Fihrist

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
dört yüz bin milletten mürekkep nebâtât ve hayvânât orduları Onun emri altında ve kabza-i tasarrufunda bulunan hadsiz bir kudret ve kuvvet sahibine dayanabilirsin" diye mânevî bir ders verdiğini ve o dersle, değil şimdiki düşmanlara, belki bütün dünyaya meydan okuyabilir bir iktidar-ı îmânî hissettiğini ve bütün rûhuyla beraber
b171.gif
dediğini ifade etmiştir.
Üçüncü Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette, dâimî bir saâdete namzet olduğunu, fakat bu gâye-i hayal ve hedef i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku, ancak mahlûkatın bütün harekâtlarını ve herşeylerini bilen ve kaydeden bir Kadîr-i Mutlakın hadsiz kudretiyle olabildiğini düşünürken, kalbine itmi'nan veren bir izah istediğini ve yine o âyete müracaat ettiğinde, o âyet ona,
b1101.gif
'daki
b1028.gif
'ya dikkat edip, "Senin ile beraber lisân-ı hal ve lisân-ı kâl ile
b1103.gif
'yı kimler söylüyorlar?" diye emredince, bütün nebâtât ve hayvânâtın lisân-ı hal ile
b171.gif
in mânâsını yâd ettiklerini gördüğünü ve Kudretin azamet ve haşmetini mevcudatta nasıl temâşâ ettiğini ifade etmiştir.
Dördüncü Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Kendi vücudu, belki bütün mahlûkatın vücudları ademe gidiyor diye elîm bir endişede iken, yine bu âyet-i hasbiyeye müracaat ettiğini ve îmân dürbünü ile baktığında, ölümün fırak değil visâl olduğunu, bir tedbil-i mekân ve bâkî bir meyvenin sünbüllenmesi olduğunu beyân etmiştir.
Beşinci Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Hayatın çabuk sönmesi teellümüne karşı, âyet-i hasbiyeden aldığı imdad ile der: "Hayat, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve îmân dahi hayata hayat ve ruh oldukça bekâ bulur." Hem bâkî meyveler verdiği için, ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmayacağını izah etmiştir.
Ölü olmayanlar veya diri olmak isteyenler, hayatın mâhiyetini ve hakîkatini anlamayı arzu edenler, Dördüncü şuâdaki bu mertebenin dört meselesine baksınlar, dirilsinler.
Altıncı Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye: Dâimî tahribatçı olan zevâl ve fenâ ve mütemâdiyen ayırıcı olan ölüm ve adem, dehşetli bir sûrette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu görmesi üzerine, fıtratındaki aşk-ı mecâzî, bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda, bir medâr-ı tesellî bulmak için, bu âyet-i hasbiyeye müracaat ettiğinde, "Beni oku ve dikkatle mânâma bak" demesi üzerine, Sûre-i
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Nur'daki
b1105.gif
âyetinin rasathanesine girip, îmânın dürbîniyle bu âyet-i hasbiyenin en uzak tabakalarına baktığını beyân etmekte ve dürbîniyle gördüğü esrârı zikretmektedir.
Bu güzel masnûlar, bu tatlı mahlûklar, bu cemâlli mevcudat, Cemîl-i Zülcelâlin cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık ettiklerini ve Risâle-i Nur'un eczâlarında çok kuvvetli delillerle bunların izah edildiğini beyân etmektedir.
ON BEŞİNCİ RİCA
Bu ricâ Denizli hapsinden sonra, Nurların teksirle basılarak intişârı üzerine, fütûhat-ı Nûriyeyi çekemeyen gizli düşman münâfıklar, türlü desîse ve iftirâlarla hükûmeti aleyhe çevirerek Nur Risâlelerini müsâdere ettirip, tetkik edilmesi neticesinde, değil tenkit edip düşmanlık göstermek, belki tetkik eden memurların kalblerini de fethederek, tenkit yerine takdir ettirdiğini; ve bu hâdise Nur dershanelerinin genişlemesine sebep olduğunu; ve bir müddet sonra gizli din düşmanları, pek âdî bahânelerle, zemtıeririn en şiddetli günlerinde Üstâdımızı tevkif ettirerek, büyük, gâyet soğuk, sobasız bir koğuşta hapsettiklerini; ve bu hapiste inâyet-i İlâhiye ile bir hakîkat inkişaf ederek, Nurların hapishane dâhilinde ve hâricinde intişar ve fütûhâtından dolayı binlerce şükrettiğini; ve rûhuna, "Sen onların zulmü yüzünden hem sevap, hem fâni saatlerini bâkîleştirmeyi, hem mânevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve dîniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun" diye ihtar edilmesi üzerine, bütün kuvvetiyle "El- hamdülillâh" diye duâ ettiğini gâyet güzel beyân etmektedir.
Bu ricânın sonunda, Risâle-i Nur talebeleri, îmân-ı tahkikî kuvvetiyle, bu vatanın her tarafında anarşistliği durdurduğunu; umûmî emniyeti ve âsâyişi muhâfaza ettiklerini; ve yirmi senedir memleketin her tarafındaki Nur talebelerinin hiçbirisinin emniyeti ihlâle dâir bir vukuatlarının bulunmadığını; ve hattâ insaflı bir kısım zabıta memurlarının, "Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır, âsâyişi muhâfazada bize yardım ediyorlar; îmân-ı tahkikî ile Nur'u okuyan her adamın kafasında bir yasakçı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar" diye olan itiraflarını; ve türlü isnat ve iftirâlarla, Kur'ân ve îmân nûruna sed çekmek isteyenlere karşı, Üstâdımızın "Yüz milyon başların fedâ oldukları bir kudsî hakîkate, başımız dahi fedâ olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakîkat-i Kur'aniyeye fedâ olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyeden vazgeçmeyecekler inşaallah!" dediğini beyân etmektedir.
ON ALTINCI RİCA
Mahrem ve mühim mecmualar, hususan Süfyâna ve Nurun kerâmetlerine dâir olan risâleler, zamanı gelince neşredilsin diye saklandığı halde, bir aramada
Allah göklerin ve yerin nürudur. (Nur Sûresi: 33.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
o risâleler bulunduğu yerden çıkarılmış; ve Üstâdımız hasta bir halde tevkif edilerek hapishaneye götürüldüğünü; ve Üstadımız müteellim ve Nurlara gelen zarardan müteessir iken, birden inâyet-i İlâhiye imdâda yetişerek, mahrem risâleleri okuyan resmî dâirelerin bir dershane-i Nuriye hükmüne geçip, risâleleri takdirle karşıladıklarını; ve yine Denizli hapsinde, ihtiyarlık, hastalık ve mâsum arkadaşlara gelen zahmetlerden elem ve teessür içinde iken, birden inâyet-i Rabbâniye yetişerek, hapishaneyi bir dershane-i Nûriyeye çevirip, bir medrese-i Yûsufiye (a.s.) olduğunu ispat ederek, Medresetü'z-Zehrâ kahramanlarının elmas kalemleri ile Nurların intişâra başlamasını; ve gizli düşmanların Üstâdımızı nasıl zehirlediklerini; ve onun yerine merhum Hâfız Ali'nin şehid olarak berzah âlemine seyahat eylemesi üzerine, hepsi müteellim ve müteessir bir halde iken, yine birden inâyet-i İlâhiye imdâda yetişerek, Üstâdımızdan zehir tehlikesinin geçmesi ve merhum şehidin, kabirde Nurlarla meşgul olarak, suâl meleklerine Nurlarla cevap vermesi; ve onun bedeline Denizli kahramanı Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh) ve arkadaşlarının hizmete girmesi ve mahpusların Nurlarla ıslah olmaları gibi çok emârelerle, inâyet-i Rabbâniyenin yetiştiğini ifade ettikten sonra; gençliğinde ahir ömrünü mağarada geçirmek arzusuna mukâbil, bu mağaraların hapishanelere, inzivâlara, çilehânelere, mutlak tecrid hücrelerine çevrilip, Yûsufıye medreseleri olarak Kur'an ve îmânın hakîkatlerine mücâhidâne bir sûrette hizmet ettirdiğini; ve o çileli hapislerde üç hikmet ve hizmet-i Nûriyeye üç ehemmiyetli fayda bulunduğunu beyân eden ehemmiyetli bir ricâdır.
Yirmi Yedinci Lem'a
Eskişehir mahkeme müdafaası olup, kısmen Tarihçe-i Hayat'ta ve tamamı teksir Lem'alar mecmuasında neşredilmiştir.
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekiz Nükte olup, bir kısmı bu mecmuaya derc edilen bu risâlenin tamamı teksir Lem'alar mecmuasında neşredilmiştir.
YİRMİ SEKİZİNCİ LEM'ANIN İKİNCİ NÜKTESİ : Yirmi İkinci Nüktenin ikincisidir.

b1106.gif

Cinleri ve insanları ancak Bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım. · Ben onlardan rızık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. · Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır. (Zâriyât Sûresi: 56-58.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
âyet-i kerîmesinin gâyet güzel ve yüksek mânâlarından üç veçhini icmâlen beyan etmiş.
Birinci Vecih : Âyetteki it'âm ve irzâk, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma âit olduğunu.
İkinci Vecih : Rızka çalışmak bahânesini, ubûdiyete mâni tevehhüm ederek özür bulmak isteyenlere gâyet güzel bir cevap verir. Bu âyetten kinâye olan mânâ: "Bana âit olup, rızıklarını taahhüt ettiğim mahlukatıma rızık yetiştinnek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubûdiyettir. Evâmirime göre rızka çabalamak da bir ibâdettir" der.
Üçüncü Vecih : Sûre-i İhlâs'taki
b1107.gif
-1- âyet-i kerîmesini misâl alarak "rızık ve it'âm kâbiliyetinde olan eşya, ilâh ve mâbud olamazlar, mâbûdiyete lâyık değiller" mânâsını beyân etmektedir.
***
Uykunun nevilerini, vakitlerini ve Sünnet-i Seniyyeye muhâlif ve muvâfık uyku zamanlarını beyân eden mühim bir mektup.
***
Yatsı namazı tesbihâtından sonra
b1108.gif
-2- cümlesini okurken, bu dünya hânesini şenlendiren, ünsiyetlendiren, nurlandıran şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediyeyi nasıl müşâhede ettiğini; ve onun getirdiği nur ve hediyelere karşı şâkirâne bir mukâbele olarak bütün cin ve insin ona hadsiz salât ü selâm getirmeleri lazım geldiğini ifade eden gâyet lâtif bir mektup.
***
Hazret-i Muhyiddin'in vahdet-i vücud meşrebini şimdiki insanlara telkin etmekte üç mühim zararın bulunduğunu beyân eden gâyet mühim bir mektup.

***
Yine Muhyiddin-i Arabî ve vahdet-i vücud hakkında münâkaşa mevzuu olan bir suâle verilen ilmî, mücmel bir cevap.
***
Bir bayramda, gayr-ı meşrû dairede gülüp eğlenen elli zavallının, elli sene sonraki hallerini nasıl müşâhede ettiğini beyân eden gâyet güzel bir ibret levhası.

***
1 [Allah] Doğurmamış ve doğurulmamıştır. (İhlâs Sûresi: 3.)
2 Milyon salât, milyon selâm sana olsun ey Allah'ın Resülü!
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Nefs-i emmâreye uymanın zararlarını ta'dât ederek, nefse şiddetli bir tokat mâhiyetinde tesirli bir yazı
***
Kısa bir zamandaki küfre mukâbil hadsiz bir Cehennem azâbının nasıl hakikî adâlet olduğunu beyân eden muknî bir cevap.
***

MÂNİDAR BİR TEVÂFUK-U LÂTİFE : Risâle-i Nur'un makbûliyetine ve inâyet-i İlahiyeye mazhariyetine dâir mânâlı tevâfuklar ve mâsum kalblere Nurların nasıl aksettiğini anlatan samîmâne, nurlu bir mektuptur.
***
ZEKÂİ'NİN RÜYASI : Müjdeli ve mânâlı, hayırlı bir rüyadır.

***
TARAFGİRÂNE VE RİSALE-İ NUR'A RAKİBÂNE SÖYLENEN SÖZLERE MUKABİLDİR : Risâle-i Nur'un yüksekliğini ve makbuliyetini ifade eden manzum bir kasidedir

***

YİRMİ SEKİZİNCİ LEM'ANIN YİRMİ SEKİZİNCİ NÜKTESİ :

b1109.gif
âyet-i kerîmesinden anlaşıldığı üzere, cüz'î ve bâzan şahsî gaybî hâdiseleri haber almak için, gâyet uzak bir mesâfe olan semâvât memleketine câsus şeytanların sokulması; ve o çok geniş memleketin her tarafında o cüz'î hâdisenin bahsi varmış gibi, hangi şeytan olsa, hangi yere sokulsa, yarım yamalak o haberi işitmesi ve getirmesi aklen ve hikmeten nasıl kabul edilebilir?
Hem âyet-i.kerîmeye göre bâzı peygamberler ve evliyâlar, semâvâtın üstünde bulunan Cennetin meyvelerini, yakın bir yerden alır gibi alıyormuş ve bâzan yakından Cenneti temâşâ ediyorlarmış. Nihayet derecede uzak birşeyin, nihayet derecede yakın olması, bu asrın aklına nasıl sığar?
Hem cüz'î bir şahsın, cüz'î bir ahvâli, küllî ve geniş olan semâvât meızıleketindeki mele-i âlâda mevzûbahis olması kâinatın idâresindeki gâyet hakîmâne
Onlar yüce âlemlerdeki melekleri dinleyemezler; her taraffan taşlanıp kovulurlar âhirette ise onlar için dâimi bir azap vardır. · Kulak hırsızlığı yapıp birşeyler dinleyenler ise, delip geçen yakıcı bir yıldız takip eder. (Sâffât Sûresi: 8-9) · And olsun ki dünya semâsını Biz kandillerle süsledik. şeytanlar için o kandilleri birer taş yaptık ve onlar için bir de alevli ateş azâbını hazırladık. (Mülk Sûresi: 5.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
hikmete nasıl muvâfık geliyor? diye sorulan bu üç başlı suâle, gâyet ilmî, aklî ve muknî cevapları tazammun eder.
Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i Arabiye
Risâle-i Nur'un içinde, lisân-ı Cennet ve üslûb-u Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve tarz-ı Kur'ân-ı bahşâyiş-i rahmet ile meydân-ı zuhûra gelerek "Tefekkürnâme" ismiyle müsemmâ olan bu lem'anın bir kısmı, nümûne olarak bu mecmuaya derc edilmiş olup, diğer kısımları Arabî risâlelerle beraber neşredileceğinden, buraya derc edilmemiştir.
Otuzuncu Lem'a
"Sekîne" nâm-ı âlîsiyle tâbir edilen ve herbiri bir İsm-i Âzam olan veyahut altısı birden İsm-i Âzam bulunan Esmâ-i Hüsnâdan "Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs" ism-i şeriflerine âit pek çok kıymettar ve Risâle-i Nur'un şâheserlerinden biri olan bu Lem'a, yüksek bir ifade ve çok ince hakîkatlerle kaleme alınmış; hem çok derin mesâil-i Vahdâniyet, azametli genişlikleriyle tefhim edilmiş; hem pek bâriz bir sûrette mevcudiyet-i İlâhiyeye işaret eden şu hayretengiz faaliyet ile müdebbiriyet-i Rabbâniye o kadar güzel izah edilmiş ki, ah, ne olurdu, bu risâlenin hakîkatlerinin a'mâkına ulaşmak şöyle dursun, sathını olsun bâri görebilseydim! Heyhat! Kâsır fehmime bakılmayarak, bu risâle, hissesine isabet eden bir kardeşimizin seferber halinde bulunması mâzeretinden dolayı bana gönderilmişti. Liyâkatsizliğimle beraber perişan hâlim böyle bir şâheseri fihristeye idhal edebilecek sûrette hulâsa etmeye kâfi gelmediğinden, mahcûbiyetle emre itaat ediyorum.
Bu kıymettar Lem'a, Altı Nükte-i Mühimmeye inkısâm etmiştir.
BİRİNCİ NÜKTE
b1110.gif
in bir nüktesi ve Kuddûs İsm-i Âzamının bir cilvesi olup, hem mevcudiyet-i İlâhiyeyi kemâl-i zuhur ile, hem vahdâniyet-i İlâhiyeyi kemâl-i vuzuh ile göstermektedir. Evet, şu muntazam kâinat ve şu azametli, gâyet büyük fabrika, bütün mevcudâtiyle hummâlı bir faâliyet içinde mütemâdiyen çalışmasıyla beraber, kâinatın her tarafını ter temiz tutan, kirli ve bulaşık maddelerden, lüzumsuz olarak hiçbir tarafta hiçbir şey bulundurmayan, şu azametli seyyârâttan tut, tâ zerrâta kadar her mevcud, Kuddûs-ü Âzamdan gelen emirlere müheyyâ ve münkâd olarak gâyet faal ve gâyet hârika bir istihâle makinesi haline getirilmekle, şu azametli kâinat ve bütün unsurları baştan başa Cennetnümûn
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.... Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel döşeyiciyiz. (Zâriyât Sûresi: 48.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
güzellikleriyle, kendilerini enzâr-ı âleme arz ediyorlar. Ve şu kasr-ı âlemdeki masn0âtın cephelerinde müşâhede edilen şu dilrübâ güzellik ve gâyet müstahsen temizlik, bütün enzârı istihsanla kendilerine celb ediyorlar ve Sâni'lerini takdir ve tahsinlerle medh ü senâ ettiriyorlar. Bu Kuddûs-ü Âzam ism-i şerifinin tecellî-i âzamından küçük bir cilvesini şâşaalı bir sûrette gösteren ve şu kışın bârid ve haşin çehresi altından çıkan bahar mevsimine bak. Nasıl çiçekler açmış, hûız misâli libaslar giymiş, güzelleşmiş, ter temiz olmuş bütün ağaçlar ve zümrüt gibi yeşillenmiş zemin yüzü, bütün heyetleriyle, kendilerini bütün enzâra arz ediyorlar. Câmid ve şuursuz maddeler, az bir zaman içinde, istihâle görmüş, zeminden yükselmiş, nûr-u hayatla süslenmiş, sündüs-misâl güzelliklerle kendilerini Sâni'lerinin nazarına takdim ediyorlar. Bu vaziyet karşısında, değil yalnız ins ve cin, rûhânîler ve melâikeler de hayran oluyorlar. "Mâşâallah! Bârekallah! Bu ne hayret verici güzellik ve temizlik!" deyip, Sâni-i Zülcelâllerini takdis, tahmid ve temcid edip, râki' ve sâcid oluyorlar. İşte bu fiil-i tanzif, diğer ef'âl-i İlâhiye gibi, vahdâniyet ve mevcudiyet-i İlâhiyeyi bedâhet derecesinde ispat edip göstermektedir.
İKİNCİ NÜKTE
b1111.gif
âyetinin bir nüktesi ve "Adl" İsm-i Âzamının bir cilvesidir. şöyle ki: Şu kâinat mütemâdiyen tahrip ve tâmir içinde çalkalanmakta, her vakit haıp ve hicret içinde kaynamakta, her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanmaktadır. Bu hayretengiz tebeddülât ve tahavvülât ise, dehşetli cirmlerin intizamlı hareketlerinden; ve küre-i zemînin yüzündeki dört yüz bin nebâtî ve hayvânî zîhayatın muntazaman iâşe ve terbiyelerinden; ve sel gibi akan karıştırıcı ve istilâcı unsurların gâyet muntazam vazifelerinden; ziyâ ve zulmetin, sıcak ve soğuğun, hayat ve memâtın döğüşmelerine varıncaya kadar bütün eşya öyle bir mîzân-ı adâlet içinde istikbalden gelip, hâle uğrayarak mâziye akıp gidiyor ki, fesübhânallah, insaflı ve dikkatli bir nazarla bu âlem sarayına bakan her ferd-i insan, muhakkak olarak diyecek: "Bu saray-ı âlemin Sânü, bu saray-ı âlemi Adl isminin âzamî tecellîsine mazhar etmekle beraber, hem vâhiddir, hem de öyle mîzân-ı adâletle işler göri.iyor ki, en ehemmiyetsiz ve en küçük, kıymetsiz telâkki edilen şeylerde dahi şirke yer bırakmıyor ve şirkin bu mîzân-ı adâlete sokulmasına zerre kadar müsaade etmiyor. Hem bu pek hârika intizâm-ı ekmel içindeki gâyet hassas mîzân-ı adâlete, elbette bu kâinatın Sâni-i Zülcelâlinden başkası müdâhale edemeyecek." Hem bütün esbab o Sâni-i Zülcelâlin dest-i kudretinin bir perdesi olduğunu anlayacak. Ve o Sâni-i Zülcemâlin hem vâhid olduğuna, hem mevcudiyetine, hayranlık içinde, güneşin vücuduna inandığı gibi îmân edecek.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hicr Sûresi: 21.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
b1112.gif
âyetinin bir nüktesi ve "Hakem" İsm-i Âzamının bir cilvesi olup, Beş Nokta ile izah edilmiştir.
Birinci Nokta : İsm-i Hakemin tecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitâb-ı kebir hükmüne getirmiştir ki, o kitâb-ı kebîrin zemin yüzü, bir sahifesi; ve her müzeyyen bahçe, bir satırı; ve her süslü çiçeği ve yapraklı ağacı, bir kelimesi sûretinde halk etmiştir. O halde, şu kâinat baştan başa Hakîm-i Zülcelâlin eserleriyle süslenmiş. Hem Kendi sanatını Kendisi müşâhede edip, hem de nâmütenâhi gözlerle birbirine baktıran; ve birbiri içinde çok deliller ve vecihlerle Nakkâşının vücuduna şehâdet eden ve dâimâ mîzan ve intizam içinde tazelenen; ve her küçük bir çekirdekte koca bir ağacı derc eden; ve herbir ağaçta koca kâinatın fihristesini yerleştiren; ve her bahar sahifesini murassâ nişan ve münakkaş hediyelerle süsleyip huzurunda resm-i geçit ettiren; ve her an bu masnûâtının lisânıyla medh ü senâsını teganni ettiren bu azametli ve hikmetli kudrete, hangi tesadüfün haddi var ki, parmak uzatabilsin?
İkinci Nokta : İki Meseledir.
BİRİNCİ MESELE: Nihayet kemâlde bir cemâl ve nihayet cemâlde bir kemâl, kendini görmek ve göstermek istemesine ve tanıttınp sevdirmesine mukâbil, îman ile Onu tanımayı ve ubûdiyetle kendini Ona sevdirmeyi ders veriyor.
İKİNCİ MESELE: Bütün kuvvetiyle şirki reddedip kabul etmeyen bu hikmetli intizâm-ı mükemmel, hem vahdeti, hem istiklâl ve infirâdı iktizâ ettiğini izah etmekle beraber, koca kâinatı umum ahvâl ve keyfiyâtıyla mîzân-ı adl ve nizâm-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlaka şirk ve küfür ile acz isnâd etmek ne kadar büyük bir hatâ ve Tevhid ile îmân etmek, ne kadar doğru, hak ve hakîkatli bir mukâbele olduğunu bildiriyor.
Üçüncü Nokta : Sâni-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîmi ile, kâinatta en ziyâde hikmetlere medar ve mazhar kıldığı insanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve insan dâiresi içinde de, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş. İnsanda şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla ism-i Hakemin parlak bir sûrette cilvesinin göründüğünü; ve yüzer fenlerden herbir fennin bir cihette ism-i Hakemin cilvesini târif ettiğini (meselâ fenn-i tıp, fenn-i kimya, fenn-i ziraat, fenn-i ticaret ve hâkezâ...); bu fenlerin herbirisinin katî şehâdetleriyle, ihtiyar ve irâde, kasd ve meşîeti gösteren bu hadsiz intizâmât ve hikmetleri o Sâni-i Hakîm umum kâinata verdiği gibi, en küçük bir zîhayatta ve en küçük bir çekirdekte dahi derc etmesiyle, Zât-ı Akdesinin fâil-i muhtar olduğunu; ve herşey Onun emriyle
İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle çağır. (Nahl Sûresi: 125.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
vücut bulduğunu; ve Onu bilmemek ve tanımamak ne kadar acib bir cehâlet ve dîvânelik olduğunu izah ediyor.
Dördüncü Nokta : Sâni-i Hakîm, herbir mevcuduna taktığı yüzler hikmeti, o mevcudların nihayet hassâsiyetiyle tavzif ettiği yüzler vazifelerinden pek çok fayda ve gâyeleri nihayet dikkat ile takip ettiği halde, Onun cemâl-i rahmet ve kemâl-i adâletine ve nihayet derecede hikmetine zıt olan ve rahmet ve adâletini inkâr ettiren haşirsizliğe hiçbir cihetle müsaade etmediğini beyân ediyor.
Beşinci Nokta: İki Meseledir.
BİRİNCİ MESELE: Fıtratta israf ve abesiyet ve faydasızlık bulunmadığından,
b1113.gif
-1- âyet-i kerîmesiyle, iktisatsız hareket edenleri tehdit eder.
İKİNCİ MESELE: Cenâb-ı Hakkın Hakem ve Hakîm isimleri, bir cihette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risâletine delâlet ve istilzâm ettiklerini, ve Esmâ-i Hüsnâdan çok isimlerini dahi, herbiri bir cihette, cilve-i âzamıyla, âzamî derecede ve mertebe-i katiyette risâlet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzâm ettiklerini, pek parlak bir sûrette izah ediyor.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
b1114.gif
-2- âyetinin bir nüktesi, Vâhid ve Ehad isimlerini tazammun eden Ferd İsm-i Âzamının tecellî-i âzamına dâir tevhîd-i hakikîyi gösteren Yedi İşarettir.
BİRİNCİ İŞARET : İsm-i Ferdin kâinat heyet-i mecmuasında koyduğu hadsiz hâtemlerden üç sikkeye işaret eder.
· Birinci Sikke: Kâinatın mevcudâtında ve envâlarında görünen ve bir Sikke-i Kübrâ-yı Ehadiyet olan "teâvün, tesânüd, tecâvüb, teânuk" sikkesidir.
· İkinci Sikke: Zeminin yüzünde, her bahar mevsiminde müşâhede edilen dört yüz bin nebâtî ve hayvânî envâın atkı ipleriyle dokunan hâtem-i Vahdâniyettir.
· Üçüncü Sikke: Hazret-i Âdem'den, tâ kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların âzâ-yı esâsîde bir olan sîmâlarındaki sikke-i Vahdâniyettir.
İKİNCİ İŞARET : İsm-i Ferdin cilve-i vahdeti, kâinatın bütün envâlarını ve unsurlarını öyl ebir sûrette birbirine girift etmekle birbirinin içine almıştır ki,
1 Yiyin için, fakat israf etmeyin. (A'râf Sûresi: 31.)
2 De ki: O Allah birdir. (İhlâs Sûresi: 1.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
mecmû-u kâinatı tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği ve çok birliklerle Vahdâniyeti ilân ettiğini gösteriyor.
ÜÇÜNCÜ İŞARET : Yine ism-i Ferdin cilve-i âzamı, kâinatı öyle birbiri içine girmiş hadsiz mektûbât-ı Samedâniye hükmüne getirmiştir ki, herbir mektupta hadsiz hâtem-i Vahdâniyet basılmış ve herbir mektup, kelimâtı adedince kâtibini bildiren Ehadiyet mühürlerini taşıdığını gösteriyor.
DÖRDÜNCÜ İŞARET : İsm-i Ferdin güneş gibi zâhir cilve-i âzamını gâyet mâkul ve hadsiz kolaylıkla kabul ettiren ve şirkin muhâliyetini ve nihayet derecede akıldan uzak olduğunu gösteren bürhanlardan üç tanesini beyân ediyor.
BİRİNCİSİ: Zât-ı Ferdin hadsiz kudretine nisbeten en büyük şeyin îcâdı, en küçük birşeyin îcâdı gibi kolay ve suhûletli olduğunu; bir baharı, bir çiçek kadar ve bir ağacı, bir meyve kadar rahatça îcâd edip idare ettiğini; ve bu keyfıyet-i icad eğer müteaddit esbâba verilse, vahdetten kesrete girildiği için, en küçük birşeyin îcâdı, en büyük birşeyin îcâdı gibi pek çok masraflı, pek çok müşkülâtlı, pek çok zahmetli olduğunu, temsilleriyle ispat eder.
İKİNCİSİ: Mevcudâtın îcâdı ya ibdâ' ve ihtirâ' sûretiyle, hiçten ve yoktan olacak; veyahut inşâ ve terkip sûretiyle, anâsır ve eşyadan toplamakla olacak. Bu iki sûrette, îcâd-ı eşya Zât-ı Ferd-i Vâhide verilmez de esbabdan istenilse, hadsiz derece müşkülâtlı ve suûbetli ve gayr-ı mâkul, belki de pekçok muhâlâtı intaç edecek. Eğer cilve-i Ferdiyete ve sırr-ı Ehadiyete verilse, bir kibrit çakar gibi, eserleriyle azameti anlaşılan nihayetsiz kudretiyle, hiçten ve ademden veyahut anâsır ve eşyadan toplamak sûretiyle, âyine-i ilmindeki muayyen ilmî kalıplarla, hadsiz derece kolaylıkla ve suhûletle eşyanın îcâd edildiği görülecek.
ÜÇÜNCÜSÜ: Eğer bütün eşyanın îcâdı bir Zât-ı Ferd-i Vâhide verilse, birtek şey gibi kolay olduğunu; ve eğer esbâba ve tabiata havale edilse, birtek şeyin vücudu umum eşya kadar müşkilâtlı olduğunu, üç şirin temsil ile izah eder.
· Birinci Temsil: Bin nefere âit bir vaziyet ve idare, o bin neferi idare eden bir zâbite havale edilse ve bir nefer de on zâbitin idaresine verilse, bin neferin idaresinin ne kadar kolay olduğunu ve bir neferin idaresinin ne kadar müşkilâtlı olduğunu;
· İkinci Temsil: Ayasofya gibi kubbeli bir câmün kubbesindeki taşların muallâkta durmaları ve o vaziyeti teşkil etmeleri taşlardan istenilse nihayet derecede suûbetli olduğunu ve bir ustadan o vaziyet istenilse nihayet derecede kolay olduğunu;
· Üçüncü Temsil: Küre-i arz, Zât-ı Ferd-i Vâhidin bir memuru olarak hareket etse, o hareketten hâsıl olan haşmetli ve azametli neticelerin gâyet suhûletle husûlü Vahdetteki kolaylığı gösterdiği gibi; şirk ve küfür yolunda aynı neticeleri istihsâl etmek için, küre-i arzdan milyonlar defa büyük, hadsiz, hesapsız
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt