25- Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd. Kabr azâbı 3.Cild 31.ci mektûb

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Fekat, matlûbun [ya’nî Zât-ı ilâhînin] nişânları, alâmetleri olduklarından (İlm-ül-yakîn) denilen bilgiye sebeb olurlar. (Ayn-ül-yakîn) ve (Hakk-ul-yakîn) denilen bilgiler, zıllerin üstünde, hayâlin dışında hâsıl olan bilgilerdir. Hayâl bilgilerinden kurtulmak için, tesavvufun (Seyr-i enfüsî) dediği yolu ve dereceleri de, (Seyr-i âfâkî) denilen yol gibi aşmak, âfâk ve enfüsün dışında ilerlemek lâzımdır. Evliyânın çoğu, ancak öldükden sonra, buraya varmakdadır. Bu dünyâ hayâtında, hayâlden kurtulmaları imkânsızdır. Evliyânın büyüklerinden, pek az seçilmişleri, bu dünyâ hayâtında iken, bu devlete erdirmekle şereflendirirler. Dünyâda oldukları hâlde, bilgilerine hayâl karışmaz. Hayâl araya girmeden matlûba kavuşurlar. Başkalarına, şimşek gibi çakıp geçen Zât-ı ilâhînin tecellîleri, bu büyüklere dâimî olur. (Vasl-ı uryânî)ye kavuşurlar.
Ni’mete kavuşanlara, bol bol, âfiyet olsun,
Zevallı, fakîr âşıklar, birkaç lokmayla doysun!

Süâl: Ba’zı kimseler, uykuda, rü’yâda, âlem-i misâl ve hayâlin sûretlerini görerek, kendilerini büyük bir hükümdâr veyâ yüksek mevkı’ sâhibi görür. Veyâhud büyük din âlimi olmuş, herkes, ilm öğrenmek için, etrâfına toplanmış görür. Hâlbuki, âlem-i şehâdetde, ya’nî uyanık iken, bunların hiçbiri hâsıl olmamakdadır. Böyle rü’yâlar doğru mudur, yoksa aslı, esâsı yok mudur?
Cevâb: Böyle rü’yâlar boş ve esâssız değildir. Bu rü’yâyı gören kimsede, mevkı’ sâhibi olmak, âlim olmak hâli ve kâbiliyyeti var demekdir. Fekat, kuvveti az olup, âlem-i şehâdetde hâsıl olacak kadar değildir. Eğer, bu hâl, zemânla kuvvetlenirse, Allahü teâlânın lütfu ile, âlem-i şehâdetde de hâsıl olur. Eğer âlem-i şehâdetde hâsıl olacak kadar kuvvetlenmezse âlem-i misâlde görünmekle kalır. Kuvveti mikdârınca, orada görünür. Tesavvuf yolunun sâliklerinin rü’yâları da böyledir. Kendilerini yüksek makâmlarda, Velîlerin mertebelerinde görürler. Bu hâl, âlem-i şehâdetde nasîb olursa, pek büyük ni’metdir. Yok eğer, âlem-i misâlde görünmekle kalırsa, hiç kıymeti yokdur. Çöpçüler, hammallar, rü’yâda, kendilerini hâkim, pâşa görür. Hâlbuki, uyanık iken, ellerine birşey geçmez. Rü’yâları üzülmekden, pişmânlıkdan başka birşeye yaramaz. O hâlde, rü’yâlara güvenmemeli, uyanık iken ele geçene sevinmelidir.
Ben güneşi severim, ne dersem ondan derim,
Geceyle işim yokdur, ben rü’yâyı neylerim.

Bunun içindir ki, büyüklerimiz rü’yâlara ehemmiyyet vermemiş, talebenin rü’yâsını ta’bîr etmeğe lüzûm görmemişlerdir. Uyanık iken ele geçene kıymet vermişlerdi. Bundan dolayı, devâmlı görünenlere ehemmiyyet vermişler, hiç gayb olmıyan huzûru, kazanc bilmişlerdi. Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak, hiçbir şeyi hâtırlamamak, bunlar için dâimî idi. Başlangıcında nihâyetde ele geçecekler derc edilmiş olanlara, bu kemâller zor ve uzak değildir.
40 — ÜÇÜNCÜ CİLD, 31. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Molla Bedreddîne yazılmışdır. Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd üzerinde bilgi vermekde, kabr azâbını anlatmakdadır:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâm olsun! Diyorsunuz ki, rûh bu bedene bağlanmadan önce, âlem-i misâlde idi. Bedenden ayrıldıkdan sonra da, âlem-i misâle gidecekdir. Bunun için, kabr azâbı âlem-i misâlde olacakdır. Âlem-i misâldeki elemi, acıları, rü’yâda duymak gibi olacakdır. Sonra, bu bilginin çeşidli kolları vardır. Eğer izn verirseniz, bu konuda size çok şeyler yazarım.
Cevâb: Böyle hayâller, aslsız sözler, doğru olmakdan çok uzakdır. Böyle düşüncelerin, sizi doğru yoldan sapdırmasından korkuyorum. Hiç vaktim yok ise de, bu konuda birkaç kelime yazmak için kendimi zorlayacağım.
 

Adilbey

Aktif Üyemiz
İnsanları doğru yola kavuşduran, yalnız Allahü teâlâdır.
Kıymetli kardeşim! Mümkinler âlemini, ya’nî mahlûkları, üç kısma ayırmışlardır: (Âlem-i ervâh), (Âlem-i misâl) ve (Âlem-i ecsâd). Âlem-i misâle (Âlem-i berzah) da demişlerdir. Çünki bu âlem, (Âlem-i ervâh) ile (Âlem-i ecsâd) arasındadır. Bu âlem, ayna gibidir. Diğer iki âlemdeki hakîkî varlıklar ve ma’nâlar, bu âlemde latîf şekllerde görünürler. Çünki, iki âlemdeki her hakîkate ve her ma’nâya uygun birer şekl, heyet, bu âlemde bulunur. Bu âlemde, kendiliğinden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve ma’nâ yokdur. Buradaki şekller, heyetler, öteki âlemlerden aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir şekl ve sûret yokdur. Aynada bir şekl görünürse, başka yerden gelen bir görünüşdür. Âlem-i misâl de böyledir. Bu iyi anlaşılınca, deriz ki, rûh bu bedene te’alluk etmeden önce, kendi âleminde idi. Rûh âlemi, âlem-i misâlden dahâ üstündür. Rûh, bedene te’alluk edince, bedene âşık olarak, bu madde âlemine iner. Âlem-i misâl ile bir ilgisi yokdur. Rûh bu bedene te’alluk etmeden, ilgilenmeden önce, âlem-i misâl ile ilgisi olmadığı gibi, bedene olan ilgisi bitdikden sonra da, bu âlem ile ilgisi olmaz. Şu kadar var ki, Allahü teâlânın dilediği zemânlarda, rûhun ba’zı hâlleri, bu âlemin aynasında görünür. Rûhun hâllerinin iyiliği, kötülüğü buradan anlaşılır. Keşf ve rü’yâlar, böyle hâsıl olmakdadır. İnsanın hisleri, duyguları gayb olmadan da, âlem-i misâldeki şeklleri gördüğü çok olmuşdur. Rûh, bedenden ayrıldıkdan sonra, ulvî ise, yükselir. Süflî ise, alçalır. Âlem-i misâl ile bir ilişiği olmaz. Âlem-i misâl, görünen bir âlemdir. Bir varlık âlemi değildir. Varlık âlemleri ikidir. Âlem-i ervâh ve Âlem-i ecsâd. Ya’nî rûh âlemi ile madde âlemi, varlık âlemidir. Bunlarda bulunan şeyler, yalnız görünüş değildir. Kendileri de vardır. Âlem-i misâlde ise, hiçbir varlık yokdur. Yalnız, âlem-i ervâhda ve âlem-i ecsâdda bulunan varlıklar için bir ayna gibidir. Rü’yâda, âlem-i misâldeki elem, acı, sıkıntı görünür. Bu da, görenin hak etdiği azâbın, âlem-i misâldeki görüntüsünün görülmesidir. Onu gafletden uyandırmak için, kendini düzeltmesi için, kendisine gösterirler.
Kabr azâbı, rü’yâda, âlem-i misâldeki görüntüleri görmek değildir. Kabr azâbı, rü’yâ gibi değildir. Kabr azâbı, azâbın görüntüsü değildir. Azâbın kendisidir. Bundan başka, rü’yâda görülen acı, azâb, azâbın kendisidir denilse bile, dünyâdaki acılar, azâblar gibidir. Kabr azâbı ise, âhıret azâblarındandır. Birbirlerine hiç benzemezler. Çünki, dünyâ azâbları, âhıret azâbları yanında hiç kalır. Allahü teâlâ, o azâblardan bizi korusun! Eğer, âhıret azâblarından bir kıvılcım dünyâya gelse, herşeyi yakar, yok eder. Kabr azâbını, rü’yâda görülen azâb gibi sanmak, kabr azâbını bilmemekden, anlamamış olmakdan ileri gelmekdedir. Azâbın kendisi ile, görünüşünü karışdırmakdan hâsıl olmakdadır. Böyle yanlış düşünmek, dünyâ azâbı ile âhıret azâbını aynı sanmakdan da olur. Böyle sanmak, pek yanlışdır. Yanlış ve bozuk olduğu meydândadır.
Süâl: Zümer sûresinin kırkikinci âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, insan ölürken rûhunu bedeninden ayırır. Ölmediği zemân, uykuda da, rûhunu ayırır)dir. Bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki, insan ölürken rûhu ayrıldığı gibi, uyurken de ayrılmakdadır. Böyle olunca, rü’yâdaki azâbı, dünyâ azâblarından saymak, kabr azâbını ise, âhıret azâblarındandır demek nasıl doğru olur?
Cevâb: Uykuda iken, rûhun bedenden ayrılması, bir kimsenin, geziye, eğlenmek için, kendi vatanından, gülerek, sevinerek ayrılmasına benzer ki, gezdikden sonra, sevinç içinde yine vatanına döner. Rûhun gezinti yeri, âlem-i misâldir. Bu âlemde görecek meraklı ve tatlı şeyler vardır. Ölürken rûhun ayrılması böyle değildir. Bu ayrılık, vatanı yıkılan, evleri, binâları yok olan kimsenin vatanından ayrılması gibidir. Bunun içindir ki, uykudaki ayrılmasında, sıkıntı ve acı yokdur. Tersine, sevinç ve râhatlık vardır. Ölürken ayrılmasında ise, çok acılar ve güçlükler hâsıl olur. Uyuyan insanın vatanı dünyâdır. Ona, dünyâdaki işler gibi iş yaparlar. Ölen kimsenin ise, vatanı yıkılır.
 
Üst Alt