetleri gibi değildir. Nebâtların ve hayvânların da, kendilerine göre rûhları vardır. Kalb, yalnız insanda vardır. Her canlıda (Nebâtî rûh) vardır. Doğma, büyüme, tegaddî [beslenme], zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık işlerini (Nebâtî rûh) yapar. Bu işler, insanlarda ve hayvânlarda ve nebâtlarda da yapılmakdadır. Nasıl yapıldığı tabî’at bilgisi derslerinde öğrenilmekdedir. Bunlarda büyüme, bütün hayât boyunca yapılmaz. Mu’ayyen bir mikdâra vardıkdan sonra, bu iş durur. Bu mikdâr, insanlarda ortalama yirmi dört yaşına geldiği zemândaki mikdârdır. Yağlanmak, şişmanlamak, büyümek değildir. Beslenme ölünciye kadar devâm eder. Çünki, gıdâ almadan yaşanamaz.
Hayvânlarda ve insanlarda, (Hayvânî rûh) da vardır. Bunun yeri göğüsdür. İstekli hareketleri yapdıran bu rûhdur. İnsanlarda, kalbin emri ile yapar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İnsanlarda ayrıca bir rûh dahâ vardır ki, Rûh deyince kalb ile berâber, bu rûh anlaşılır. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi şeyleri yapan bu rûhdur. Hayvânî rûhda iki kuvvet vardır. Birisi, Müdrike kuvveti, ikincisi hareket kuvvetidir. Müdrike kuvveti, idrâk edici, anlayıcı kuvvetdir. Bu anlamak da, iki yol ile olur: Zâhirî, görünen his organları ile olan anlama. Bâtınî, ya’nî görünmiyen, his organlarla olan anlama. Görünen his organları beşdir. Birinci his organı, deridir. Deri ile sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk, yumuşaklık, sertlik gibi şeyler anlaşılır. Bir cism deriye değince, hayvânî rûhu, bu şeyin sıcak olup olmadığını anlar. Bu duygu avuç içinde fazladır. İkincisi, koku alma duygusudur. Burun ile olur. Üçüncüsü, tat alma duygusudur. Dildeki sinirlerle duyulur. Dördüncüsü işitmekdir. Kulakdaki sinirlerle duyulur. Beşincisi görmekdir. Gözdeki sinirlerle görülür.
Görünmiyen his organları da beşdir: Birincisi, (Hiss-i müşterek)dir. Bu duygunun yeri, beynin önündedir. His organlarından beyindeki duygu merkezlerine gelen hâricî te’sîrlerin hepsi, burada toplanır. İkincisi, (Hayâl)dir. Bunun yeri, beynin birinci boşluğunun önündedir. Hiss-i müşterekde toplanıp anlaşılan, his edilenler burada saklanır. Bir cisme bakınca, bu cism, hiss-i müşterekde duyulur. Bu cism, göz önünden çekilince, hiss-i müşterekde his edilmesi kalmaz. Fekat, hayâle gelen te’sîri uzun zemân kalır. Hayâl olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı. Üçüncüsü, (Vâhime)dir. His organları ile duyulamıyan, fekat duyulanlardan çıkarılabilen ma’nâları anlar. Meselâ düşmanlık, doğruluk bir organla his edilmez. Fekat dost, düşman olan kimse görülür, his edilir. Bu kimselerdeki dostluğu, düşmanlığı anlıyan iç kuvvete Vâhime denir. Vâhime kuvveti olmasaydı, koyun, kurdun düşman olduğunu anlamaz, ondan kaçmazdı. Yavrusunu da korumazdı. Dördüncü kuvvet, (Hâfıza)dır. Vâhimenin anladığı ma’nâları saklar. Beşinci kuvvete (Mütasarrıfa) denir. Anlaşılan duyguları ve ma’nâları karşılaşdırıp, yeni ma’nâlar elde eder. Meselâ zümrüdden bir dağ düşünür. Şâirlerde bu kuvvet fazladır.
Hayvân rûhunun ikinci kuvveti olan, hareket kuvveti de, iki dürlüdür: Birincisi, (Şehevî) kuvvetdir. İnsanlar ve hayvânlar, şehvet kuvvetleri ile, kendilerine tatlı gelen ve muhtâc oldukları şeyleri isterler. Bunlara (Behimî) [ya’nî hayvânî] kuvvet de denir. İkincisi (Gadabî) kuvvetdir. Bu kuvvet ile, kendilerine çirkin, zararlı olan şeyleri def’ ederler, kovarlar. Bunlara (Canavar) kuvvetler de denir.
Hareket kuvvetleri, müdrike kuvvetlerine muhtâcdırlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çünki, önce duygu organları ile, iyi veyâ kötü olduğu anlaşılmalıdır ki, istenebilsin veyâ atılsın. Bütün bu duyguların ve hareketlerin hepsi sinirlerle yapılmakdadır. İnsan kalbi ve rûhu, yalnız insanlarda bulunur. Bu rûhun da iki kuvveti vardır. İnsan, bu iki kuvvet ile, hayvânlardan ayrılmakdadır. Bu iki kuvvetden birisi, idrâk edici olan (Kuvve-i âlime) ve (Müdrike) denilen bilici kuvvetdir. İkincisi, (Kuvve-i âmile) yapıcı kuvvetdir. Bilici kuvvete (Nutk) ve (Akl) denir. Bu kuvvet ikiye ayrılır: Biri, (Hikmet-i nazarî) olup, (Tecribî) ilmleri, ya’nî fen bilgilerini elde etmeğe yarıyan kuvvetdir. İkincisi, (Hikmet-i amelî) olup, (Ahlâk) ilmleri ile âlim olan kuvvetdir. Tecribî ya’nî fen bilgileri edinen kuvvet, maddenin hakîkatini anlamağı sağlar. Ahlâk bilgileri edinen kuvvet, iyi huyları ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır.
Rûhun yapıcı kuvveti, fâideli, başarılı işlerin yapılmasını sağlar. Bilici kuvvetler ile edinilen bilgilere göre iş yapar. Hayvân rûhundaki hareket kuvvetleri, vâhime kuvvetinin iyi bulduklarını cezb eder. Çirkin bulduklarını def’ eder. İnsan rûhunun yapıcı kuvveti, akla dayanır. Bir işde iyilik, fâide olduğunu (Akl) ile anlarsa, onu yapar. Sonu noksan, zarar olacağını anlarsa, o işi yapmaz veyâ def’ eder. Bunları ve hayvânî rûhun şehevî ve gadabî kuvvetlerini kalb vâsıtası ile idâre eder.
Çok kimse vardır ki, çok işlerini nefsin veyâ hayvânî rûhun kuvvetlerine tâbi’ olarak yapar. Ya’nî vehm ve hayâl ile yaparlar.
İmâm-ı Muhammed Gazâlî ve tesavvuf büyüklerinden bir kısmı buyurdu ki, (Rûhun bu kuvvetleri, meleklerdir. Allahü teâlâ, lutf ve merhamet ederek, melekleri rûhun emrine vermişdir. Küçük kıyâmet kopuncıya kadar, ya’nî rûh bedenden ayrılıncaya kadar, rûhun emrinde kalırlar. Hadîs-i şerîflerde de buna işâretler vardır. Ba’zı kimselerden, durup dururken, tecribeli kimselere parmak ısırtan hünerlerin meydâna gelmesi de, bunu göstermekdedir). İnsanın kemâle gelmesi, rûhun iki kuvveti ile olur.
TENBÎH: Muhammed Ma’sûm hazretleri, (Mektûbât)ın ikinci cildi, 80.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Belâları, sıkıntıları def’ etmek için, (İstigfâr) okumak çok fâidelidir ve tecribe edilmişdir. Bunu hadîs-i şerîfler de bildirmekdedir. Bu fakîr, her farz nemâzdan sonra, üç kerre istigfâr düâsı, ya’nî (Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh) okuyorum. Sonra, 67 def’a yalnız (Estagfirullah) okuyorum).
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyaşının seher vakti yapdığını.
Düşman kaçıran süngüleri, çok def’a,
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâsı.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu ilâvede, insanın mahlûklar içinde, en üstünleri ve en şereflileri olduğu bildirilecekdir: Bütün cismler madde olmaları bakımından birbirlerinden farksızdır. Hepsinin ağırlığı ve hacmi vardır. İnsan ve hayvân da, bu bakımdan, cansızlarla müsâvîdir. Fekat cismler, özel hâssaları ile birbirinden ayrılır.
[Her cism (Atom)dan yapılmışdır. Bir toz, milyonlarla atom kümesidir. Az ve mu’ayyen mikdârda atom, birbiri ile birleşince bir (Molekül) meydâna gelir. Cismler başlıca ikiye ayrılır: Saf cism ve karışım. Mu’ayyen özellikleri bulunan cisme (Saf cism) denir. Meselâ, bakır elektrik teli ve yağmur suyu safdır. Çünki dünyânın her yerinde her zemân aynı hâssaları taşırlar. Kaynama, ergime sıcaklık dereceleri bellidir ve hiç değişmez. Mu’ayyen hâssaları bulunmıyan cismlere (Karışım) denir. Süt, tahta, benzin, deniz suyu gibi. Çünki, bunlar muhtelif sıfatlarda bulunurlar. Belli bir kaynama, ergime sıcaklık dereceleri yokdur. İnek sütü başkadır. Koyun sütü başkadır. Karadenizin suyu az tuzludur. Akdenizin suyu çok tuzludur.
Saf cismler de iki kısmdır. Başka evsâfdaki parçalara ayrılamazsa (Basit cism) veyâ (Element) denir. Altın, kükürt, iyod ve oksijen gazı birer elementdir. Bugün yüzbeş element tanıyoruz. Başka başka evsâf taşıyan parçalara ayrılabilen saf cismlere (Mürekkeb) veyâ (Bileşik cism) denir. Meselâ şeker, yağmur suyu, alkol, bileşik cismdir. Çünki, şeker ateşe konursa karbon ve suya ve başka parçalara ayrılır. Su ise, elektrik enerjisi yardımı ile oksijen ve hidrojen denen iki muhtelif gaza ayrılır. Bugün milyonlarca bileşik cism tanıyoruz. Bileşik cism, iki veyâ dahâ fazla elementin atomlarının birbiri ile birleşmesinden hâsıl olur.
Aynı bir cism, katı, sıvı ve yâhud gaz hâlinde bulunabilir. Meselâ su, buz hâlinde iken katıdır, su hâlinde iken mâyi’dir, ya’nî sıvıdır. Buhar hâlinde iken gazdır. Gaz demek, hava gibi, uçan demekdir. Belli bir hacmi ve şekli yokdur.
Basît cism, ya’nî element üçe ayrılır:
1 -Hakîkî ma’den. Buna metal de denir.
2 -Ma’den olmıyanlar. Bunlara ametal de denir.
3 -Yarı ma’denlerdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hakîkî ma’denler 78 adeddir. 77 adedi normal şartlarda katıdır. Yalnız cıva sıvıdır. 357,3 derecede kaynar. -39,4 derecede donar. Katı ma’denler çekiçle döğülünce, levha olur. Dağılıp toz olmaz. Metal atomu, başka atomla birleşdiği zemân, artı [+] elektrik taşır. Eksi elektrik taşıyamaz. O hâlde iki metal, birbiri ile birleşemez. Çünki, artı elektrik yüklü iki atom birbirini çekmez, iter.
Ametaller on yedi dânedir. Biri sıvı, beşi katı, onbir dânesi gaz hâlindedir. Katı olanlar havanda döğülünce, toz olur. Levha hâline gelmez. Saf odun kömürü ametaldir. Buna kimyâ dilinde karbon denir. Ametal atomları bileşik hâle geçince, artı da olur, eksi de olabilir. O hâlde, birkaç ametal atomu birbiri ile birleşerek bir molekül meydâna getirirler.
Bileşik cismler ikiye ayrılır. İçinde Karbon ve Hidrojen atomu birlikde bulunan bileşiklere (Organik) veyâ (Uzvî) cism denir. Bunlar yanabilir ve canlılarda hâsıl olurlar. Şimdi fabrikalarda da ba’zılarının sentezleri yapılmakdadır. Yağ, şeker, aseton, kinin organik cismdir. Bileşiminde hem Karbon, hem de Hidrojen atomu birlikde bulunmıyan bileşik cismlere (Anorganik) veyâ (Uzvî olmıyan) cismler denir. Bunlar, yer kabuğunda ve erimiş olarak denizlerde bulunur. Yemek tuzu, su, kireç taşı, şap, kum böyledir.
Bütün bu cansız cismler uygun bir şeklde birleşerek ve karışarak canlı mahlûkların yapı taşı olan (Hücre) meydâna gelir. Hücre canlıdır. Nebât hücresi, hayvân hücresine benzemez. İnsan hücresi, hayvân hücresine benzer. Hücreler, birbirleri ile karışarak, (Nesc) veyâ doku meydâna gelir. Çeşidli cinsden nescler karışınca, Uzvlar (organlar) olur. Organların bir araya gelmesinden (Cihâz)lar, ya’nî (sistemler) olur. Hücre, nesc, organ ve sistem topluluğu da bir bitki (nebât) veyâ (hayvân) veyâ (insan) meydâna getirmekdedir.]
Bütün mevcûdât, cansızlar, nebâtât ve hayvânât olmak üzere üç cinse ayrılır. Hayvân cinsinin en kıymetlisi, en şereflisi insan nev’idir. Her cinsin nev’leri arasında üstünlük sırası vardır. Ya’nî, bir nev’, başka nev’den dahâ üstündür. Bir cinsin en üstün nev’i, dahâ üstün olan cinsin en aşağı nev’ine yakın özellikler gösterir. Hattâ, birçok sıfatları müşterek olur. Meselâ mercan, cansızlardan taşa benzer. Fekat, canlılar gibi ürer, büyür. Hurma ağacı ve sinek kapan otu, hayvân gibi his ve hareket etmekdedir. Hurma ağaçlarından bir kısmı erkek, bir kısmı dişidir. Erkek ağac, dişi tarafına eğilmekdedir. Erkek ağacdan, bir madde dişiye gelmeyince, dişide meyve hâsıl olmaz. Gerçi bütün nebâtlarda bu iki organ vardır ve fekondasion [Telkîh] olmakdadır. Fekat, hurma ağacında, hayvânlar gibi görünmekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hattâ, hurma ağacının başında beyâz birşey vardır. Hayvânların yüreği gibi iş görür. Bu şey yaralanırsa veyâ suda kalırsa, ağac kurur. Hadîs-i şerîfde, (Halanız olan hurma ağacına saygı gösteriniz! Çünki, ilk hurma ağacı, Âdem aleyhisslâmın çamuru artıklarından yaratıldı) buyuruldu. Belki, bu ağacın, bitkilerin en üstünü olduğuna işâret buyurulmuş olabilir.
Hayvân cinsinin en aşağı nev’i süngerlerdir. Beyâzdırlar. Denizlerde yaşarlar. İrâdeli, istekli hareketleri vardır. Sularda yaşıyan binlerle ibtidâî hayvân vardır. Her nev’den dahâ olgun, dahâ üstün başka bir nev’ yaratılmışdır. Tabî’iyye kitâblarında üstünlük sıraları bildirilmekdedir. Her sınıfda, başka başka tegaddî ve müdâfea uzvları vardır. Kimisine ok, kimisine diş, kimisine pençe, kimisine boynuz, kimisine kanat, kimisine sür’at, tilki gibi olanlara da hiyle verilmişdir. Her sınıfın şahsının ve nev’inin korunması sağlanmışdır. Yaşamaları için, insan aklını şaşırtan şeyler ilhâm olunmuşdur. Bal arısı mühendis gibi, altı köşe petek yapar. Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prismalar arasında yer ziyân olmuyor. Dörtgen olsaydı, hacmları dahâ az olurdu. Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle anlar. Öğrenmiyen anlamaz. Arıya bunu bildiren kimdir? Allahü teâlâ (ilhâm) etmekdedir. İlhâma şimdi (iç güdü) deniyor.
Hayvânların derece derece üstünleri düşünülürse, en üstünleri, insana en yakın olanları at, maymûn, fil ve kuşlardan tûtî ya’nî papağandır. Maymûnun ve filin zekâsı, çok insandan aşağı değildir. Darwin adındaki bir doktor, hayvânların üstünlük sırasını yazmış, en üstünü maymûn olduğunu bildirmiş. Bunu okuyan islâm düşmanları, kendilerine ilerici diyen, kalın kafalı birkaç fen yobazı, Darwinin, (hayvânların birbirine döndüğünü, yüksele yüksele, sonunda insan olduğunu) yazıyor diyorlar. Bunu ileri sürerek,Âdem aleyhisselâmın toprakdan yaratıldığını inkâr ediyor ve müslimân çocuklarını aldatıyorlar. Hâlbuki Darwin, kitâbında, hayvânlar birbirine döner demiyor. (Yaratılışlarında bir tekâmül, bir üstünlük sırası vardır) diyor. Aşağı derecedekilerin üstündekilere gıdâ, yem olduklarını yazıyor. Bu hâli islâm âlimleri dahâ önce görmüşler, anlamışlar ve yazmış, bildirmişlerdir. Nitekim, Darwin 1224 [m. 1809] senesinde tevellüd, 1299 [m. 1882] da vefât etdi. Hayvânların üstünlük sırasını ve en üstünlerini, yukarıda yazdığımız şeklde bildiren Alî bin Emrullah “rahime-hullahü teâlâ”, bundan çok önce, ya’nî 916 da tevellüd ve 979 [m. 1570] da vefât etmişdir. Darwinin, bu yazılarını islâm kitâblarından aldığı anlaşılmakdadır.
Hayvânların üstünde, insan nev’inin en aşağısı gelir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çöllerde, ormanlarda, kutublarda yaşıyanlar böyledir. İnsanların en üstünü, orta iklimlerde, ya’nî 23 derece ile 66 derece arz dâireleri arasında, şehrlerde yaşıyanlardır.
Yaratılış bakımından olan bu üstünlük farklarından başka, insanlar arasında, çalışarak maddede ve ahlâkda yükselmek farkları da vardır. Ba’zı insanlar, zekâları ile çalışarak birçok âlet yapmış, ba’zıları ise, bununla birlikde, akl ilmlerinde, fende, teknikde ilerlemişlerdir. En üstünlerine gelince, bunlar teknikde, ilmde, fende yükselmekle birlikde, ahlâkda da ilerlemiş, vilâyet ve Allahü teâlâya yakınlık denen, insanlığın en yüksek derecesine varmışlardır. Bunlar, aşağılarındaki insanları irşâd ederek yükseltirler. Bunların en yükseği Peygamberlerdir “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bunlar, Cebrâîl aleyhisselâm denilen bir melek ile, Allahü teâlâdan emr ve haber almakla şereflenmişlerdir. Bu meleğin getirdiği emr ve haberlere (Vahy) denir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, kendilerine gelen Vahyleri insanlara bildirmişler, insanlara yükselme yolunu göstermişlerdir. Peygamberlerin gösterdiği bu yükselme ve ilerleme yoluna (Din) denir. İnsanların yükselerek vardıkları dereceler, meleklerin derecesinden dahâ yukarıdır. Peygamberlik makâmı da, dört derecedir. Birincisi Nebîler, ikincisi Resûller, üçüncüsü Ülül’azm Peygamberlerdir. Âdem, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed “aleyhimüsselâm” bu derecededirler. Dördüncü derece hâtem-ül enbiyâ olmak, ya’nî son olarak gelmek derecesidir. Bu en yüksek derece, Muhammed aleyhisselâma mahsûsdur. (Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!) iltifâtı ile, insanların, meleklerden dahâ üstün olduğuna vesîka olmuşdur.
İnsanların dereceleri, bütün mahlûkların tam ortasındadır. İslâmiyyete uyanlar, yükselirler, meleklerden üstün olurlar. Nefslerine ve kötü arkadaşlara uyarak, islâmiyyetden uzaklaşanlar, alçalırlar. Çünki, rûhun mücerred olduğunu, bedenin ise, özellikleri birbirlerine benzemiyen maddelerin yığını olduğunu bildirmişdik. İnsan, rûhu tarafından meleklere, bedenin yapısı bakımından hayvânlara benzemekdedir. Rûh tarafını kuvvetlendiren kimse, meleklerden de üstün olur. Çünki beden, insanı meleklikden uzaklaşdırmakda, hayvânlara yaklaşdırmakda iken, bu alçalmağa karşı koymuş ve yükselmişdir. Melekde, hayvânlaşdırıcı bir beden yokdur. İyilikleri, meleklik ile birlikde yaratılmışdır.
Bir kimse, bedeni kayırır, nefsi kuvvetlendirirse, hayvânlardan aşağı olur. Allahü teâlâ, A’râf sûresinin yüzyetmişsekizinci âyetinde ve Fürkan sûresinin kırkdördüncü âyetinde, (Hattâ onlar, hayvânlardan dahâ aşağıdırlar) buyurarak, böyle kimselerin kötülüklerini bildirmekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çünki, hayvânda akl yokdur. Meleklere benziyen rûhları da yokdur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz. İnsanlara akl ışığı verilmiş olduğundan, nefslerine uymaları, doğru yoldan sapmaları çok çirkin olur.
Karışımdır, Âdem oğlu,
meleklikle hayvânlıkdan.

Kim ki, meleğine uydu,
üstün oldu, hem de ondan.

Kim ki olur hayvân huylu,
kötü olur her mahlûkdan!

Hayvânların yaşayabilmeleri için, kendilerine lâzım olan teneffüs edecek hava, yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, eş olacak şeylerin hepsi hâzır olarak yaratılmışdır.
[Bunlar arasında, yaşamaları için, ençok lâzım olanı havadır. Havasızlığa birkaç dakîkadan fazla dayanamazlar. Hemen ölürler. Hava, aramakla, bulmakla, zahmet çekmekle ele geçecek birşey olsaydı, bunu arayacak kadar zemân bile yaşıyamazlardı. Bu derece acele lâzım olan, bu çok lüzûmlu maddeyi, Allahü teâlâ, her yerde bulunacak ve mahlûklarının ciğerlerine kadar, kendiliğinden, kolayca girecek şeklde yaratmışdır. Yaşıyabilmek için su, bu kadar acele lâzım değildir. İnsan ve hayvânlar, suyu arayıp bulacak zemân kadar yaşıyabilirler. Bunun için, suyu bulmak îcâb etmekdedir. Hayvânlarda akl bulunmadığı ve birbirlerine yardımcı olmadıkları için, yiyeceklerini ve giyeceklerini hâzırlıyamazlar. Bundan dolayı, yiyeceklerini pişirmeleri, hâzırlamaları lâzım değildir. Ot, leş yirler. Tüy, yün, kıl ile ısınırlar. Korunma âletleri, kendilerinde yaratılmışdır. Birbirlerine muhtâc değildirler.
İnsanlar ise, bütün bunları hâzırlamağa, düşünmeğe mecbûrdur. Ekip biçmedikçe, ekmek yapmadıkça doyamazlar. İplik ve dokuma ve dikicilik yapmadıkca giyinemezler. Korunmaları için de, akllarını, zekâlarını işletmeleri, fen bilgisi öğrenmeleri, sanâyı’ kurmaları lâzımdır. Her hayvânda bulunan bir çeşid üstünlük, insanda bir araya getirilmişdir. İnsanın, kendisinde yaratılan bu üstünlükleri meydâna çıkarması için, aklını kullanması, fikrini yorması, çalışması lâzımdır. Se’âdet ve felâket kapılarının anahtarı, insanın eline verilmişdir. Yükselmesi veyâ alçalması, kuvvetini sarf etmesine ve çalışmasına bırakılmışdır. Aklını, fikrini işleterek, se’âdet yolunu görüp, bu yolda yürümeğe çalışırsa, içinde yaratılmış olan yükseklikler, kıymetler eline geçer. Ufkdan ufka yükselerek, meleklere karışır. Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İnsan, yaratılışda iki taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeğe çalışmasını sağlamak için, bir mu’allim, bir üstâd lâzımdır. Ba’zı çocuklar, nasîhatla, yumuşak sözle ve mükâfât verilerek yola gelir. Ba’zısı ise, sert ve acı sözle ve cezâ vererek terbiye kabûl eder. Üstâd mâhir olup çocuğun yaratılışının nasıl olduğunu anlamalı, onu şefkat ile, tatlı veyâ acı te’sîr ederek terbiye etmeli, ya’nî yetişdirmelidir. Böyle mâhir ve müşfik bir rehber olmadıkca, çocuk ilm ve ahlâk edinemez, yükselemez. Rehber, ya’nî ilm ve ahlâk sunan zât, çocuğu felâketden kurtarıp, se’âdete kavuşdurur.]
Hak teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur’ânda,
Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda.

İslâmın en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet,
çünki, cehl mikrobunun hastalığı: Felâket!

Cehâlet olan yerden, din gider dedi, Nebî.
Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli!

Cennet, kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs,
atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz!

İslâmın zilletine cehldir, bütün illet!
ey derd-i cehâlet, sana düşmekle, bu millet!

Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs,
ey sîne-i islâma çöken, kapkara kâbus.

Ey hâin düşman, seni öldürmeli evvel,
sensin, bize kâfirleri, üstün çıkaran el!

Ey millet, uyan, cehline kurban gidiyorsun!
İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun!

Allahdan utan, bâri bırak, dîni elinden,
gir, leş gibi, topraklara kendin, gireceksen!

Lâkin bu sözüm de, te’sîr etmez ki câhile,
Allahdan utanmak da, olur elbet, ilm ile.
[1]
[1] Sadr-ı a’zam Mustafâ Reşîd pâşa mason idi. İngilizlerden aldığı emr ile, mekteblerden fen derslerini kaldırdı. Fen adamı yetişmez oldu. Modern harb silâhları yapılamadı. Sonraki harblerde hep maglûb olduk. İngilizlerin islâma yapdıkları en büyük düşmanlık bu oldu.
 

SözDüŞü

Banned
Hadîs-i şerîfde,
(Herkes, müslimânlığa elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları babaları, yehûdî, hıristiyan ve îmânsız yapar) buyuruldu.

Kendi elinle bozuyorsun kendini!
Yoksa, Hâlık güzel yaratmışdı seni!

*

Paylaşımınız için Allah razı olsun
Her oluşta da anne-babaya ne çok vebal yükleniyor.
Hayırlı evlatlar olabilme temennisi ile inşAllah
 
Üst Alt