Fihrist

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz


b1087.gif
gibi şifâ hakkındaki yüzer âyâtın sırr-ı tesirine şifâlı, devâlı bir mübârek mâkes ve bir mâ-i zemzeme-i Kur'ân hükmünde olduğunu gösterir.
BİRİNCİ DEVÂ
İnsanın hastalığı zâhiren bir nevi dert gibi ise de, dert değil, belki bir nevi derman olduğunu ve ömür sermâyesi sıhhat ve âfiyet ve istiğnâdan gelen bir gafletle zâyi olduğundan, hastalık o zâyiâtı meyvedar bir ömre çevirdiğini haber verir. Gâyet güzel bir devâdır.
İKİNCİ DEVA
İbâdet iki kısım olup, bir kısmı müsbet ibâdettir ki, namaz ve niyaz gibi mâlûm ibâdetler olup, diğeri menfi ibâdettir ki, hastalıklar insana aczini, zaafını hissettirdiğinden, hâlis, riyâsız, mânevî bir ibâdet olduğunu; ve bu hastalıkların, Allah'tan şekvâ etmemek şartıyla, mü'min için bir dakikası bir saat hükmüne geçtiğini; ve bâzı kâmillerin hastalıklarının bir dakikası bir gün ibâdet hükmüne geçtiğini rivâyet-i sahîha ve keşfiyât-ı sâdıka ile sâbit olduğunu bildirir. Gâyet mühim bir devâdır.
ÜÇÜNCÜ DEVÂ
İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet için gelmediğine, mütemâdiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlanması ve mütemâdiyen zevâl ve firakta yuvarlanması şâhit olduğunu; hem, insan zîhayatın en mükemmeli ve cihâzâtça en zengini olduğundan, geçen lezzetleri ve gelecek belâları düşündüğünden, kederli ve sıkıntılı bir hayat geçirdiğini; hastalık ise, sağlık ve âfiyet gibi gaflet vermediğinden, dünyayı hoş göstermeyip o tahatturların elemlerinden vazgeçirdiğinden, hiç aldatmaz bir vâiz ve bir mürşid hükmünde olduğunu gösterir bir mübârek devâdır.
DÖRDÜNCÜ DEVA
İnsan, hastalıktan şekvâ değil, hastalığa sabretmesi lâzım olduğunu gösterir. Çünkü o, cihâzâtını kendi yapmayıp ve başka bir yerden de satın almadığından; ve mülk sahibi, bahçesini çapalamak, bellemek ve budamak gibi ezâlarla, o sâyede güzel bir mahsul aldığından, o ezâ, o bağın hakkında ezâ değil, belki mahsûlünün yetişmesine medâr olduğundan, şikâyete hiç hakkı olmadığını gösterdiği gibi; insanın da, hastalıkla yapılan tasarruftan şikâyet değil, tahammüle mecbur olduğunu, şiddetli olduğu zaman "Yâ Sabûr!" deyip, sabır ile mukavemet edileceğini haber veriyor.
Beni yediren ve içiren Odur. · Hastalandığımda bana şifâ veren de Odur. (şuarâ Sûresi: 79-80.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
BEŞİNCİ DEVÂ
Bu zamanda, hususan gençler hakkında, hastalık o gençleri gençlik sarhoşluğundan men ettiği için, onların hakkında o hastalık mânevî bir sıhhat ve âfiyet olduğunu haber verir gâyet şirin bir devâdır.
ALTINCI DEVÂ
Musîbetin gitmesiyle mânevî bir lezzet geleceğini gösterir. Çünkü, "Elemin zevâli lezzettir" diye, o elemli musîbetler, zevâl ile ruhta bir lezzeti irsiyet bıraktığını, gâyet güzel haber verir mühim bir devâdır. Hattâ bu devânın ehemmiyetindendir ki, telifâtında iki kere aynı numara tekerrür etmesi ve öylece kaydedilmesi, ehemmiyetini ispat eder.
YEDİNCİ DEVÂ
Hastalık, insanın sıhhatindeki nimet-i İlâhiyenin lezzetini kaçırmıyor, bilâkis tattırıyor. Çünkü, birşey devam etse, tesirini kaybeder, usanç verir.
Hattâ ehl-i hakîkat demişler:
b1088.gif
Yani, herşey zıddıyla bilinir; soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz diye, mâkul ve şirin bir devâdır.
SEKİZİNCİ DEVÂ
Hastalık, îmânlı bir insanın âhiretini geri bırakmıyor, belki daha ziyâde terakki ettiriyor. Çünkü, hastalık, sabun gibi, günahları siler, temizler, güzel bir keffâretü'z-zünûb olduğu hadîs-i şerifle sâbit olduğunu; hem îmânlı olan bir insanın maddî hastalığı, mânevî hastalıklardan kurtardığını; şahs-ı zâhirîsinin hatâsıyla şahs-ı mânevîsi hasta olduğundan, zâhir hastalığı o hatâlardan geri koyup mânevî istiğfâra sebep olduğundan, o maddî hastalık çok büyük bir hazine olduğunu bildirir.
DOKUZUNCU DEVÂ
Cenâb-ı Hakkı tanıyan bir insan için, ölüme sebep olan hastalıktan korkmak olmadığını; ve ölüm, tanıdığı ve bildiği bütün ehl-i îmân olan ahbaplarına kavuşmak olduğunu; hem ölüm mukadder olup, bazan hastalıklıların yanındaki sağ insanların ölmesi ve hastaların sağ kalması; hem ölüm, vazife-i hayattan bir paydos ve bir rahat olduğunu ve ehl-i dalâlet için gâyet korkunç bir zulümât-ı ebediye olduğunu bildiren gâyet mülâyimâne, güzel bir devâdır.
ONUNCU DEVÂ
İnsanın hastalığı, merak ettikçe gâyet ağırlaşacağı, husûsan evhamlı bir hastanın bir dirhem zâhir hastalığı, merak vasıtasıyla on dirhem olacağını, hem merak da ayrıca bir hastalık olduğunu haber veren mühim bir devâdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ON BİRİNCİ DEVA
Hastalık insana hâzır bir elem verdiğinden, evvelce geçirmiş olduğun hastalıktan sonra hiçbir elem kalmayıp, hemen lezzeti bu âna kadar devam ettiğini hatırlayıp, o andaki hastalığın hâzır eleminden kurtulmakla; bulunduğun dakikadan sonra zamanın nasıl geleceğini bilmediğinden, ondan korkmamak lâzım olduğunu; hem yok bir zamanda, yok bir eleme, yok bir hastalığa vücut rengi vermek mânâsız olduğunu; ve sabır kuvvetini sağa ve sola dağıtmak fayda vermediğinden, bütün kuvvetiyle hâzır zamana dayanmak lâzım olduğunu haber veren en âlâ bir devâdır.
ON İKİNCİ DEVA
Hem, insan hastalık sebebiyle ibâdet ve evrâdından mahrum kaldığına teessüf etmemesine; sabır ve tevekkül ve namazını kılmak şartıyla, o hastalıkta, ibâdet ve evrâdının sevâbı aynen ve daha hâlis bir sûrette verileceği hadisçe sâbit olduğu; ve insan o sâyede aczini ve zaafını bildiğinden, bütün cihâzâtının lisân-ı hal ve lisân-ı kâliyle dergâh-ı İlâhiyeye ilticâ etmesine sebep olduğundan
b1089.gif
sırrını anlattığından, şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu gösterir.
ON ÜÇÜNCÜ DEVA
Hastalıktan şikâyet edilmeyeceğini; ve hastalık bazılarına bir define olduğunu; ve ecel muayyen olmadığından, her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak lâzım olduğunu ve ölüm insanı gaflet içinde yakalamak ihtimâli bulunduğundan, hastalık onun âhiretini düşündürmek cihetiyle gâyet güzel bir nâsih olduğunu gösterir mühim bir devâdır.
ON DÖRDÜNCÜ DEVÂ
Hem, ehl-i îmânın göz hastalığı perdesi altında, yani kör olmasında, pek mühim bir nur ve mânevî büyük bir göz olup, birkaç sene dünyanın hazînâne fâni bir güzelliğini fâni bir sûrette seyredecek fâni bir göze bedel, kırk göz kuvvetinde ebedî gözlerle, ebedî bir sûrette, Cennette, Cennet levhalarını seyretmesi daha evlâ olacağını beyân eder. Haşiye
ON BEŞİNCİ DEVA
Hastalığın sûretine bakıp "ah" eylemek câiz olmadığını, belki mânâsına bakılsa "oh" diye mânevî lezzetler akıtacağını; çünkü, "Mânevî sevap
De ki: "Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?" (Furkan Sûresi: 77.)
Haşiye: Bu Devânın tesirindendi ki, misâfireten bir köye gittiğimde, orada gözsüz Mehmet Ağa isminde bir zât, gözünün hastalığından şikâyeti üzerine, yanımda bulunan Hastalar Risâlesinin On Dördüncü Devâsını okuyuncu onun mânevî tesiriyle, o zât dedi: "Keşki ben, bu sevâbı ve mânevî bu kazancı bana açan bu hastalığımdan şikâyet etmeseydim!" diye nedâmetkârâne bir şükür kapısına döndü. Onun için o hastalık, onun hakkında bir rahmet-i İlâhiye olduğunu katî anladı.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
lezzeti olmasaydı, Cenâb-ı Hak en sevdiği kullarına hastalığı vermezdi" diye hadîs-i şerif
b1090.gif
(ev kemâ kâl) hadîs-i şerîfinin sırrını; ve bazı hastalıklar şehid makamını kazandıracağını, bâhusus kadınların lohusa zamanında, kırk gün zarfında vefat ederlerse şehid olacaklarını, en güzel bir sûrette haber verir.
ON ALTINCI DEVÂ
Hastalık, hayat-ı içtimâiye-i insâniyede en mühim olan hürmet ve merhameti telkin ettiğini, çünkü sıhhat ve âfiyet, nefs-i emmâreye, her cihetçe istiğnâ gösterdiğinden, hastalık, o istiğnâ yerine hürmet ve merhameti hissettirdiğinden, rikkat-i cinsiyesine karşı bir şefkat celb etmeye vesile olacağını gösteren gâyet güzel ve en şirin ve lezzetli bir devâdır.
ON YEDİNCİ DEVA
İnsan, hastalık vasıtasıyla hayrât yapamadığından müteessir olmak câiz olmadığını, çünkü en mühim hayrât hastalıkta dahi bulunduğunu; hattâ hastalara bakmak bile en mühim hayır ve sadaka hükmüne geçeceğini, çünkü îmânı olan bir hastanın hatırını sormak ve güzel tesellî etmek - husûsan ana ve baba olsa - onların duâlarını kazanmak en âlâ bir hayrât ve sadaka olduğunu, pek mühim bir tarzda gösterir.
ON SEKİZINCİ DEVÂ
İnsan şükrü bırakıp şekvâya gitmeye ve bir hakkının zâyi olmasından şikâyete hiç hakkı olmadığını; çünkü senin üstünde Cenâb-ı Hakkın çok nimetleri olmak cihetiyle, onların şükür hakkını îfâ etmediğinden dolayı Cenâb-ı Hakka karşı bir haksızlık ettiğini; hem sen, sıhhat noktasında kendinden aşağıdaki bîçârelere bakmak lâzım olduğunu, yani, bir parmağın, bir elin, bir gözün yoksa, iki parmağı, iki eli, iki gözü olmayanlara bakmak lâzım olduğunu; çünkü sen, hiçlikten vücuda gelip, taş, ağaç ve hayvan olmayıp, insan olup, İslâm nimetini ve sıhhat ve âfıyet görüp yüksek bir dereceye nâil olduğun halde, bazı ârızalarla ve kendi sû-i ihtiyârınla ve sû-i istimâlinle elinden kaçırdığın ve elin yetişmediği nimetlerden şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek bir küfrân-ı nîmet olduğunu gösterir bir devâdır.
ON DOKUZUNCU DEVA
Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, "Esmâ-i Hüsnâ" tâbir-i Samedânîsiyle, güzel olduklarını; ve mevcudât içinde en lâtif, en câmi' âyine-i Samediyet de hayat olduğunu; ve güzelin aynası güzel olduğunu; ve güzelliklerini
İnsanların en çok belâ ve musîbete mâruz kalanları peygamberlerdir; sonra evliyâlar, sonra da derecelerine göre diğer sâlih insanlardır. (Kenzü'l-Ummâl, 3:326/6780.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
gösteren güzelleşeceğini; ve o aynaya da o güzelden ne gelse güzel olduğunu; ve hayat dâimâ sıhhat ve âfyet ve yeknesak gitse, nâkıs bir ayna olacağını; ve hastalıklı bir uzvun etrafında, Sâni-i Hakîm sâir âzâları o uzva muâvenettarâne teveccüh ettirip, nakışlarını ve vazifelerini göstermek için o hastalığı misafıreten gönderip, vazifesi bittikten sonra yerini yine âfiyete bırakıp gittiğini ispat eder.
YİRMİNCİ DEVÂ
Hastalık iki kısım olup, bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmî olduğunu; hakikî kısmına şâfi-i Zülcelâl küre-i arz eczahane-i kübrâsında her derde bir devâ istif ettiğini; ve o devâlar ise, dertleri istediğinden, onları istimâl etmek meşrû olduğunu; fakat devânın tesirinin Cenâb-ı Hak'tan bilmek lâzım olduğunu; vehmî hastalığa ehemmiyet verilmeyeceği, ehemmiyet verildikçe fazlalaşacağını, ehemmiyet verilmezse hafif geçeceğini güzel bir temsil ile ispat eder.
YİRMİ BİRİNCİ DEVA
Hastalıkta maddî bir elem olup, o elemi izâle edecek mânevî bir lezzet ihâta ettiğini; ve zâhiren peder ve valide ve akrabâların şefkatleri, onun etrafında hastalık câzibesiyle, ona karşı muhabbettârâne baktığından, o elem çok ucuz düştüğünü; maddî ve mânevî çok yardımcıları bulunduğundan, şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu ispat eder.
YİRMİ İKİNCİ DEVA
Nüzul gibi ağır hastalıklar mü'min için pek mübârek sayıldığını; ve ehl-i velâyetçe mübârekiyeti meşhûd olduğunu; ve Cenâb-ı Hakka vâsıl olmak için iki esasla gidildiğini; nüzul gibi hastalıklar ise o iki esasın hassasını verdiğini; o iki esasın birisi râbıta-i mevt yani, dünyanın fâni olduğunu bildiği gibi, kendinin de fâni ve vazifedar bir misafir olduğunu gösterir. İkincisi, nefs-i emmârenin ve kör hissiyâtın tehlikelerinden kurtulmak için, bir kısım ehl-i îmân çilelerle nefs-i emmâreyi öldürdüklerinden, hayat-ı ebediyelerini bu sûretle kazandıklarını; ve nüzul gibi hastalıklarda aynı o hâssa bulunduğundan, o hastalık onun için gâyet ucuz düştüğünü ispat edip gösterir.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ DEVA
Hastalık, gurbette ve kimsesizlikte bulunduğu zaman, o kimsesizliği cihetiyle, kendine en câni kalblerin dahi rikkatini celb ettiğini ve Kur'ân'ın bütün sûrelerinin başlarında er-Rahmânü'r-Râhîm sıfatıyla Kendini bize takdim eden Allah, bir lem'a-i şefkatiyle, umum yavruların yardımına validelerini koşturduğunu ve her baharda, bir cilve-i rahmetiyle nimetlerini bize gönderdiğini ve o nimetlere nâil olmak, îmân ve intisapla Onu tanımakla olduğunu ve o gurbet ve kimsesizlikteki hastalık ise, Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametini celb ettireceğini, ehemmiyetli haber verir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
YİRMİ DÖRDÜNCÜ DEVÂ
Mâsum çocuklara ve mâsum gibi ihtiyar hastalara bakan ve hizmet edenlerin hakkında uhrevî büyük bir ticaret olduğunu ve o nâzik çocukların hastalıkları, ileride hayat-ı dünyanın dağdağalarına tahammül için birer şırınga-i Rabbâniye olduğunu ve o şırıngalardan gelen sevap ve ücret, onlara bakanların ve bilhassa validelerinin defter-i a'mâline yazıldığını ve bu hakîkatin ehl-i hakîkatçe muşhûd olduğunu ve bilhassa ihtiyar peder ve valide ve akrabâ gibi ihtiyarların duâlarını almak, âhiretin saâdetine medâr olduğunu ve onlara bakanların da, ileride kendi evlâtlarından aynı vaziyeti göreceğini ve bakmadıkları cihetle, neticede azâb-ı uhrevî olduğu gibi, dünyaca da çok felâketlere mâruz kaldıkları ve kalacakları vukuât ile sâbit olduğunu ve akrabâsı olmazsa bile, yine onlara bakmak İslâmiyetin iktizâsından olduğunu gâyet katî ispat eder.
YİRMİ BEŞİNCİ DEVA
Bütün hastalıkların gâyet nâfi ve mânevî bir devâsı ve hakikî ve kudsî bir tiryâkı ise, îmânın inkişâfı olduğunu; tevbe ve istiğfar ve namaz ve ubûdiyet ile, o tiryâk-ı kudsî olan îmân ve îmândan gelen ilâcın istimâl edilmesi lâzım olduğunu; ehl-i gafletin zevâl ve firak darbeleriyle yaralanan mânevî büyük dünyalarını tedâvisi, kudsî bir tiryak olan îmânın şifâ vermesiyle yaralardan kurtulacaklarını ve o îmân ilâcının tesiri ise, ferâizi yapmak ile olduğunu ve sefâhet ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrûa, o tiryâkın tesirini men ettiğini göze gösterip, gâyet katî bir sûrette izah ve ispat eder.

Hâfız Mustafa (r.h.)

Yirmi Altıncı Lem'a

b1091.gif

Yirmi Altıncı Lem'a, Yirmi Altı Ricâdır.
BİRİNCİ RİCÂ
Herşeyin aslı, nûru, ziyâsı, menbâı, mâdeni, çeşmesi îmân olduğunu; herşeyden evvel o kudsî, münezzeh, muallâ nûru kazanmaya çalışmak lâzım geldiğini beyân eden, kıymetli, îcâzlı bir ricâdır.
Kâf hâ yâ ayn sâd. · Bu âyetler, kulu Zekeriyâ'ya Rabbinin rahmetini hatırlatmadır. · Hani o Rabbine gizlice niyaz etmişti. · Ve demişti ki: "Ey Rabbim, artık benim kemiklerim yıprandı, başım beyaz kılların aleviyle tutuştu. Sana ettiğim duâlarımda da ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım " (Meryem Sûresi: 1-4.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İKİNCİ RİCÂ
Hakîkatte sabî hükmünde olan ihtiyarlar, ihtiyarlıkta Hâlık-ı Rahîme îmân ve intisap ve itaatle, sabîler gibi Rahmânü'r-Rahîm isimlerinin mazharı olacağını tebşir eden nûrefşan bir hakîkattir.
ÜÇÜNCÜ RİCA
Nev-i beşerin ister istemez müptelâ olduğu sevkiyât-ı berzahiye ve inkılâbât-ı uhreviyede, iki cihanın serveri ve enbiyânın seyyidi ve rahmet ve merhamet-i İlâhiyenin timsâli olan Peygamber-i Zîşânımız Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesine ittibâ ile selâmet ve necat bulunacağını beyân eder.
DÖRDÜNCÜ RİCÂ
Dünyadan alâkaları kesilmeye başlayan ihtiyar ve ihtiyârelerin, yakınlaştıkları kabir kapısını, düşündükleri ve o zâhiren karanlıklı görünen âlemleri nûruyla tenvir eden ve aydınlaştıran ve insana bir harfi on sevap ve hayır ve bazan yüz ve bazan bin sevap ve hayır kazandıran ve hazine-i rahmetin miftâhı olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânı nûr-u îmân ile dinleyip evâmirine itaat ve nevâhîsinden içtinâb edenlerin âlem-i ebedîde müferrah olacaklarını müjdelemekle, çok kuvvetli bir ricâ kapısını gösterir.
BEŞİNCİ RİCA
Her fertte ve her şahısta cüz'î, küllî tesirini gösteren tesellî-i îmân-ı bil'âhiret, ihtiyarlara daha azîm ve kuvvetli bir ricâ ve tesellî verdiği için, ihtiyarlığı emniyetli bir sefine-i Rabbâniye bilip sevmek ve hoşnut olmak ve Cenâb-ı Hakka şükür ve hamd edilmesini tavsiye eder.
ALTINCI RİCA
Nûr-u îmân ile, kâinatın tabakaları ve arzın mevcudâtı ve mahlûkatı, mûnis birer arkadaş gibi Hâlık-ı Rahîme şehâdet edip, gurbet ve vahşeti ve zulmeti izâle ettiği gibi; ihtiyarlıkla, hayatıyla refâkat eden şeylerin müfârakât zamanında, kitâb-ı âlemin harfleri sayısınca şâhitleri ve zîruhların medâr-ı şefkat ve rahmet ve inâyet olan cihâzâtı ve mat'ûmâtı ve nimetleri adedince rahmetin delilleri bulunan ve en makbul bir şefaatçi olan acz ve zaafın dürbünüyle ve ihtiyarlık gözüyle görüleceğinden, ihtiyarlıktan küsmek değil, ihtiyarlığı sevmekle, ricâ yolunu gösterir.
YEDİNCİ RİCA
Fâni dünyaya eblehâne bâkî süsü veren ve pâyitaht-ı hükûmette görülen binâ-yı evhâmı altı cihetten çürütüp, dalâletten gelen müthiş zulmeti, nûr-u Kur'an ve sırr-ı îmân ile dağıtıp, bîçare musîbetzede ihtiyarları evham ve
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
şübehât vâdilerinden çıkarıp, sâhil-i selâmete ve rahmet-i Rahmâna yetiştiren mücâhid bir ricâdır.
SEKİZİNCİ RİCÂ
Cenâb-ı Hak, kemâl-i keremiyle ve nihayetsiz re'fet ve şefkatiyle, ebed ve ebedî bir hayat için halk ettiği nev-i insanı nisyân-ı mutlaktan kurtarmak için, Kur'ân-ı Azîmüşşanda
b1092.gif
fermân-ı kudsiyesiyle her nefsin ölümünü haber verdiği gibi, o ölümün bir emâresi ve bir müjdecisi ve insanın dâimî arkadaş ve hocası olan saçlarının ağarmasıyla, başı aşağı olmaya hazırlanmış olan ve gaflete dâimî meyyal ve fâniye müptelâ olan insanı, sırr-ı îmân ve nûr-u Kur'ân ile gaflet uykusundan ikaz edip, kuvvetli bir ricâ düsturunu eline verir.
DOKUZUNCU RİCÂ
Acz ve zaafı bilfül tadan ve hissiyat cihetinde çocuklar ve yavrular hükmüne geçen ihtiyarlık rahmet ve inâyet-i İlâhiyenin celbine vesile olduğu gibi; emr-i Kur'an ve işaret-i Nebeviye ile (a.s.m.) küçükleri, hürmet ve merhamet ve şefkatle emirber neferler gibi etrafında toplayan ve bu sûretle hem Hâlık-ı Kerîmin teveccühüne mazhar, hem insanların hizmet ve yardımına medar olan ihtiyarlıktan râzı olmakla, ricâ kapısını açar.
ONUNCU RİCA
Kur'ân-ı Hakîmin nûruyla, hakîkat ve vâkîü'l-hâl olan mevt, hayata tercih edilip sevildiği gibi; âlem-i berzahta olan emvâtın, elbette dünyada muvakkat misafirler olup, onlar da oraya gidecek olan insanlardan ziyâde ünsiyet ve ülfete lâyık olduğu, îmânlı ihtiyarlık gözüyle yakînen müşâhede edildiğinden; îmânlı ihtiyarlığın büyük bir nimet-i İlâhiye olduğunu ve bazan seyr ü sülûk ile derecât-ı evliyâ gibi yüksek makam ile tebşir ve müjde ve sürur veren kuvvetli bir ricâdır.
ON BİRİNCİ RİCÂ
İhtiyarlığın susmaz bir dellâlı olan beyaz kılların ikazıyla, ebedî tevehhüm edilen vücudun, başka bir âleme namzet olup fâniliği ve bazı vefâdar zannedilen vefâsızların darbesiyle, bütün alâkadarların alâka-i kalbe değmediği görülerek, bir melce, bir istinadgâh, taharrîler neticesinde, Kur'ân-ı Hakîmin lisânından çıkan "Lâ ilâhe illâ Hû" fermân-ı kudsiyesi imdâda yetişip, kâinatta esbab ve bu asrın yolunu şaşırtan tabiat bataklığının hiçliğini ve asılsız bir evhâm-ı küfrî olduğunu gösteren ayn-ı hakîkat bir iki temsil ile, zerreden şemse kadar, felekten meleğe kadar, sinekten semeğe, hayalden hayata kadar kabza-i
Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmrân Sûresi: 185.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
tasarrufunda ve ihâta-i ilminde olan bir Kadîr-i Ezelînin vücûb-u vücudunu ispat edip, nûr-u îmâna vesile olan kuvvetli bir ricâ kapısını ihsan eder.
ON İKİNCİ RİCÂ
Rahmetullahi aleyh Abdurrahman'ın vefatı üzerine,
b1093.gif
-1- âyet-i kudsiyesinin sırrıyla,
b1094.gif
-2- hakîkatiyle,
b1095.gif
-3- âyetinin tesellîsiyle, birtek cilve-i inâyeti bütün dünya yerini tutan ve birtek cilve-i nûru bütün zulmeti izâle eden Bâki-i Zülcelâl ve Sermedî-i Zülkemâl ve Rahîm-i Zülcemâlin teveccühü bâkî ise, yeter. Gidenler Onun bâkî mülküne gittiğini ve yerlerine aynını gönderdiğini ve göndereceğini vâki bir hakîkatle gösterip, ekseriyetle iftirak ve hasrete müptelâ olan ihtiyarların yüzlerini bir Bâki-i Zülcelâle çeviren, zulmeti nûra tebdil eden, kalblere îmân nûru bahşeden elektrik-misal bir ricâdır.
ON ÜÇÜNCÜ RİCÂ
Harb-i Umumîde Van şehrinin, Rus'un istilâ etmesi ve ihrak etmesiyle harâbezâr olması; ve ekser ahâlisinin şehâdet ve muhâceretle ka bolması ve Medrese-i Horhor'un harap olup vefâtı içinde, bu memlekette kapanan ve vefat eden bütün medreselerin, "Horhor'un başında duran ve yekpâre bir taş olan Van Kalesi" kabir taşı olarak görünmesi üzerine, Van Kalesinin başında, şiddet-i me'yûsiyet ve mâtem içinde iken, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın,
b1096.gif
-4-
âyetinin hakîkati tecellî edip, o rikkatli, hirkatli, dehşetli hâlâttan kurtarıp,
1 Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz. (Kasas Sûresi: 88.)
2 Ey sonsuz olan Allah! Ancak Sen bâkîsin. · Ey sonsuz olan Allah! Ancak Sen bâkîsin.
3 Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: "Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur." (Tevbe Sûresi: 129)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
nazarı âfâka, âyât-ı kâinata baktırıp, misafir insanların eliyle yazılan sun'î bir mektubun silinmesi yerine, Nakkâş-ı Ezelînin, herbir harfinde bir kitap yazılı, silinmez ve solmaz koca kâinat kitabını hediye etmesi ve okutturmasıyla izâle edip, bilâhare de Medrese-i Horhor yerine Isparta'yı medrese; ve müfârakat eden talebe ve dostlara bedel daha çok talebe ve dostlar vermesiyle sırr-ı hikmetini ve rahmetini ve şefkatini gösteren bir Rabb-i Rahîmin dergâhına yakınlaşan ve o dergâhta makbul birer abd olan îmânlı ihtiyarların, dünyanın ehvâl-i muhavvifânesinden mükedder ve me'yûs olmamalarını, o kudsî îmânı ve müsellem İslâmiyeti ihsân eden bir Muhsin-i Kerîme nihayetsiz hamd ve şükürle lisânımızın zevkini ve ubûdiyet ve itaatle rûhumuzun şevkini tavsiye eden kıymettar bir ricâdır.
Hâfız Mustafa
Rahmetullahi aleyhi, Rahmeten vasiaten
ON DÖRDÜNCÜ RİCÂ
Ehl-i dünya, Üstâdımızı her şeyden tecrid edip, beş çeşit gurbet içinde bulunduğu bir vakitte, gâyet kuvvetli bir aşk-ı bekâ ve şiddetli bir muhabbet-i vücud ve büyük bir iştiyâk-ı hayat ve hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir fakrın kendisinde hükmettiğini görüp, me'yûsâne olarak başını eğdiği zaman
b171.gif
âyet-i hasbiyesi imdâdına yetişerek, "Beni dikkatle oku" demesi üzerine günde beş yüz defa okuduğunu ve okudukça bu âyetin çok kıymetli nurlarından dokuz Mertebe-i Hasbiyenin yalnız ilmelyakîn ile değil aynelyakîn inkişâf ettiğini.
Birinci Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Ondaki aşk-ı bekâ, mutlak kemâl sahibi Zât-ı Zülcelâl ve Zülcemâlin bir isminin, bir cilvesinin mâhiyetindeki bir gölgesine yapıştığı anda,
b171.gif
âyeti gelerek perdeyi kaldırdığını ve kendisindeki bekâ lezzetinin ve saâdetinin daha mükemmel bir tarzda Bâkî-i Zülkemâlin bekâsında ve Ona olan tasdik ve îmânda bulunduğunu hissetmiş ve hakkalyakîn zevk aldığını ifade etmiştir.
İkinci Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Üstâdımız, ihtiyarlık, gurbet ve kimsesizlik ve tecrid içinde bulunduğu ve ehl-i dünya desîseleriyle ve casusları ile ona hücum ettikleri zaman, "Eli bağlı, zayıf ve hasta birtek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir nokta-i istinat yok mu?" diye kalbine hitab edip,
b171.gif
âyetine müracaat ettiği zaman, bu âyet ona, "İntisâb-ı îmânî vesikasıyla Kadîr-i Mutlak olan öyle bir Sultana intisâb edersin ki,
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i Imrân Sûresi: 173.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt