On dördüncü şua

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
sırf imanımızdan neş'et eden bu bağlılığımız ve Kur'ân'ın ve beyanat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) küfür ve ahlâk hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz, bizi levs-i fâni addedilen siyasetçi mi yaptı? Yoksa yirmi beş seneden beri din hakikatlerini öğrenemeyen ve helâk-i mutlaka giden soyumuzun bir kısım evlâtlarına, onları helâk-ı ebedîden kurtarmak için, Allah ve Resulünden, hakikat ve Kur'ân'dan haber vermek, onların temiz ruhlarını mâsum vicdanlarını ıslah etmeye hiç ifsad denilir mi?
Sayın hâkimler,
Biz asla siyasetçi değiliz. Biz siyaseti, bizim gibi siyaset ehli olmayana binbir çeşit veballer, tehlikeler ve mes'uliyetler taşıyan bir meslek biliriz. Fâni zevâhire de zaten kıymet vermeyiz. Dünyaya ancak rıza-yı İlâhîye bizi götüren hayırlı vechesiyle bakıyoruz. Bu itibarla siyaset peşinde koşmayı ve devlet mefhumuyla mübareze ithamını şiddetle reddediyoruz. Eğer böyle bir kasıt olsaydı, yirmi beş seneden beri ednâ bir tezahür olurdu.
Evet, bizim menfî bir cephemiz, ahlâksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var. Bu sırf imandan ve Kur'ân'ın bu mevzular üzerindeki şiddet-i beyan ve azamet-i tevbihine bizzarure iştirakimizden ileri geliyor. Eğer bu esbab-ı mucibe, samimiyetin ve ihlâsın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse, bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lâkin unutmayınız ki, bugün altı yüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (a.s.) zamanının idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hâmil bulunduğu sebeplerle âdi bir hırsız gibi idama mahkûm edilmişti.
Biz hür söylediğimizden dolayı mâruz kalacağımız bu mahkûmiyeti iftiharla karşılayacağız. Ve sadece
b171.gif
nidasıyla dergâh-ı Kâdiyü'l-Hâcâta el açacağız.
Afyon Cezaevinde mevkuf
Ortaklar Bucağından
Ahmet Feyzi Kul
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. Âl-i İmrân Sûresi: 3:173.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ceylân'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
Makam-ı iddianın habbeyi kubbe yaparak, iftiharla kabul ettiğim Üstadıma ve Risale-i Nur'a hizmetimle beni büyük bir diplomat ve entrikacı bir adam tarzında gösterip Nurlara gelen mevhum suçta bana büyük bir hisse vermesine mukabil derim ki:
Dinî ve imanî ve ahlâkî eserlerini okumakla, o uğurda hayatımı tereddütsüz feda eder derecesinde istifade ettiğim Üstadım Bediüzzaman'la yakından alâkadarım. Fakat bu alâka, makam-ı iddianın dediği gibi vatana ve millete mazarratlı ve halkı devlet aleyhine teşvik etmek değil, belki hiçbir beşerin kendisini kurtaramayacağı kabrin idam-ı ebedîsinden kendimi ve benim gibi bu tehlikeli zamanda imanını kurtarmaya, ahlâkını düzeltmeye ve vatana ve millete birer uzv-u nâfi olmaya muhtaç olan din kardeşlerimin imanlarını kurtarmak yolundaki kopmaz ve kopmayacak bir alâkadır.
Kendisinin yakınlarındanım. Dört sene kadar ara sıra hizmetini müftehirâne yapmışım. Bu müddet zarfında kendisinin serâpâ faziletinden başka hiçbir şeyine şahit değilim. Onun ağzından bir defa olsun, mehdîliğine ve müceddidliğine dair bir kelime duymadım. Tevazuun kemâlinde olduğuna yüz binleri aşan Nur nüshaları ve onları okumakla imanlarını kurtaran yüz binler hâlis Nur şakirtleri şahittir.
O mübarek Üstadım, kendisini bizim gibi Nur talebesi olarak görür. Ve öyle iddia eder. Bunu elinizde bulunan birçok mektuplarında, hususan Asâ-yı Mûsâ mecmuasının içindeki İhlâs Risalesinde kolaylıkla görmek mümkündür. Kendisi "Bâki ve güneş gibi ve elmas misilli hakikatler, fâni şahıslar üzerine bina edilmez ve fâni şahıslar o kıymettar hakikatlere sahip çıkamazlar" diye risale ve mektuplarında tekrarla zikrettiği halde, o zâtın tefahuruna hükmetmek ve mehdîlik ve müceddidlik dâvâ ettiğini iddia etmek, hiç bir akl-ı selimin kârı değildir. Zira bütün risale ve mektupları, insaf ve dikkatle okursanız, bu muhterem allâme-i zamanın asırlardan beri emsaline tesadüf edilmez bir din âlimi ve benzerine rastlanmayacak bir İmân kurtarıcısı, bolşevizmin kızıl kıvılcımlarının saçaklarımızı sarmak istediği bir zamanda vatana ve millete bir ordudan daha çok menfaat ve bereketi bulunan bir vatanperver olduğuna siz de kanaat-i kat'iye peydâ edersiniz. İşte böyle bir esere ve o eseri telif eden muhterem Üstada daha evvelden şakirt olamadığıma müteessifim.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Muhterem heyet-i hâkime,
İşte hadsiz menfaatlerini kendimde tecrübe ettiğim Risale-i Nur'dan benim gibi vatan evlâtlarının istifadeleri için, resmî bir izinle, Eskişehir'de, Gençlik Rehberini kudsî bir hizmet-i milliye fikriyle tab ettirdim. Benim gibi bir bîçarenin, Kur'ân'ın hakikî ve cerh edilmez bir tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısıyla imana hizmeti tebrik ve takdirle mukabele görmesi lâzım ve teşvike pek muhtaç iken, böyle ağır muamele görmekliğimiz hakikat-ı adalete ne kadar muhaliftir, sizlerden soruyoruz.
Ve mahkeme-i âdilenizden, ruhumuzun gıdası ve sebeb-i necatımız ve ebedî saadetimizin anahtarı olan Nur risalelerinin serbestiyetine karar vermenizi talep eder, eğer yukarıda bir kısmını zikr ve tâdât ettiğim vaziyetler nazarınızda bir cürüm teşkil ediyorsa, vereceğiniz en ağır cezanızı kemâl-i rıza-yı kalb ile kabul edeceğimi arz ederim.
Afyon cezaevinde mevkuf
Emirdağlı
Ceylân Çalışkan
¨ ¨ ¨
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mustafa Osman'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
Gizli cemiyet kurmak ve dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini bozabilecek hareketlerde bulunmaktan zanlı Bediüzzaman Said Nursî'nin, rejim aleyhindeki mevhum faaliyetine iştirak ettiğim iddia edilerek suç konusu olarak gösterilen meselelere karşı derim ki:
1. Evet, ben de birçok Nur talebeleri gibi hakikî Türklüğe ve İslâmiyete yaraşan ve tarihî bir şeref ve faziletimiz olan terbiye-i medeniye-i diniyeyi ve millî bir şiar olan ahlâk-ı Kur'âniyeyi öğrenerek vatan ve millete faydalı bir uzuv olmak ve yabancı ideolojilerin tesiratından korunarak din ve imanımı muhafaza ve öğrenmek kastıyla Nur Risalelerini tedarik ederek okumaya başladım. Ecdadımızın, tarihlere şan salıp nam veren ahlâk ve şerefini pâyimâl eden sefahet ve rezaletin ve ahlâk-ı seyyienin cemiyet hayatını zehirlediği ve kötü ahlâk sahiplerini dahi iğrendirecek derecede sokaklara kadar sardığı ve efkâr-ı âmmeyi telâşa düşürdüğü ve her sınıf ailenin ocağı başında dedikodu mevzuu olduğu ve efkâr-ı âmmenin bir dili mahiyetindeki gazete ve mecmuaların ahlâk zabıtası haberleri şeklinde ve muhtelif mevzulardaki tenkitlerine sebep olan bu elîm ahvâlin pek sür'atle genişlediği ve âdetâ umumîleşmek istidadını gösterdiği bir devrede, düştüğüm ahlâksızlık uçurumundan dinî, ahlâkî, içtimaî, edebî dersleriyle, her müslim okuyucusunu kurtardığı gibi beni de kurtaran Risale-i Nur Külliyatını okumak ve benim bu eserleri okuduğumu bilen ve işiten vatandaşlarımızın tehzib-i ahlâk etmek için benden musırrâne istemeleri üzerine onlara risale vermek ve dolayısıyla serserileşmiş ve serserileşmek ve vatan ve millete muzır bir hale gelmek istidadını gösteren fertleri bu risalelerle, bu Nurların müessir telkinatlarıyla kurtarıp beşeriyete faydalı birer insan olmalarına hâdim ve vesile olan ve memleketimizde de sirayeti ve salgını görülen ve bütün dünyayı titreten kızıl vebâ komünizm tehlikesine karşı dinî ve müessir telkinatı bakımından mânevî bir mücahid olan Bediüzzaman takdir ve tebcile lâyık, kudsî ve mânevî mücahedesinin nurlu ve müessir silâhı olan ve yirmi senede yirmi bin ve belki çok fazla adamı vatan ve millete faydalı bir hale sokmaya vesile olan Nur Risalelerini okutmak ne derece şahsım için bir suç mevzuu ve müellif-i muhteremi için sebeb-i itham olabilir? Vicdanınıza soruyorum.
2. Savcılık makamının, "mevzudur" diye gayr-ı ilmî iddia ettiği hadisin hadis kitaplarında sahih olduğu; hadis âlimlerinin kabulüyle ve Hürriyetten evvel Meşrutiyet devri ulemasına Japonya'nın ve İngiltere Anglikan Kilisesinin sorduğu sualler
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
münasebetiyle, o devrin allâmeleri olan İstanbul âlimleri, Bediüzzaman olan müellif-i muhtereme sorarak, şimdi ismi Beşinci Şua olan eserde görülmekte olan o zamanki bu hadisin tevilen cevaplarını o ehemmiyetli âlimlerin kabul edip itiraz edememeleriyle sahih olduğu kat'î sabittir.
Hem yalnız Risale-i Nur'un bu kısmı değil, bütün hakikatleri ve dersleri hiçbir hakikî İslâm âliminin itiraz edemeyeceği kadar kuvvetli hakikatlerdir ki, Diyanet Riyaseti başta olarak bütün memleketteki hakikî âlimler kabul ve tâzime, tâ devr-i Meşrutiyetten beri mecbur kalmışlar. O hakikatleri ve o kuvvetli bürhanları, ismi âlim olan ve hakikat ilminde bîbehre bir iki ferdin itiraz ve iddiası çürütemez. Hem gayet gülünç olur. Maddî ve mânevî menâfii zâhir olan ve vatanın her tarafında ve her sınıf halk tabakasında hayat-ı bâkiyelerini idamdan kurtarmak için takdirle okunan ve onunla imanlarını kurtardıklarından, müellif-i muhteremine ebedî minnettar kalan binlerle vatandaşın faydalandığı Kur'ân ve İmân hakikatlerine meftun olarak, müellifine bir şükran borcu olarak bir mektup yazmak ve sebeb-i itham olan hadisin inkâr edilmeyen hakikatlerine istinad ederek bazı ef'âl ve âsâra nazar edip hadisin mazharı olan bu memlekette zuhur etmiş gibi bakmak ve böyle bir zanna düşerek ve birçok İslâm âlimlerinin ihbaratına dayanarak bazı hataların tâmiri cihetine gidilmesini bir fütuhat-ı Kur'âniye kabul edip izhar-ı şâdümânî eylemek ve bu görüş ve nokta-i nazarını eserleriyle tefeyyüz ettiği bir Üstada mahremâne arz etmek, vatan ve milletin anarşiliğe ve dolayısıyla bütün dünyayı titreten kızıl tehlikenin kucağına düşmemesini temenni etmek rejime bir hıyanet midir? İnkılâba dil uzatmak mıdır? Ve o takdire ve tebcîle çok elyak ilim adamını aynı iftiralardan birkaç mahkeme teberri ettirdiği halde, aynı mevzularla zan altına alıp kimsesiz ve çok ihtiyar ve münzevî olduğu halde tevkif ve tecrid ederek taht-ı muhakemeye alıp bizim de bu ilmî nokta-i nazarımızı ve imanımızı kurtarmak için çalışmalarımızı bir suç telâkki edip onun güya devletin emniyetini ihlâl suçuna delil ve bürhan göstermek hangi vicdanın âdilâne kararıdır? Mahkemenizden soruyorum, vicdanınıza bırakıyorum.
3. "Bediüzzaman'ın resimlerini mukaddes birşeymiş gibi taşımak ve mektubatını toplamak ve mektuplaşmak" diye olan sebeb-i ithama gelince: Hayat-ı mâneviye ve bâkiyemi idamdan kurtarmaya ve maddî hayatın lezzet ve saadetini tattırmaya ve benim gibi binlerle fertlerin imanlarının kurtulmasına eserleriyle vesile olan bir âlim-i küll ve bir müellif-i muhteremin, değil basit bir resmini taşımak, altın ve mücevheratla süsleyerek taşımak ve ona tebrik ve mektup göndermek ve onu sevenlerle tanışmak, beşeriyetin her ferdi gibi benim de bir hakkımdır. Bu hukukumun bir suç konusu olacağını zannetmiyor ve son söz olarak diyorum ki: Vatan ve millete ve insanlık câmiasına hizmet edebilmek için, "Hakîm kimdir? Başına gelen" fehvasınca, iki vilâyetin ve birçok kazaların zabıtasının dahi şehadet edebileceği şekilde, serserilikten, şahıslarını bu Nur Risaleleriyle kurtarıp başkalarını da kurtarmaya vesile olan Nur şakirtlerinin uzun senelerden beri
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bu vatan ve millete, bu vatandaki idareye yaptıkları vatanî hizmet binlerle kişilik zabıta kuvvetinin hizmetinden hakikatte daha mühim iken ve takdire ve iltifata daha lâyık iken su-i tefsire uğratılarak âdetâ bir ecnebî rejimi hesabına kasten hareket eder gibi bizleri tevkif ve muhakemelere verip işimizi, gücümüzü ayaklar altında bırakmak ve bîçare evlât ve iyâlimizi perişan edip ağlatmak hangi demokrasi kanunlarıyla, hangi yeminli ve yüminli âdil hâkimlerin vicdanî ve âdilâne kararlarıyla kabil-i teliftir? Mahkemenizden ve vicdanınızdan soruyorum. Ve büyük ve âdil Türk milleti ve onun âlî meclisi namına icra-yı adalet eden muhterem mahkemenizden, pekçok fevâidi ve menâfii meydanda olup inkâr edemediğimiz bu eserlerin serbestiyetini ve bizim de beraatimizi talep ediyorum.
Afyon Cezaevinde mevkuf
Safranbolulu
Mustafa Osman
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hıfzı Bayram'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
Dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini ihlâle teşebbüsten sanık İslâm âlimi Bediüzzaman'ın, millet ve memlekete çok faydalı hakaik-ı Kur'âniye ve imaniyeyi ders veren eserlerinden okumaklığımı, din ve İmân cihetinde çok istifade ederek ahlâk-ı Kur'âniyeyi tahsilime âmil olan bu derslerden bazı tanıdıklara da - talebi üzerine - millî bir şiarımız olan ders-i imaniye ve terbiye-i diniye ve ahlâkiyeye tahsillerine sebep olmak hayrına nâiliyet arzusuyla vermekliğimi ve temin etmekliğimi ve bazı tanıdıkların dostâne veya ilmî mahiyetindeki mektupları adresime göndermelerini bahane ederek mumâileyhe suç ortağı göstermektedir. Sebeb-i ithamı olan bu meselelere itiraz ederim ki:
1. Üzerinden muhakeme geçen, beraat ettirilip müellifine iade edilen ve bütün İslâm ve memleket ulemasının takdir ve tasvibine mazhar olan Risale-i Nur'u, iddia makamının üzerinde durduğu şekilde bir fikr-i mefsedetle okumadığım gibi, her risalesini de baştan başa Kur'ân'ın bir mühim tefsiri olup insanları ahlâken yükseltmeye, fazilet sahibi kılmaya, milletleri uçuruma yuvarlanmaktan kurtarmaya vesile olan İslâmî dersi ve dinî terbiyeyi müessir bir surette ders verip millet ve memlekete, hattâ beşeriyete mânen en büyük yardım ve iyilikleri yapan bir eser olarak gördüğümden, din ve imanımı muhafaza ve taallüm maksadıyla okumayı ve bazı kimselere vermeyi veya temin edivermeyi bir suç zannetmiyorum. Çünkü, hiçbir yerde Nur talebelerinin vatan ve millete ve idareye zararlı bir hadiseye katıldıkları görülmemiş ve zabıtaca kaydedilmemiştir. Ve aynı zamanda, "Okunup ve okutulmasında gizlilik var" diye ileri sürülecek bir gizli cemiyet şüphesi uyanması ise çok yersizdir. Çünkü, Nur talebelerinin gerek ilmî ve gerekse siyasî, gizli veya meydanda hiçbir cemiyetle alâkaları yoktur. Hattâ, aynı isnatlarla birkaç sene evvel Bediüzzaman'la beraber çok kimseler Denizli Ağırceza Mahkemesine verilip muhakeme edildikleri ve çok inceden inceye tahkik ve ta'mik edildiği vakit bütün risaleler dahil olduğu halde, hep beraber beraat etmişlerdir. Müellifi ve eserleri beraat eden bir telifatı okumayı ve okutmayı, devlet emniyetini ihlâl ve rejime hıyanet gibi çok ağır bir cürme delil ve sebeb-i itham olarak göstermek ne derece icab-ı adâlettir, bilmiyorum, vicdanlarınıza havâle ediyorum!
2. Hem Bayezid'den bilmediğim bir kimse tarafından ben mevkuf iken gönderilen bir risale de, sebeb-i ithamım arasındadır. Bu risaleyi görmedim. İçindekilerden bîhaberim. Eğer Risale-i Nur ise kabul ediyorum. Sizler sorun, cevap vereyim. Yalnız iddianamede savcının mehdîlikten bahsettiğini öğrendim. Halbuki Üstadım bu gibi isnatlardan müberrâdır. Böyle birşeyi lisanından duymadığımız
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
gibi, eserlerinde de görmedik. Ve talebelerini, her fırsatta şahsına hürmet ve tâzimden ve makam vermekten men etmiş ve tâzimkârâne mektup yazanları dahi takbih etmiştir. Bizler kendisini hubb-u cahtan müberrâ, zamanın en yüksek bir âlimi ve bir ilm-i tahkik hocası olarak biliyoruz.
Mevkuf
Hıfzı Bayram
¨ ¨ ¨
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Emirdağlı Mustafa'nın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
Makam-ı iddianın, Üstadım Bediüzzaman'ın mevhum suçuna beni iştirak ettirmesine karşı kısaca derim ki:
İntisabımdan zerre kadar pişman olmayarak Üstadıma ve Risale-i Nur'a yaptığım hizmetim, ancak bir derya kadar lütuf ve ihsana karşı bir damla ile mukabele gibidir. Nasıl ki gayet kıymettar elmas hazinelerine sahip olmak yolunda küçük cam parçaları tereddütsüz feda edilirse, ebedî hayatımı kurtarmaya vesile olan Risale-i Nur uğrunda hayatımı feda etmeye her an hazırım. Uhrevî ve dünyevî hadsiz menfaatleri tahakkuk eden Risale-i Nur'dan, fâni ve ehemmiyetsiz hapislerin ve sıkıntıların hatırı için, kısa ve dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye zarar gelmemek için o menfaat-ı azîmeyi terk etmek, Risale-i Nur'a ve Üstadıma karşı durgunluk göstermek, o mübarek Üstada, o kudsî allâme-i zamana ve onun birtek gayesi olan İmân ve Kur'ân'a büyük bir ihanet olduğunu biliyorum. Ve onun izin ve emrinden zerre kadar hilâf-ı hareket etmek istemiyorum.
Muhterem heyet-i hâkime,
Zehirli mikroplarını güzel vatanımıza dağıtmak isteyen bolşevizme karşı kuvvetli bir cephe alan büyük bir din âlimine fakirliğimle talebe olmaklığım neden çok görülüyor? Şüphesiz bu vaziyet ispat ediyor ki, Nurlardaki zenginlik, dünyevî zenginliğin pek fevkindedir. Benim gibi milyonları aşan Türk gençliğinin imanlarını kurtarıp vatana nâfi birer uzuv olmaları için, Üstadımı ve Risale-i Nur'u daima serbest bırakınız. Biz Türk gençliğinin Risale-i Nur'a ihtiyacımız, kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifirî karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere bulunan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir. İşte yukarıda bir kısmını tâdât ettiğim mezkûr hakikatlerden dolayı fevkalâde hüsn-ü zan ve teveccühümüzü kazanan ve kopmaz bir bağla kendimizi ona bağladığımız Bediüzzaman'ı ve ona hüsn-ü niyetle talebe olan çok biçareleri böyle hapislerde çürütmek adaletin şerefiyle kabil-i telif olamaz.
Afyon Cezaevinde mevkuf
Emirdağlı
Mustafa Acet
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Halil Çalışkan'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
Muhterem heyet-i hâkime,
Makam-ı iddia tarafından bana tebliğ edilen iddianamede, Üstadım efendime hizmetimi büyük bir suç olarak gösteriyor. 1944 yılında teşrif ederek dört seneden beri kazamızda misafireten ikamet buyuran ve kendileri kırk seneden beri bütün dünya lezzetini ve istirahatini terk edip sırf İmân ve İslâmiyete ve hususan vatanımızda İmân ve âhiret yolunda Müslümanların saadet-i ebediyelerini kurtarmaya çalışan ve bilhassa Müslüman ve Türk olan milletimiz arasında dinimize çok zarar veren, maddî ve mânevî zararı pek çok olan bolşevikliğin muzır fikirlerinin millet arasına girmesi ve buna benzer vatan ve millete zararlı olan şeylere Risale-i Nur'un imanî ve ahlâkî olan dersleriyle sed çeken ve bütün dünya âlimleri tarafından tahsin ve takdire lâyık olan Risale-i Nur'a ve Üstadıma müftehirâne üç sene ara sıra hizmetim adalet huzurunda bir suç mu teşkil ediyor? Ve bu hususta yine suç olarak gösterilen, hizmet için terziliğimi de terk ettiğimi yazıyor ki, böyle hak ve hakikat ve Kur'ân-ı Kerîmin hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur'a ve Üstadıma canımı dahi feda etsem, büyük bir suç sayılıp vatan hâini olarak mı tanınırım? Sizden soruyorum.
Sayın Reis Bey,
Risale-i Nur'un bir kısım parçalarını okudum ve yazdım. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki, öteden beri kalbimde yaşayan ilme karşı fevkalâde bir iştiyakla bu risalelerden istifadeye başladım. Bunlarla pek yakından alâkadar olduğum halde, içinde ne halkı hükûmet aleyhine teşvik ve ne de emniyeti bozacak ve gizli bir cemiyet kurmaya dair hiçbir şey görmediğim gibi, Üstadımdan da gerek mehdîliğe ve müceddidliğe ve gerekse bu hareketlere dair hiçbir şey işitmedim. Risale-i Nur'un ve Üstadımın ve biz talebelerin yegâne gaye ve hizmetimiz, İslâmiyete, hususan Türk milletine İmân ve ahlâk cihetinde kudsî bir hizmettir. Elbette Risale-i Nur'a ve hâdimlerine bu hizmetleri için ilişmemek lâzımdır. Bizim gaye ve maksadımız budur, başka hiçbir şey değildir. Ve bu vazifemiz de rıza-yı İlâhî içindir. Zaten böyle bir kudsî vazifeyi dünyaya ve dünya menfaatine âlet ederek yapmayız ve tenezzül etmeyiz. Böyle kalbinde İmân ve âhiret meşgalesinden başka hiçbir dünyevî maksat ve gaye bulunmayan hâlis Nur şakirtlerine, iddia makamının hiçbir zaman hatırıma gelmeyen gizli cemiyet kurmak ithamlarına tahammül edemiyoruz.
İşte, muhterem heyet-i hâkime, sizin, biz Risale-i Nur talebelerinin gaye ve maksatlarını ve mahiyetlerini anladığınıza ve iddia makamının bize isnat ettiği suçlarla alâkamızın olmadığına kanaat getirdiğinize inanıyoruz. Bu vesile ile yüksek mahkemenizden ve vicdanlarınızdan kitaplarımızın serbest olarak iadesini ve kendimizin beraatini talep ederiz.
Afyon Cezaevinde mevkuf
Emirdağlı
Halil Çalışkan
¨ ¨ ¨
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt