E.F > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi...

ceylannur

Yeni Üyemiz
EVVÂBİN NAMAZI

Akşam namazının sünnetinden sonra kılınan altı rekâtlık gayr-i müekked namaz Evvâb, faal vezninde ism-i fâildir, günâhları terk ve hayırlı işler yapmak sûretiyle Allah'a dönen demektir Çoğulu Evvâbin'dir Evvâbin namazı, Allah'a çok itaat edenlerin namazı demektir Ashab-ı kirâmdan Zeyd b Erkâm, kuşluk vakti birtakım insanların namaz kıldıklarını görmüş de; "Bu adamlar pek âlâ bilir ki, bu saatten başka zamanda namaz kılmak, daha faziletlidir Çünkü Resulullah (sas), "Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zaman kılınır" buyurmuştur" (Müslim, Salât, 19)
Zeyd b Erkâm, başka bir rivâyetinde şöyle demiştir: "Resulullah (sas) Kûba'lıların yanına gitti Vardığında, onlar namaz kılıyordu Allah elçisi, onlara, 'Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zamandır' buyurdu" (A Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi IV, 2132)
Bu Hadislerde, namazın kaç rekât kılınacağı belirtilmemiştir İslâm âlimleri, sıcağın yükseldiği bu vaktin, kuşluk namazı için en elverişli ve faziletli olduğunu söylemişlerdir Çünkü kuşluk namazının vakti, günün evveli olup, daha erken saatlerde de kılınabilmektedir
Hz Sevbân'dan nakledilen şu hadis de, evvâbin namazının önemini belirtir: "Allah Rasûlü, günün yarısından sonra namaz kılmayı severdi Hz Âişe, Ya Resulullah, sen bu saatte de mi namaz kılmayı seviyorsun? dedi Resulullah (sas): "Bu saatte gök kapıları açılır ve Hak Teâla hazretleri, bu saatte kullarına rahmetle bakar Bu namaz Âdem, Nuh, İbrahim ve İsâ'nın devam ettikleri bir namazdır" buyurdular (el-Askalânî, Bulûgu'l Merâm, Terc A Davudoğlu, II, 48) Evvâbin namazının dört rekât olduğuna dâir çeşitli hadisler nakledilmiştir Akşam namazından sonra ve altı rekât kılındığına dâir hadisler de nakledilir ve bunların uygulamada daha yaygın olduğu bilinmektedir (Tirmizî, Salat, 32 1)
Akşam namazının sünnetinden sonra iki ilâ altı rekat arasında kılınan nafile namaza da "evvâbin" denilmiştir Hz Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat nâfile namaz kılanın evvâbinden (günah işleyip, arkasından hemen tövbe eden kimselerden) sayılacağını bildirmiş ve arkasından da şu ayeti okumuştur: "Rabbiniz, içinizden geçenleri çok iyi bilir Eğer salih kimseler olursanız, şüphesiz Allah tövbe edenleri affedicidir" (el-İsrâ, 17/25; bk İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 64, 65; Şürünbülâli, Şerhu Nüri'l-İzah, İstanbul 1984 s74)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EYYÂM-I MA'DÛDE( SAYILI GÜNLER)

Sayılı günler Kur'an'da bilhassa Ramazan ayı ve Kurban Bayramı'nda teşrik tekbirlerinin alındığı günler için kullanılan bir tabir
Kur'an-ı Kerîm'de orucu emreden ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
"Ey iman edenler, sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, korunasınız diye oruç sizin de üzerinize yazıldı Sayılı günler olarak" (el-Bakara; 2/183, 184)
Bu sayılı günlerin hangi günler olduğu ise, hemen bir sonraki ayette açıklanmaktadır:
"Ramazan ayı ki, insanlar için hidâyet olarak ve hidâyeti ve doğruyla yanlışı ayırt edici açıklamalar olarak Kur'an o ayda indirilmiştir Sizden kim bu aya çıkar (ve ayı görürse) onda oruç tutsun" (el-Bakara, 2/185)
'Eyyâm-ı ma'dûde' ifadesi, Cenâb-ı Allah'ın emrettiği orucun istenildiği zaman değil; yılın belirli günlerinde, yani Ramazan ayı süresince tutulması gerektiğini ortaya koyduğu gibi; nefsi yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyma, ayrıca İslâm'ın hoş görmediği söz ve davranışlardan da mümkün olduğunca uzak tutma demek olan orucun güç bir ibâdet olmadığını ve yılın gelip geçici günlerinden ibaret bulunduğunu da açıklayarak, nefislere kolaylık getirmektedir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili,I, 624-5)
'Eyyâm-ı ma'dûde', Kur'ân'da haccdan sözedilirken de kullanılır Haccla ilgili olarak bir de 'bilinen günler' anlamında 'eyyâm-ı ma'lûme' geçmektedir ki, bundan kastedilen, haccın yapıldığı günler veya Zilhicce'nin ilk on günü, ya da Kurban Bayramı günleridir Buna karşılık, hacc konusunda geçen 'eyyâm-ı ma'dûde' ise, bütün müfessirlerin görüşünce teşrik günleridir 'Teşrik', yüksek sesle tekbir almak demektir Hacc'da olunsun olunmasın, Kurban Bayramı arefeşinin sabahından, dördüncü gününün akşamına kadar teşrik tekbirleri * alınır 'Sayılı günler' bu beş günü de içine almaktadır Bununla birlikte birinci güne arefe ve bayramın ilk üç gününe 'kurban kesme günleri' de denir Teşrik günleri tabiri bilhassa Zilhicce'nin on bir, on iki ve on üçüncü günleri için kullanılır Sahih-i Buhâri'de İbn Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste de ifade olunduğu gibi (İbn Hacer-i el-Askalânî, Bulûgu'l Meram (Selâmet Yolları),II, 561; Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne, II, 164) Rasûlullah (sas) şeytan taşlamada attığı her taştan sonra tekbir getirirdi Şu halde, arefe ve bayramın ilk günü 'bilinen günler'e girdiğinden, haccın menâsikinin yerine getirilmesini izleyen üç gün özellikle 'sayılı günler' olmaktadır (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili; II, 730) Kur'ân'da emredilen de 'sayılı günler'de Allah'ı zikretmektir (el-Bakara, 2/203)
Kur'an'da, İslâm'ın Medine'de güçlenmesi karşısında telâşa düşen yahudi bilginlerinin, yahudileri İslâm'a girmekten alıkoymak için, rivâyete göre, Hz Musa'nın Tur'da bulunduğu ve İsrailoğulları'nın buzağıya taptıkları günler kadar Cehennem'de kalacaklarını iddia ettikleri belirtilmektedir (el-Bakara; 80) Azlığını ifade için bu günlere onlar 'eyyâm-ı ma'dûde' adı verilmekteydi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EZAN

Müslümanlara, günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek, namaz için yapılan çağrı Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilân etmek demektir
Yüksek bir yere çıkıp gür sesiyle tüm insanlara yeryüzünde tek egemen gücün Allah, tek önderin Hz Muhammed olduğunu Allah adına korkusuzca haykıran; Allah'ı ilâh ve rabb; Hz Muhammed'i de kendilerine önder kabul eden müslümanlara da inandıkları Allah'ın önünde topluca ibâdet etsinler, bir ve beraber olduklarını, yeryüzündeki zulmün yerine Allah'ın adaletini yerleştirmek için her an hazır olduklarını düşmanlarına gösterip onlara korku, müslümanlara güven versinler diye camiye çağıran kişiye de müezzin denir
Ezan, bir yerin müslümanların mı yoksa zorbaların mı kontrolünde olduğunu belirten bir işaret, bir semboldür Korkusuzca ve doğru bir şekilde okunan ezan o yerin İslâm beldesi olduğunu gösterir İslâm fıkhında, bir yörenin Daru'l-harp* veya Daru'l İslâm * olduğu tespitinde orada ezanın okunup okunmadığı dikkate alınan ölçülerden biridir
Müslümanlara namaz Mekke döneminin dokuzuncu yılında farz kılındığı halde onlar namazlarını ezan okumadan kılıyorlardı Çünkü Mekke'de zayıftılar; orada güçlü olan, toplumda hatta Allah'ın evi Kâbe'de egemen olan müşrik düzendi Bu yüzden müslümanlar kendi yönetimlerinde olmayan ve güçsüz oldukları bir yerde açıkça ezan okumakla yükümlü tutulmamışlardı
Medine'ye hicretin birinci yılında birbirlerini "es-salâh es-salâh (namaza namaza)" veya "es-salâtü câmlatün (namaz toplayıcıdır, namaz için toplanın)" şeklinde namaza davet ederlerdi Ancak bu şekildeki bir çağrı yeterli olmuyor, uzakta oturanlar bu sesi duymadıkları için namaza yetişemiyorlar ve bu yüzden de İslâm cemâatinin biraraya gelmesinde zorluklar oluyordu Peygamber efendimiz (sas) sahâbelerini toplayarak namaza çağırmak için nasıl bir yöntem kullanmak gerektiğini kendileriyle istişâre etti Sahâbîler birçok teklif getirdiler:
- Çan çalalım ya Resulullah
- O hıristiyanların adetidir, olmaz
- Boru çalalım
- O yahudilerin adetidir, olmaz
- O zaman ateş yakalım ya Resulullah
- O da mecusilerin adetidir, bu da olmaz
Bayrak dikme teklifi de uygun görülmeyince müslümanlar ortak bir karara varamadı ve toplantı sona erdi Abdullah b Zeyd de diğer sahâbiler gibi üzüntüyle evine döndü ve yattı Abdullâh şöyle anlatır:
"Ben de üzüntülü olarak yatmıştım Uyku ile uyanıklık arasında iken üzerinde yeşil elbisesi olan biri yanıma geldi, bir duvârın üzerinde durdu Elinde bir çan vardı Aramızda şu konuşma geçti:
- Onu bana satar mısın?
- Onu ne yapacaksın?
- Namaz için çalarız
- Ben sana bu konuyla ilgili daha hayırlı bir şey versem olmaz mı?
- Olur, dedim Hemen kıbleye karşı durdu ve okumaya başladı:
"Allahu Ekber, Allahu Ekber
Allahu Ekber, Allahu Ekber
Eşhedü en Lailahe illallah,
Eşhedü en Lailahe illallah
Eşhedü enne Muhammeden
Resûlullah Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlullah Hayyaala's-salâh, Hayyaala's-salâh Hayyaala'l-felâh, Hayyaala'l-felâh Allahu Ekber, Allahu Ekber
La ilahe illallah "
Sabahleyin Abdullah b Zeyd gece gördüğü rüyayı Resulullah'a anlattı Aynı gece onunla birlikte birçok sahâbe de benzer rüyalâr gördüklerini anlattılar Öğretilen ezanda değişiklik yoktu Hz Ömer de aynı rüyayı görenler arasındaydı Hz Peygamber (sas) her birini dinledikten sonra Zeyd'e dönerek, "Gördüğünü Bilâl'e anlat (öğret) ezanı Bilâl okusun; onun sesi seninkinden gürdür" buyurdu Namaz vakti gelince Bilal Medine'nin en yüksek yerine çıkarak gür sesiyle İslâm'ın ilk ezanını okudu
Namaz vakitlerini bildirmek için okunan ezanın ne şekilde olduğu Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmemiş, ancak Hz Peygamber (sas)'e vahiyle bildirilmiş ve onun kelimeleri bizzat Cebrail (as) tarafından öğretilmiştir Şu âyet-i kerimeler ezanın Allah'tan geldiğini gösterir:
"Siz namaza çağırdığınız zaman onlar o çağrıyı eğlence ve alay konusu yapıyorlardı" (el-Mâide, 5/58)
"Ey müminler, cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun " (el-Cum'â, 62/9) Bu ayet-i kerimelerde geçen "çağrıldığınız zaman" ifadesindeki "nidâ" kelimesi ezanı kasdetmektedir
Okunan ezanın Allah'ın istediği gerçek ezan olabilmesi isin dikkat edilmesi gereken hususlar vardır:
1) Ezan mutlaka Arapça okunmalıdır Allah'ın gönderdiği Cebrail (as)'ın öğrettiği kelimelerin dışına Sıkılamaz Örneğin "Allahu Ekber" cümlesini aynı anlama geliyor diyerek "Tanrı uludur" şeklinde Türkçeleştirerek ezan okunamaz Hangi ırk ve dilden olursa olsun ortak ibâdet dilleri sayesin de kardeşçe kucaklaşan müslümanların birliğini yok etmek isteyen İslâm düşmanları "kendi dilinle ibâdet etmek daha iyidir" diyerek ezanı Arapça'nın dışında bir dille okutmak isterler Ama Allah, müslümanları tek vücud gibi görmek istemektedir Ortak ibâdet diliyle Tevhîd sağlanmaktadır
2) Ezân; müslümanların sevip saydığı güvenilir, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış, kısaca gerçek anlamda bir "müslüman" tarafından okunmalıdır Allah adına insanları Allah'ın mescidine çağıran kişinin dâvetine cevap verecek olanlar güvendikleri bir müslümanın sesini duyduklarında daha bir şevkle toplanırlar Allah'ın sevmediği bir günahkâr Allah adına insanları Allah'a çağırmaya yetkili olamaz Yine bu kişi güvenilirliği yanında, o topluluğun içinde önder olabilecek, sözünün dinlendiği biri olmalıdır Ancak bu, bu şartlan taşımayanların ezan okuyamayacağı anlamına gelmez Mümeyyiz olmayan bir çocuğun okuduğu ezan geçerlidir
3) Ezan okuyan kişinin güzel ve gür sesli olması ve ezanın yüksek bir yerde okunması gerekir "Yüksek bir yer'in anlamı günümüzde teknolojinin getirdiği ses yükseltici aletlerle değişime uğradı Ezan daha iyi duyulsun diye gerekli görülen "yüksek yer" müslümanlar arasında o derece önem kazanmış ki İslâm şehirlerinde minarelerden daha yüksek yapılan görmek mümkün değildir
Ancak günümüzde amphlikatör gibi ses yükseltici aletler kullanarak yüksek yere çıkılmadan ezan okunabilir mi, bu aletler kullanılabilir mi? sorusu müslümanların bir kesimini meşgul etmektedir İnsan sesi iptal ettiği gerekçesiyle bu aletlerden ezan okumanın helâl olmadığını savunan insanlar varlığını korumaktadır İslâm'ın geldiği ve mezhep imamlarının yasadığı dönemlerde böyle bir sorun olmadığı için bu konuyla ilgili bir ictihad yoktur Ancak Hz Peygamber (sas)'in Vedâ Haccı'nda verdiği hutbe bu konuya en güzel örnek teşkil etmektedir Vedâ Hutbesi'nde yüzyirmibin kişiye hitap eden Hz Peygamber belli mesafelere gür sesli görevliler yerleştirerek kendi söylediklerini aynen tekrarlamalarını istemiş ve böylelikle kendi sesinin ulâşmadığı insanlara görevlilerin sesiyle ulaşmıştır Hz Peygamber'in bu uygulamasından yola çıkarak Edille-i Şer'iyyenin Kıyas yolunu kullanarak hoparlörün meşrû olduğu gibi sesi uzaklara taşıdığı için son derece faydalı olduğu gayet açık bir husustur Allah'ın kendilerine öğrettiği ilimden yararlanan müslümanlar hoparlörden yararlanabileceği gibi isteyen de yüksek yere çıkmaya devam edebilir
4) Farz namazlardan önce okunan ikamet hızlı okunduğu halde ezan ağır ağır okunur
5) Ezan okurken kelimeleri yanlış okumak ve aşırı şekilde teğanni yapmak câiz değildir
6) Ezan okurken müezzinin konuşması, hattâ kendisine verilen selâm'ı dahi alması caiz değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EZAN DINLEMEK Müslüman bilim adamlarının konuşmacı olarak bulunduğu bir panelde, ezan için konuşmayı kesmemeleri dikkatimizi cekti Yoksa Islâmı anlatan konuşmalar yapıyor olmaları, ezanı dinlemelerine ruhsat verir mi?
Normal ve anormal ölçülerinin bir şeyin alışagelmesiyle tespiti herhalde hoş olmayan avamca bir hüküm olmalıdır Bu açıdan bakıldığında -tabir hoş değil ama- İslamın "Istiklâl Marşı" diyebileceğimiz ezan için durmayı ve dinlemeyi küçümsemek, entellektüelliğin değil avamlığın bir belirtisi olmalıdır
Fıkıh kitaplanmıza baktığımızda "Ezana Icabet" konusunda söylenenler arasında şunlar da vardır: Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, naim bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar ama, hayızlı ve nifaslı kadın tekrarlamaz; çünkü onlar o hallerinde ezana asıl icabet sayılan namaza ehil değillerdir
Resulullah Efendimiz (sav): "Ezanı duyduğunuzda müezzinin dediği gibi deyin" buyurur(Müslim, salat 7) Buna göre Hanefiler bunun, vacip olduğunu söylerler, çünkü emir "vücup" ifade eder Malıki'lerden bazıları ve Zahirilerin mezhebi de budur Imam Malık, Şafii, Ahmed ve Hanefilerden Tahavî'nin de içinde bulunduğu cumhura göre sözle icabet vacipdeğil, müstehaptır(Davudoğlu NI/27; lbn Hacer, Fethu'1-Bârî, N/92-93; Aynî, IV/280)
Kendi kendine Kur'an okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir Ama mescidde (başkaları dinlerken) Kur'an okuyan, okumasına devam edebilir Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi? Bunu açıklayan bir fıkıh ibaresine rastlamadım Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kur'an'ın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır Bu açıdan bakıldığında İslam'ın her hangi bir müessesesini ya da bir meselesini inceleyen seminerler, ya da paneller de böyle sayılabilir Zaten ezan esnasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir(bk Bilmen, Ilmihal 128) Ama okunmakta olan ezana hiçbir türlü icabet etmemek, bir an için olsun durup ona iştirak etmemek mahzursuzdur, denemez Bunun için elbette ezanın, lahnsiz, tegannisiz, yani sünnet üzere okunan bir ezan olması gerekir Böyle sünnet üzere olmayan ezanı dinlemek zorunlu değildir(Tahtavî,162) Ayrıca, hepsini dinlemesi gerekir diyenler varsa da, sadece ilk duyduğu ezanı ya da sadece kendi mescidinin ezanını dinlemesi yeterli olur(Hindiyye I/57)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EZAN OKUYANIN VE DİNLEYENİN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR

Ezan okuyanın dikkat edeceği hususların yanında dinleyenin de uyması gereken hususlar vardır:
I) Ezan okunurken konuşulmaz Hattâ Kur'ân-ı Kerîm okuyan bir kişi ezan başladığında okumayı bırakıp ezanı dinler
2) Ezan'ı dinleyen müslüman, müezzinin okuduğu ezanı tekrar eder ve böylece o da ezan okunmuş olur "Hayya ala'ssalâh" ve "Hayya alalfelâh" cümlelerinde "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet kaynağı yoktur)" der Sabah ezan'ında müezzinin "essalâtü hayrün mine'n-nevm" cümlesine "sadakte ve berirte (doğru söylüyorsun)" diye karşılık vermesi sünnettir
3) Ezanı işiten kişi cünüp de olsa yukarıdaki yükümlülükleri yerine getirir Ancak hayızlı ve nifaslı olan kadınlar bunun dışındadır
4) Ezanın bitiminde dinleyen kişi ezan duasını okur
"Allahumma Rabbe hezihi'd-da' vati't-tamme ve's-salati'l-kâime âti seyyidina Muhammeden el-vesilete ve'l-fazilete ve'd-dereceti'r-rafiati'l âliye ve'b-ashû makamen mahmuden ellezi vaadtehu inneke la tuhlifu'lmi'ad "
"Ey bu üstün çağrının ve hazır namazın Rabbi olan Allahım! Muhammed 'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et Onu kendisine vadetmiş olduğun övülmüş makama eriştir Zira sen vaadinden dönmezsin "
Bunların dışında ezan hakkında şu hususları belirtelim:
Cuma namazında bir dış bir de iç ezan okunur diğer namazlarda her vakit için bir defa ezan okunur
Ezan ile kametin arasını biraz uzatmak gerekir ki namaza geç kalanlar cemâate yetişebilsin
Caminin dışında bir yerde de ezan okunabilir, ikamet getirilerek cemâatle namaz kılınabilir
Kaza namazları için de ezan okunabilir, ikamet getirilebilir Bayram, Vitir, teravih ve cenaze namazları için ezan okunmaz
Ezan Vacib derecesinde sünneti müekkeddir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FABRİKADA ÇALIŞAN BİR İŞÇİ AYAKKABISI TEMİZSE AYAKKABISINI ÇIKARMADAN NAMAZINI KILABİLİR Mİ? Ayakkabısı temizse,yani namazı bozacak her hangi bir necasetle pislendiği görülmemişse onunla namaz kılmakta hiç bir sakınca yoktur Vaktin darlığından dolayı durum elverişli değilse sadece farzı kılıp sünneti terk etmek mümkündür
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FABRİKADA ÇALIŞAN BİR İŞÇİ İŞ KAZASINA UĞRARSA, FABRİKA SAHİBİ SORUMLU OLUR MU?
Fabrikada çalışan bir işçi iş kazasına uğrarsa fabrika sahibi kaza yapmamış ve ona sebebiyet de vermemiş ise sorumlu tutulmaz Fabrika ile tarla arasında fark yoktur Birisinin tarlasında çalışan kimse kazaya uğradığı takdirde, tarla sahibi onun kazasından mes'ul olmadığı gibi fabrika sahibi de işçinin kazasından mes'ul değildir Ancak fabrika sahibi kazaya uğrayan işçiye işe girerken, uğrayabileceği her türlü kazaya karşı zararı tazmin edeceğine dair teminat vermişse zararı ödemeye mecburdur
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FÂCİR Azan, günâha dalan, yemin ve sözünde yalancı çıkan hakîkatten yan çizen kişi Allah'ın emrinden çıkan, günâhkâr, İslam'ın emirlerini çiğneyen, dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket eden kimse
Kur'an-ı Kerîm'de fâcir kelimesi bu ıstılâhı anlamda yedi yerde geçmektedir:
"Yoksa inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (Sâd, 28/28);
"Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/27);
"Işte bunlar inkârcı olanlar, Allah'ın buyruğundan çıkanlardır" (Abese, 80/42);
"Allah'ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler" (Infitâr, 82/14)
Bu son ayette geçen "fuccâr" kelimesi, "Rabbına karşı terbiyesizlik edip aşırı isyân ve muhâlefete sapanlar" anlamındadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5642)
"Sakının; Allah'ın buyruğundan dışarı çıkanlar, muhakkak "siccîn" adlı defterde yazılıdır" (Mutaffifin, 83/7);
"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabıliyeti verene andolsun ki" (eş-Şems, 91/8)
Bu ayette takva ve fücûr kelimeleri yeralmaktadır Buradan hareketle fücûr, bir bakıma takvânın zıt anlamı olarak kabul edilebilir
"Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de, ‚Kıyamet günü ne zamanmış' der" (el-Kıyâme, 75/5-6)
Yukârıdaki âyetlerde görüldüğü üzere "fâcir" kelimesi, yoldan çıkmak, ahlâksız, Allah'ın buyruğundan çıkmak, kötülük kabıliyeti ve suç işlemek anlamlarını taşımakta; çoğu yerde de "küfür" kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır
Yukarıda geçen Şems sûresi sekızınci âyetindeki "kötülük kabıliyeti" diye tercüme edilen "fücûr"; haktan sapmak, hak yolunu yarıp nizamından çıkmak, fısk ve isyâna düşmek, bilhassa zinâ etmek, yalan söylemek, daha açıkçası edepsızlık etmek olarak izâh edilip bu tür şer ve ma'siyet olan fiillere de denilebildiği ifade edilmektedir (Elmalılı Hamdi Yazır, age, VIII, 5857)
el-Kıyâme suresi beş ve altıncı ayetlerde ise fücûr; "suç işlemek" anlamında geçmektedir Yani, insan suç işlemek, zevk ve sefâda bulunmak için yaşamayı ister; şehvetlerinden, ma'siyetlerinden, lezzetlerinden ayrılmamasını, ilerde onlara devam etmesini ister ve hattâ ebediyyen fısk ve fücûr ile Rabbına karşı terbiyesizlik etmek ister; fücûr içinde bulunmayı, sâlih ve sâlim bir hayata tercih eder de istihzâ ederek, "kıyamet günü ne zamanmış" der Lâkin kıyamet başladı mı gözü açılır, dünyanın başına yıkılmakta olduğunu görür, dehşetler içinde kalır; fakat iş işten geçmiştir, son pişmanlık fayda vermez (Elmalılı Hamdi Yazır, age, VII, 5476-5477)
Bu ayette geçen fâcirin durumu bir başka şekilde de şöyle izâh edilir: O kişi önce günâhı işler, daha sonra da, "yarın tövbe edeceğim ve bir daha bu işi yapmayacağım" der Fakat, tevbeyi gerçekleştirmez ve o işi yapmaya devam eder; neticede bu böyle devam eder ve o kişi daima fısk ve fücûr içinde kalmış olur
Ayrıca, fücûr kelimesi, "yalan" anlamına da geldiğinden yalancıya da fâcir denir (Râgıb el-Isfahânı, el-Müfredât, Istanbul 1986, s562)
Verilen bu bilgilerin ışığında şöyle bir genellemeye gitmek mümkündür: Fâcir, kâfir anlamına gelmez; ancak küfre götüren ve küfre en yakın bir durum olarak kabul edilebilir Her kâfir fâcirdir ama her fâcir Allah'ın hükümlerini inkâr etmediği sürece kâfir değildir
Kısacası fâcir, Islâm dininin kabul etmediği, yasakladığı iş ve hareketleri yapan; aşırı isyâna dalan; özellikle büyük günahlardan olan zinâ etmek, yalan söylemek, adam öldürmek, içki içmek, hırsızlık yapmak gibi fiilleri işleyen, günâhta ısrar eden; başka öz bir ifadeyle, Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyen kimseye denir Eğer bunları yaparken bir inkâr sözkonusu ise o zaman kişi küfre girmiş olur
Fücûr bir bakıma fısk ile eşdeğer sayıldığı gibi bir başka açıdan da fısktan daha ileri bir noktada ele alınabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FÂHİŞ FİYAT Bir malın, normal fiyatının çok üstünde veya çok altında olan satış bedeline denir
Fâhiş kelimesi, fuhuş mastarından ism-i fâil olup, kök anlamı; söz veya işin çok çirkin olması, haddi ve ölçüyü asmak, yüz kızartıcı iş yapmak demektir Fiyat, bir malın satış bedeli olduğuna göre bir malın fiyatının çok üstünde satılması hâlinde, fâhiş fiyat sözkonusu olur
Islâm'da çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde hiçbir yapay müdâhale söz konusu olmadân kendiliğinden oluşâcâk piyasâ fiyatları ölçü alınmıştır
Hz Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin genel olarak kendi devirlerinde piyasa fiyatlarına müdâhale etmemişlerdir Allah Resulu'nden Medine'de fiyatlar yükselince narh koyması istenmiş, o bu isteklere şöyle cevap vermiştir: "Fiyat tâyin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah ‚tır Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde Rabbime kavuşmak istemem " (Ebû Dâvûd, Buyû,-49; Tirmizî, Buyû, 73; Ibn Mâce, Ticârât, 27; Dârimî, Buyû, 1 3; Ahmed Ibn Hanbel, II, s327, III, s85, 106, 286) Hz Ömer de hilâfeti zamanında fiyatlara müdâhale etmek istememiştir Hz Ömer (ra) bir gün musallâ çarşısında Hatîb b Ebı Beltea'ya rastlar Hâtıb'ın önünde iki kap doluşu kuru üzüm vardır Fiyatı ucuz bulan halife şöyle der: "Tâif'ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım Onlar senin fiyatına aldanırlar Ya fiyatı yükselt yahut da üzümü al evine götür, orada istediğin fiyatla sat" Daha sonra Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb'ın evine giderek şöyle demiştir: "Sana söylediklerim ne emirdir ne de hüküm Bu belde halkının hayrı için arzu ettiğim bir şeydir Nasıl ve nerede istersen satabilirsin" (Imam Şâfii el-Ümm, II, s209; Ibn Kudâme, el-Muğnî, IV, s240) Ancak bu delil ve uygulamalar fiyatlara hiçbir şekilde müdâhale edilemez, bu caiz değildir demek için yeterli açıklıkta değildir, çünkü Allahu Teâlâ karaborsacılıktan ve yüksek fiyatlar koyarak, insanların birbirini aldatmasından hoşnut ve râzı olmaz Ayet-i kerimede, "Birbirinizin mallarını aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz" (el-Bakara, 2/188) buyurulur Hz Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Bir kimse haksız olarak başkasının malınıalırsa, Allah'ın gazâbına uğramış olarak ilâhı huzura çıkar" (Buhâri, Tevhîd, 24; Müslim, Iman, 222, 224) Buna göre, haksız ve ölçüsüz olarak fiyat yükselten kimse, insanların mallarını bâtıl yollarla yemiş ve onları Allah'ın mübah kıldığı şeylerden mahrum etmiş olur Işte arzedilen delil ve sebeplerle, tabiîler devrinde ahlâkın bozulması, fiyatların sun'ı olarak yükselmeye başlaması ve halkın bundan zarar görmesi üzerine bazı tâbiîn hukukçuları narh koymayı caiz gördüler Saîd b el-Müseyyeb (ö94/712), Rabîa b Abdirrahmân (ö 136/753), Yahyâ b Saîd el-Ensârî (ö143/760) bunlar arasındadır (el-Bâcı, el-Müntekâ Şerhu'l-Muvatta', Mısır 1331 V s18)
Serbest rekâbet sonucu oluşacak piyasa fiyatlarının ne kadar üstüne çıkılır veya altına inilirse fâhiş fiyat meydana gelir? Bu nokta gabn ile ilgilidir Gabn; aldatma, eksik verme ve farkına varmama gibi anlamlara gelir Kendi arasında fâhiş gabn (çok aldatma) ve yesir gabn (az aldatma) olmak üzere ikiye ayrılır Çok aldatma, başka bir deyimle "fâhiş fiyât", normal fiyatın ne kadar üstüne çıkılırsa teşekkül eder? Bunun sınır ve miktarını belirleyen kesin bir ayet veya hadis yoktur Belh fakihlerinden Nusayr b Yahyâ (ö268/881) satım akdine konu olan malların az veya çok tasarrufa uğramalarını göz önüne alarak fâhiş gabni gayrımenkullerde %20, hayvanlarda %10 ve diğer menkul mallarda %5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatının üstünde veya altında bu nisbetler aşılarak yapılacak satışlardaki satış bedelının fâhiş fiyatı oluşturacağını söylemiştir (Ibn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Mısır 1334, VII, s, 169) Hanefilere göre, fâhiş gabinde satım akdinin feshe sebep olabilmesi için ayrıca malı gerçeğe uygun olmayan şekilde anlatmak gibi hile (tağrir) halının bulunması gerekir Çünkü aldatma olmamak şartıyla bir kimse malınıdilediği fiyata satabilir Taraflar ergin, akıllı olunca yaptıkları hukuki muâmeleler geçerli olup, bunu tek yanlı iradeleriyle bozmaya güçleri yetmez Meselâ, bir kimse bin liralık malınıbilerek yüz liraya satsa veya yüz liralık malı yine bilerek bin liraya satın alsa bu mûteberdir, feshe yetkisi olmaz Hatta Mecelle şerhinde çok daha mübâlağalı örneklere yer verilmiştir Meselâ, bir kimse bir liralık malınıbin liraya satsa akit geçerlidir Yani özü bakımından satım akdinde bir bozukluk yoktur Çok fâhiş fiyatla satıldığı öne sürülerek akdin geçerli olmadığı öne sürülemez Ancak böyle bir satım akdi Imam Muhammed'e göre mekruhtur (Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I, s588; Mecelle, mad 356-360) Zaman ve yer değişikliği olmadan bu kadar oynak fiyata normal bir piyasada ender rastlanır Özellikle kıyemî mal denilen ve standart olmayan mallarda bu mümkündür Meselâ, kilo hesabıyla üçbin TL'na satın alınan eski kaplar arasında bir taneşinin antika eşya olması yüzünden üçyüz bin liraya satılması gibi
Ancak alış-veriş yapanların birbirlerini uyarmaları ve aldatmaya karşı nasihat etmeleri Islâm ahlâkının gereğidir Ashâb-ı kirâmdan Cerîr b Abdillah el-Becelî pazar yerinden bir at satın almak ister Beğendiği bir at için satıcı beşyüz dirhem fiyat teklif eder Cerir, bu ata altıyüz dirhem verebileceğini, hatta sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini bildirir Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildir Kendisine "atı, beşyüz dirheme alman mümkün iken, niçin sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükselttin" diye sorulduğunda şu cevabı verir: "Biz alış-verişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh'ın Resulune söz verdik" (Ibn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s454,vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FÂHİŞE VE FAHİŞELİK Islâm şerîatının yasakladığı çirkin iş, yüz kızartıcı söz veya davranış Fahşâ; "Dünyada had cezasını, ahirette ise azâbı gerektiren şeydir" (Cürcânı, et-Ta'rifât)
"Kötü ahlâklı; gerçekten cimri; sınırı aşan her şey; söz ve cevapta taşkınlık etme; çok çirkin olan zina olayı Allah'ın yasakladığı her şey, konusurken ve cevap verirken haddi aşan erkek ve kadın ve alışılagelen ölçüyü aşan şey" (Şartûnî, Akrabu'l-Mevârid) Fahşâ, genellikle ‚zina' anlamına gelmektedir Buna göre zinaya ve zina eden kadına fâhişe adı verilmektedir (Ibnü'l-Esir, en-Nihâye, 111/415)
"Hakîkate ve normal ölçülere uymayan her işe fâhişe denilir Ibnu'l Cinni'ye göre bu kelime, cehâletin bir çesidi olup, hilmin karşıtıdır" (Ibn Manzur, Lisânu'l-Arab) Râgıb el-Isfahânî'ye göre, fuhş, fahşâ ve fâhişe kelimeleri son derece çirkin söz ve fiiller olarak tanımlanmıştır (el-Müfredât, Fahşa mad)
Fâhişe kelimesi, Kur'an-ı Kerîm'de onüç yerde geçmektedir Ayrıca dört yerde de çoğulu olan "fevâhiş" zikredilmektedir Âl-i Imrân suresi 135 ayette fena bir iş olarak nitelenmiştir ibn Abbâs'tan gelen bilgiye göre, hurma satan birine güzel bir kadın geldi Kadın, alışverişini yaptıktan sonra, adam onu kucaklayarak öptü Ancak hemen bu davranışına pişman oldu ve Hz Peygamber'e gelip durumu anlattı Bu olay üzerine sözkonusu ayet indi (Vahidi, Esbâbu'n-Nüzül, 105)
Fahşâ ve fâhişe kelimesi, zinadan kinaye olarak kullanılmıştır (en-Nisâ, 4/19) Ayrıca buradaki fahşâ sözcüğünün "Kadının serkeşlik etmesi, kocasına asi olması ve geçimsizlik yapması" anlamlarına geldiği; buna göre kocanın onu isterse evinde tutacağı, isterse kendisinden boşanabileceği ve bunun helâl bir davranış olduğu; Ibn Abbâs'ın rivâyetine göre de "buğz ve serkeşlik etme" anlamlarına geldiği açıklanmıştır Diğer bir rivâyete göre de, söz dinlememek ve bununla birlikte isyan etmek anlamındadır Bu isyânı kadın yapmış ise, Allah, kocasına ondan ayrı kalmasını ve onu hafifçe dövmesini; bundan sonrada kadın durumunu değiştirmezse, kocasının fidye isteyebileceği ifade edilmiştir (Ibn Cerir et Taberî, el-Câmiu'l-usul, V/31S311)
Imam Fahrûddin er-Râzi'nin açıklamasına göre, sözkonusu ayette geçen fâhişe kelimesi, kadının kocasına ve onun yakınlarına eziyette bulunması anlamındadır (er-Râzı, Mefâtihu'l-Gayb, X/II)
Fahşâ ve fahişe kelimeleri, Kur'an-ı Kerîm'de birbirine yakın olmakla birlikte, değişik anlamlarda da kullanıldığı görülmektedir
Şeytanın emrettiği kötü davranış ve hayasızlık; "Babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; ancak (câhiliye devrinde) geçen geçmiştir Şüphesiz o bir hayasızlık (fâhişe)dir O ne kötü bir sözdü ve ne kötü bir yoldu" (en-Nisâ, 4/22) el-Bakara, 2/169 ayeti de aynı anlamdadır
Fahşâ, evlilikten sonra fuhuş yapma anlamında kullanılmıştır: "O halde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle nikâhlayın" (en-Nisâ, 4/25) Çıplak olarak Kâbe'yi tavâf etme ve şirk koşma anlamında: (el-A'râf, 7/8); Hz Lût Kavmi'nin yaptığı çirkin fiil (homoseksüellik) anlamında: "Sizden hiç kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Çünkü siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz"(el-A'râf, 7/80-81, ayrıca bk el-Ankebût 31/28) fahşâ, zinâ fiili olarak da kullanılmıştır: "Zinaya yaklaşmayın; çünkü o fahişedir ve ne kötü bir yoldur" (el-Isrâ, 17/32)
Bunlardan başka "insanlar arasında yayılan kötülük ve fuhşiyât" anlamında da kullanılmıştır: "Şüphesiz müminler arasında fuhşiyâtın yayılmasını sevenler için dünyada rezillik ve ahirette çok acıklı bir azâb vardır" (en-Nûr, 24/19)
Ayrıca fahişe kelimesinin çoğul şekli olan "fevâhis" ile had cezasını gerektiren şeylerin kasdedildiği rivâyet edilmiştir (el-En'âm, 6/151; el-A'raf, 7/33; eş-Şûrâ, 42/37; en-Necm, 53/32)
Gazalı ise fâhişe kelimesini çirkin söz anlamına almış ve onu dilin bir afeti olarak kabul edip, şöyle demiştir:
"Hz Peygamber, Bedir günü müslümanların müşrik ölüleri hakkında kötü sözler söylemesine müsaade etmemiş, böyle bir hareketin çirkin olduğunu anlatmıştır Bu hususta "müminin; kötüleyen, lânetleyen ve ağız bozan fâhiş veya fâhişe biri olamayacağını söylemiştir Bir hadislerinde de, ağız bozan-fâhiş söz söyleyen-kişiye cennetin haram olduğunu açıklamıştır
Bir sözün fâhiş olması veya fâhişe olarak nitelendirilmesi, o sözün çok açık kelimelerle çirkin bir şekilde dile getirilmesi ile göze çarpar Bu tür sözler, genellikle gıybet konusunda kullanılır Fesat çıkarmak isteyenlerin açık seçik kullandıkları çirkin sözler vardır Dürüst kimseler, bu çirkin fâhişe sözleri kullanmazlar, onları gizlerler; onların yerine mecazlı ve rumuzlu ifadeler kullanırlar Ibn Abbâs (ra) şöyle demiştir: "Allah (cc) hayâ sahibidir, bağışlayandır ve sözlerinde kinâyeli davranır Meselâ "cimâ" konusunda lems (dokunma), duhûl (girme) ve muhabbet gibi fâhiş olmayan kinâyeli ibâreler kullanmıştır" (Gazâlî, el-Ihyâ, III/152-153)
Bazı sözleri, delâlet ettikleri anlamlarının üzerine başarak ve bizzat isimleri ile aktarmak fâhiş harekette bulunmaktır Edebe uymayan sözler yerine mecaz ve kinâyeli sözler kullanmak Islâm ahlâkına daha uygundur
Ayrıca fâhişe kelimesinin namuslarını satan zâniye kadınlar hakkında da kullanıldığı bilinmektedir
Insan, ahireti kazanma melekeleriyle donatılmış, ama bu kazanma başarısını dünya hayatında gösterecek, toprağa, yere bağlı bir yaratıktır O, dünya hayatını yaşaması için kendisine verilen birtakım sevgi ve tutkuları ahiret yönünde kullanmak zorunda olduğu gibi, fıtratı ve aynı zamanda dünyevi saadeti de bunu gerektirmektedir Kur'an-ı Kerîm'in ifadesiyle, "Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı kuvvetli bir tutkunun kendisi için bezenip, süslediği insan " (Âlu Imrân, 3/14), bu tutkusunu dünya hayatını yegane amaç haline getirmeden ve başkalarının aleyhine ve zararına doyurmaya çalışmadan, Allah'ın çizdiği yoldan giderme çabasında olduğu sürece, hem madde-mana dengesini kendinde kurarak şahsiyetinin oluşmasını sağlayacak, hem ferdî, hem toplumsal hayatı, hem de yeryüzündeki genel insanı hayat ve insan-tabiat ilişkisi tam bir âhenk ve sulh içinde sürecektir Ne var ki, insanın ilim, madde ve mânâ açısından tekâmül edip, tüm yaratıkların üzerinde kendisine tanınan şerefli mevkiini alabilmesi için yaratılışına ekilen ve karşısına çıkarılan birtakım kötü güçler, onu sürekli biçimde tutkularının kölesi yapmaya ve onları doyurma yolunda sınır tanımadan kendisi, hemcinsleri ve tüm yeryüzü için hayatı çekilmez bir hâle getirmeye uğraşır Bunun sonucunda, insanın arzularını giderme uğraşında normal, insanı ve-fıtrî çizginin dışına taşıp, sapık yollarda tatmin araması; sözgelimi nikâhsızlık, zinâ ve benzeri ilişkilere girmek, bu tür ilişkileri normal ve hattâ özendirici hâle getirmek, kadınları birer basit tatmin aracı derecesine düşürmek, kısaca nikâh muâmelesi ve iffet duygusuyla fitrî ve vasat çizgide tutulması gereken şehvet güdüşünü her türlü ahlâksız ilişkiye vasıta kılmak, Kur'an'ın ‚fahşâ' kelimesiyle niteleyip, şiddetle yasakladığı bir durumdur Şeytan, fahşâyı emrederken (el-Bakara, 2/169, 268), Allah, açığı ve gizlisiyle her türlü fahşâyı haram kılmıştır (el-A'râf, 7/33) ve namazın insanı fahşâdan uzaklaştırıcı bir amel olduğunu da vurgulamıştır ‚Fahşâ', toplumları yıkıma götüren en feci faktörlerden birisi olagelmiştir
 
Üst Alt