A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
AYAKKABI İLE NAMAZ KILMAK CAİZ MİDİR? Ayakkabı temiz olursa onunla namaz kılmak caizdir Ve bilfiil bugün Türkiye'nin her tarafında cenaze namazı ayakkabıyla kılınıyor Çünkü cenaze namazıyla diğer namazlar arasında fark yoktur Ebu Mesleme şöyle diyor: Enes bin Malik'e (ra), Peygamber (sav) ayakkabıyla namaz kılar mıydı? Diye sordum Enes: "Evet” dedi (Tirmizi)
Yine Şeddad bin Evs dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Yahudilere benzemeyiz, onlar ayakkabı ve mestleriyle namaz kılmazlar (Ebu Davud)
Ancak ayakkabı temiz olmazsa; ne vakit namazı, ne de cenaze namazı onunla kılınmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂYBAŞI HALİNDEN SONRA GELEN BEYAZ AKINTI NAMAZA ENGEL MIDIR? NAMAZ KILARKEN AKINTI OLURSA NAMAZ BOZULUR MU? BU AKINTIYI PAMUK VS ILE ENGELLEMEMDE BIR SAKINCA VAR MIDIR? Bu tür akıntılar kadında bir dereceye kadar normal sayılır ve pamuk gibi bir şey kullanmak suretiyle (kürsüf) dışarı çıkması önlenebiliyorsa, kadın bununla özür sahibi sayılmaz Yani kürsüf akıntıyı tuttuğu sürece; istediği kadar vakit namazı kılabilir Diğer namazları ise evveliyetle kılar Ancak dışarı (dis ferce kadar) çıkması halinde; abdest bozulmuş olacağından, namazda ise namazı da bozulur ve aktigi âni ânlayabilmişse, konuşmadan ve başka bir ise bulaşmadan gidip abdestini alırve namazına kaldığıyerden devam eder Ama akıntı kürsüfle kesilemeyecek kadar çok ve sürekli ise, özür sahibi sayılır, her namaz için abdest alırve akıntı sürmesine rağmen namazını kılar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AYIP ARAŞTIRMAK Ayıp: Kusur, noksan, eksiklik, leke, fena, uygunsuz, utandıracak veya utanmaya sebep olan hâl
Islâm toplumunda insanlar, yuvalarından, özel hayatlarından ve kendilerinden emin olarak yaşarlar Hangi sebeple olursa olsun, şahısların dokunulmazlığını çiğnemek, aile mahremiyetlerini ortadan kaldırıcı harekette bulunmak yasaklanmıştır Hatta suçluyu bulmada bile olsa, insanların ayıplarını aramaya ruhsat verilmemiştir Böyle bir hâl insanların dokunulmazlığının kalkmasına sebep teşkil etmemiştir Islâm'a göre, hiç kimse iç görünüşüne göre takîbata uğramaz; dış görünüşüne göre cezalandırılır Kimsenin görmediği yerde işlenen suçtan, ayıptan, zan ve tahminlere dayanarak ceza verilemez Sadece suçlu işlediği suçu açığa vurduğu zaman yakalanır
Kur'an-ı Kerîm'de: "Ey inananlar! Zandan kaçınınız, zira zannın çoğu günahtır Bir kimsenin noksanını ve ayıbını araştırmayınız " (el-Hucurât, 49/12) buyurulur Bu ayette, insanların noksanlarının araştırılması, hatalarından bahsedilmesi, gizliden gizliye şahsî hayatındaki sırlara vâkıf olmaya çalışılması yasaklanmıştır "Tecessüs etmeyin"den maksat; müminlerin eksikliklerini bulacağız, açık delil ve emareler elde ederek zan ve yakîn husule getireceğiz diye casus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da zâhiri olanı tutun Allah'ın örttüğünü siz de örtün (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4473) Zira insanların haysiyetine dokunan hareketlerden biri de başkalarının ayıplarını aramak, onları şurada burada söylemektir Şeytan, insana kendi kusur ve ayıplarını unutturup bir tarafa bıraktırır, sonra başkasının ayıp ve kusurlarını araştırmaya sevkeder Başkalarının eksiklerini araştırmaya kalkışmak da ahlâklı insanın işi değildir
Islâm başkalarının ayıplarını, kusurlarını aramayı, halka tecessüs altında tutmayı şiddetle yasaklarken müslümana da tecessüs ve tahkik hakkı vermemiştir Bu sebeple bir müslümanın evine girilip hâl ve durumu tecessüs edilemez Kesin emirle tecessüsün yasaklanmasının sebebi; herkesin kendi evinde emniyet ve huzur içinde yaşamasını temin etmek; kişileri fitne ve fesâda sürüklememektir Nitekim Hz Peygamber: "Müslümanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmaya çalışırsan, onları ifsâd eder veya ifsâda yaklaştırmış olursun " (Ebû Dâvûd, Edeb, 37) buyurmuştur
Islâm'a göre, insan hususî meskeninde bir fenalık yapmış olsa, bunun evinin içinde kalması, hârice aksetmemesi, toplum arasında yayılmaması gerekmektedir Bu sebeple izinsiz bir kimsenin evine girilmesi bile yasaklanmıştır
Hz Peygamber (sas) bir gün minbere çıkarak; ayıp araştıranların zayıf imanlı kişiler olduğuna işaret edip şöyle seslendi: "Ey diliyle müslüman olup kalbiyle işlememiş olanlar gürûhu! Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın Şu bir gerçektir ki; her kim müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır ve Allah her kimin ayıbını meydana koyarsa, evinin içinde bile olsa onu kepâze eder " (Tirmizî, Sünen, B 84, 2101) Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir " (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Ayıp ve kusur işleyen bazı kişiler vardır ki yaptıkları işlerin zararı açığa çıkmayıp, başkalarına sirâyet etmez Böyle kişilerin şahsî kusurlarını, ayıplarını açığa çıkarmak, çeşitli mercilere şikâyet etmek doğru değildir Şikâyet edip ayıp ve kusurları ortaya çıkartmakla sadece kişinin kendine ait olan günahı teşhis edilmiş ve fakat bir taraftan da ayıp işleyen kişi utandırılarak toplum içinde mahcup duruma düşürülmüş olur Neticede o kişi, "zaten toplum beni biliyor" diye açıktan günah işlemeye itilmiş, işlenen ayıplar da normal hale gelmiş ve böylece de ayıp işlemek meşrulaştırılmış olur Bu sebeplerden dolayı, kişilerin ayıp ve kusurlarını bulup onları toplumda teşhir etmek yerine, tatlı dille özel nasihatta bulunmak, çeşitli vesilelerle günah işlemesine mani olmak daha faydalı olur Ancak, şahısları aşıp başkalarına ve topluma zararı dokunacak şekilde açığa çıkan ve insanlara zulüm getiren ayıplar, günahlar böyle değildir Bunları önlemekte müslümanların biribirlerine yardımcı olmaları ve kötülüğü birlikte yok etmeleri gerekmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AYIP ÖRTMEKBaşkalarının kusur, eksiklik, utanılacak şey, suç, cürüm, şeref ve haysiyete aykırı davranış, nezaket ve terbiye dışı, fena, kötü, utanç verici şey cinsinden yaptığı işlerin duyulmasını, görülmesini önlemek, yayılmasına mani olmak Toplumu ve insanları kötülüklerden korumak için işlenen ayıpları örtmek ahlâkî faziletlerin başında gelir Böylece Islâm'ın övdüğü, müslümanlarda bulunmasını istediği faziletlerden birisi de başkalarının ayıp ve kusurlarını örtmek ve gizlemektir Buna karşılık; bir müslümanı küçük düşürmek, şahsiyetini lekelemek ve onu rezil etmek için ayıplarını araştırmak ve başkalarına anlatıp açıklamak ise büyük bir ahlâksızlık olup, Islâm tarafından yasaklanmıştır Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"Müslümanların ayıplarını (ve gizli şeylerini) araştırmayın" (el-Hucurât, 49/12) Resulullah da bir hadiste: Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın" (Müslim, Birr ve Sıla, 30) diye buyurmaktadır
Resulullah (sas) başka bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
"Her kim bir müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah'u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği birşeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir " (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Tirmizî, Birr ve Sıla, 85)
Müslümanın ayıp araştırması değil, bilâkis gördüğü ayıp ve kusurları örtmesi gerekir Diğer bir hadis-i şerifte: Kim bir müslümanın ayıbını dilerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter " (Ebû Dâvud, Edeb, 39), Kim bir ayıp görür de örterse sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur " (Ebû Dâvud, Edeb, 38) buyurulmuştur
Insan başkalarının ayıp ve kusurunu değil, kendi ayıp ve kusurunu görmeye çalışmalıdır Peygamber Efendimiz (sas): Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten alıkoyan kimseye müjdeler olsun " (Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, II, 46) buyurmuştur
Ayıpların araştırılıp ortaya dökülmesi; insanları birbirine düşürmekten, aralarında kin ve düşmanlık tohumları ekmekten, fenalıkların yayılmasından başka bir şeye yaramaz Insanların gizli kalmış kusurlarını açıklamak, herkese duyurmak onların utanma duygularının yok olmasına, sosyal kontrolün azalmasına ve böylece ahlâksızlığın süratle yayılmasına da sebep olur Resulullah: Müslümanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmağa kalkışırsan, onları ifsad eder (ahlâklarını bozar) veya ifsada yaklaştırmış olursun, " (Riyazü's-Sâlihin, III,154) buyurmuştur
Peygamberimiz ve ashabı, kimsenin ayıplarını araştırmamış ve araştıranları da şiddetle kınamıştır Peygamberimiz'in: "Din kardeşini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, o suçu (günahı) kendisi de işlemedikçe ölmez " (Tirmizî, Kıyâme, 53) uyarısını da hiç bir zaman unutmamak gerekir
Bir gün Hz Ömer'in yanına bir adam geldi ve ona şöyle dedi: "Benim bir kızım var, cahiliye devrinde onu diri diri toprağa gömmüş, sonra da ölmeden çıkarmıştık Islâmiyet geldikten sonra ben de kızım da müslüman olduk Fakat kızım Allah'ın yasakladığı bir şeyi yaptı ve had vurulması icab etti Bunun üzerine, bizim bulunmadığımız bir yerde bıçakla kendisini kesmek istemiş Biz durumu haber alır almaz koştuk, fakat boyun damarlarından birini kesmişti Hemen tedavî ettik, iyileşti Yaptığına pişman oldu Tövbe ederek bir daha böyle bir şey yapmamaya karar verdi Bir kabileden dünür geldi Ben de olanları olduğu gibi anlattım" Hz Ömer, adamın bu sözlerine kızarak:
"-Allah'u Teâlâ'nın gizlediğini açığa mı vuruyorsun? Vallahi eğer kızın başından geçenleri başka birine daha anlatırsan herkesten önce cezanı ben veririm Git, kızı diğer müslüman, temiz kızlar gibi evlendir dedi" (Y Kândehlevî, Hadislerle Müslümanlık, III, 1021)
Müslümanların başkalarının günah ve kusurlarını, işledikleri ayıpları örtmeye çalışmaları nasıl önemli bir ahlâkî görevleri ise; aynı şekilde kendi günah ve kusurlarını da ifşâ etmemeleri gerekir Aşağıdaki hadîs-i şerif bize bu konuda da titiz davranmamız gerektiğini göstermektedir Resulullah (sas) şöyle buyuruyor:
"Fenalıklarını açığa vuranlardan başka bütün ümmetim, halkın dilinden ve elinden salimdir "
"Bir adam bir gece fenalığı yapıp da Cenâb-ı Hak onu örtmüş iken:
"Ey filânca ben dün gece şöyle şöyle yaptım demesi, suçunu ilân ve teşhirdir Halbuki o, geceyi Allah'ın setrine mazhar olarak geçirmişti Allah'ın örttüğü bu suçu sabahleyin teşhir etmiş, açıklamış bulunuyor " (Riyazü's-Salihîn, I, 282)
Rabîatü'l-Adeviyye: "Kul Allah'ın sevgisini tattığı zaman, Allah onu kendi kusurlarına muttali kılar, böylece başkalarının kusurunu görmez olur" der
Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler, toplum içinde yardımlaşmak, birlikte iyi geçinmek, yapılan fenalıkları ve ayıpları örterek arkadaşlığı, dostluğu kuvvetlendirmek, dostca yaşamayı isteklendirmek ayıp ve günahları teşhir etmeden önlemek gibi insanî ve Islâmî faziletlerimizi belirtmektedir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BABANIN ERKEK ÇOCUĞUNA BAKMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN ŞARTLARI

</B>a) Erkek çocuk büluğ çağına gelmemiş olmalıdır Ancak çocuk büluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü devam eder
b) Fakir olmalıdır Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan yapılabilir
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir

Babanın kız çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları

a) Kızda büluğ ve yaş aranmaz Evleninceye kadar kız çocuklarının geçimi babaya aittir Evlendikten sonra bu yükümlülük kocasına geçer Kocası ölür veya boşanırlarsa kadın yine babasının evine döner Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz Fakat Islâmî ölçüler içinde bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da câizdir

b) Fakir olmalıdır Eğer kızın malı varsa, geçimi ondan sağlanır
c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin olmalıdır
d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir

Bir kimsenin yakınlarının geçimini sağlarken öncelik vereceği kimseler hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir: Ebû Hûreyre (ra) nakleder: "Bir adam Resûlullah (sas)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi! Benim yanımda bir dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz Peygamber; "Kendi ihtiyacın için sarfet" buyurdu Adam: "Yanımda başka bir dinar daha var" dedi Hz Peygamber; Eşine sarfet" buyurdu Adam dedi: "Başka bir dinar daha var" Hz Peygamber; "Çocuklarına sarfet" buyurdu Adam:
"Bir dinar daha var" dedi Hz Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi Son bir dinar daha olduğunu söyleyince de; "Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin" buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı" (Ahmed b Hanbel, II, 251, 471; Nesâî, Zekât, 54)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BAĞKUR EMEKLİLİĞİ
Bakkalım Bagkur'a kaydolmamız zorunlu Kaydoldum ve pirim ödüyorum Devam edersem bir gün emekli olup emekli maaşı alacağım Bu maaşı almam caiz midir? Değilse nasıl bir yol takip etmeliyim, alacağım parayı ne yapmalıyım?
Devletin kontrolünde bir sosyal güvenlik müessesesi olması bakımından Bagkur ile Sosyal Sigortalar ya da Emekli sandığı arasında bir fark yoktur Bunlar kapıtalist ekonomik sistemlerin zorunlu kıldığı ve bu sistemlerin doğurduğu aksaklıklardan sadece birini gidermeye yönelik müesseselerdir Bunları zorunlu kılan arızalar olmasaydı bunlara da gerek duyulmayacaktı Her neyse, bu sistemin günahı olan bu arızalar bulunduğuna göre bu müesseselerde zararı hafitletmek üzere var olacaktır Önce bir müslüman olarak konumuza dikkat çekmiş oldukMüslümanın müslüman olarak iradesine itibar edilmeyen bir düzende yaşayabilmesi için ona, imanına mal olmamak üzere, zorla yaptırılan uygulamalardan sadece yaptıranlar sorumludur Öyleyse; iş yeri açmak, ya da helâl bir işte çalışmak için Bağkur'a (sosyal Sigortalara, Emekli Sandığına) kaydolma zorunlulugu getiriyorlarsa kaydolunur Kaydolanın iradesine rağmen kesilen pirimler verilir Verildikleri zamanlardaki değerleri (en az yanıltan altına göre) hesaplanır Emekli olunca, verdiklerinin tamamını, değer olarak tahsil edinceye kadar emekli maaşı almaya devam eder Çünkü bu onun kendi parasıdır Böylece kendinden pirimler olarak kesileni ‚bitirdikten sonra durumuna bakar Fakir ise, çalışma gücü ve işi de yoksa almaya devam eder Çünkü bu durumda devlet zaten ona bakmakla görevlidir Fakir değilse veya geçinecek kadar para alabileceği bir işte çalışma imkânı varsa ondan sonra alacağı aylıklar şüphelidir Takvaya uygun olanın onu alıp; hayır kurumları vasıtasıyla tekrar millete iade etmek olduğu söylenmektedir Hiç almamak ise uygun değildir Çünkü devlete geri dönenin kötü yerlerde kullanılması kuvvetle muhtemeldir(Bunun Islâm tarihindeki örneği için bk Fetavây-i Hindiyye V/342)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BÂÎN TALAK

Yeniden bir mehir tesbit ederek nikâh kıymadıkça karı ile koca arasındaki evlilik bağını kesip onları biribirinden ayıran ve nikâhtan doğan karşılıklı hak ve görevlere derhal son veren boşama türü
Bâin talâkın üç şekilde meydana geldiğinde İslâm hukukçuları ittifak etmişlerdir (İbn Rüşd, Bidâyetü'l Müctehid, II, 61):
1- Nikâhtan sonra fakat cinsi münasebette bulunmadan ve sahih halvet olmadan yapılan boşama
2- Üç talak ile yapılan boşama,
3- Kadının isteği ile bir bedel karşılığında anlaşarak yapılan boşama,
Hanefiler, kinayeli veya mübalâğa ve şiddet ifade eden sözlerle yapılan boşamayı da bâin talak sayarak, maddeyi dörde çıkarmışlardır (Hayreddin Karaman, M İslâm Hukuku, I, 303)
Bâin talak, beynûnet-i* suğrâ (küçük ayrılık) ve beynûnet-i kübrâ (büyük ayrılık) olmak üzere iki kısma ayrılır Buna hürmet-i hafife ve hürmeti galiza da denir Bir veya iki talak ile meydana gelen bâin talaka beynûnet-i suğrâ; üç talak ile meydana gelen bâin talaka da beynûnet-i kübrâ adı verilir
Eşini ric'î (dönülebilen) talak ile boşamış olan bir kimse, iddet müddeti (üç ay) içerisinde kararından vazgeçip evine dönmezse, bu boşama bâin talaka dönüşür ki, tekrar evlenmek isteseler, mehir ve nikâh gerekir
Beynûnet-i suğrâ ile boşanan eşler, derhal boşanmış olduklarından birbirine mirasçı olamazlar Koca, karının hakkı olan mehirini henüz vermemiş ise hemen ödemesi gerekir
Bâin (bir veya iki) talakla karısını boşamış olan kimse, karısı başka biriyle evlenmeden, yeni bir mehir ve yeni bir akidle onunla tekrar evlenebilir Beynûnet-i kübrâ (üç talak) ile boşayan kimse ise, kadın başka biriyle evlenmeden, onunla tekrar evlenme hakkına sahip değildir (Seyyid Sâbık, Fıkhü's-Sünne, II, 277) Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de: "Boşama iki defadır Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmak vardır Bundan sonra kadını tekrar boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe kendisine helâl olmaz" (el-Bakara, 2/229-230), buyurulmaktadır
İki veya üç defa yapılan boşanmaların aynı anda veya ayrı ayrı zamanlarda yapılması önemlidir Normal olarak boşanmaların ayrı ayrı zamanlarda yapılması gerekir Başka bir deyimle bir iddet müddetinde yani üç ayda bir defa boşama yapılır Üç ay geçtikten sonra ikinci defa boşar Bir üç ay geçtikten sonra tekrar üçüncü defa da boşarsa, beynûnet-i kübrâ meydana gelmiş olur İslâm hukukçuları bu konuda görüş birliğine varmışlardır Fakat, bir anda iki veya üç talak ile boşama yapılırsa, iki ve üç talak meydana gelir mi yoksa bu, bir talak mı sayılır hususunda görüş ayrılıkları vardır Bazıları yukarıda geçen ayetin zâhirini delil göstererek, bir anda iki defa boşarsa iki, üç defa boşarsa üç sayılır derken; diğerleri de bir anda iki veya üç defa yapılan boşamalar bir talak hükmündedir demişlerdir Çünkü Hz Peygamber (sas) ve Hz Ebû Bekir devrinde ve Hz Ömer'in ikinci yılına kadar, aynı anda yapılmış olan iki üç veya daha fazla boşamalar, bir talak kabul edilmiştir (İbn Rüşd, age, II, 61) Dinde kolaylık esas olduğuna göre, toplumun temelini oluşturan aile yuvasının dağılmasını önlemek için, aynı anda yapılan iki, üç veya daha fazla boşamaların bir talak sayılmasında fayda vardır Bununla kadının mağduriyeti önleneceği gibi pişmanlık kapısı da kapatılmamış olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BALDIZIYLA VEYA KARDEŞİNİN HANIMI İLE YOLCULUK YAPAR VEYA YALNIZ KALABİLİR Mİ? Mahremi olmayan bir kadınla baldızı veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderin hanımıyla yalnız kalmaları veya yolculuk yapmaları caiz değildirPeygamber (sav)buyuruyor ki:''Kadınların yanlarına –yalnız iken-girmekten sakının Bunun üzerine birisi: Kadının kayın biraderi de böyle midir? Dedi Peygamberimiz(sav) o, ölümdür(yani onunla bir arada bulunmak daha tehlikelidir)'' buyurdu(Buhari ,Müslim)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BALKONDA TESETTÜR
Balkonda çamaşır asmaya mecburen çıkıyoruz Nasıl çıkmalıyız? Bol ve uzun bir elbise giyerek çıkabilir miyiz? Ille de çarsaf, abaye, pardesü giymek mi gerekir?
Tesettürün sınırları, sokakta görecek erkekler için ayrı; balkonda iken görecek erkekler için ayrı değildir Her iki durumda da avret olan yerler aynı ölçüde kapatılmalıdır Bir defa balkonun alt kısmı özellikle kapalı olmalıdır Kollar kaldırılınca açılmayacak şekilde dügmeli bulunmalıdır Çarsafin en hoş olmayan yönü bu tür işlere gelmemesi ve böyle bir is için kollar kaldırıldiginda siyrilip açılmasıdır Çarsaf giyenlerin bu noktada çok dikkatli olmadıklarını görüyoruz Göğüslere kadar başı ve omuzlan örten geniş bir başörtü de bazı tefsirlere göre "cilbâb" dışlık sayıldığından, çamaşır asmaya böyle bir başörtü ile de çıkılabilir Yeter ki, gecelik, sabahlık gibi dikkat çeken süslü elbiselerle çıkılıp fetisistlere malzeme oluşturulmasın, kollar bileklerde ilikli olsun
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BANKA REKLAMI VE MASON DANIŞMAN Müslümanlar çıkarıyor diye bildiğimiz ve hergün para verip aldığımız bazı gazetelerde çeşitli bankaların reklamları çıkıyor, ya da mason isçi ve danışmanlar çalıştırdıklarını duyuyoruz Onların bunu yapmaları bizim de böyle gazeteleri almamız caiz midir?
Bir Müslümanın, her ne suretle olursa olsun, faizi ve faiz müesseselerini reklâm ve tervic etmesi caiz olamaz Bankalar, her çesidiyle alkollü içkiler, sosyal sigortalar gibi yardımlaşma esprisi üzerine değil de kazanç esası üzerine kurulan ve bir çok yönden haram unsur ihtiva eden özel sigorta şirketleri, İslam'ın haram saydığı muamele ve eşya alım-satımı yapan tüm ticarethaneler ve şirketler buna dahildirler Hatta alım satımını yaptıkları eşya haram eşya olmamakla beraber, kazançlarıyla kendi milletine kasteden gayrı müslimlerin firmalarını bile müslümanların reklâm etmesi caiz görülmez Rasûlüllah Efendimiz (sav): "Kim kimin karartışına katılıyorsa (yani onlarla oturuyor, onlarla muaseret ediyor, onlarla yardımlaşiyorsa)( Münavî, Feyz, VI/156) o da onlardandır" buyurmuştur(agy, (Hatib Bagdâdî'den)) Vücuduyla sırf onların kalabalığıni, yani karartışıni fazla gösteren müslümana bu denirse, dili ile, dili olan yayın organı ile onları teşvik ve reklâm eden, müslümana ne denir? Diğer yönden faizi Allah (cc) zûlüm ve Allah (cc)'a ve Rasûlü'ne harp açma olarak nitelerken, Rasûlüllah Efendimiz (sav) de faizin uygulanmasına yardımcı olan herkesi lânetlerken, zûlmün müesseselesmis biçimi olan bankaları, kendi maddî çıkarı için reklâm etmek müslümanca olmaz
Mason isçi ve danışman çalıştırmaya gelince; önce isçi olmaya tenezzül edecek, ya da daha doğru ifade ile isçi olarak masonluğu kabul edilmiş bir masonun bulunamayacağını bilmek gerekir Farzı muhal, bulunsa onu, ya da herhangi bir gayrı müslimi, karşılıklı anlaşılan bir ücretle ve müslümanlar için sır özelliği taşımayan bir işte çalıştırmakta beis yoktur Bu tür konularda esas olan espri, Allah (cc)'in mü'mini aziz, kafiri hakîr kılmış olmasıdır Bunun aksini gösterecek bir uygulamayı müslümanlar yapamaz ve Kur'ân'ın ifadesi ile müslümanlara kötülük konusunda en küçük fırsatları dahi kaçırmayan gayrı müslimleri danışmanlıkta, yazışmalarda, müslümanların çalıştıkları birimlerin amirliklerinde istihdam edemezler Özellikle danışmanlık Kur'ân-ı Kerim'de açıkca zikredildiği için, müslümanların yine Kur'ân'ın ifadesi ile "kendilerinden olmayanları"(K Ali-Imrân 3/117 ve bu âyetle ilgili ahkâm tefsirleri) danışman tutamayacaklarında ittifak vardır Masonun müslümanı olur mu, olmaz mi? diye tartışan müslüman çıkabilir ama Islâm'ı, bir şeriat düzeni olarak bütünüyle kabul eden bir masonun olmadığı açıktır Buna Abdülhamid'in "Masonluk kıpkızıl gâvurluktur" sözünü de eklersek masonların, müslümanların "kendilerinden" olup olmadıkları anlaşılmış olur Artık buna rağmen biz yapıyoruz da oluyor, diyenler çıkarsa onların "abdestsiz namaz kılınmazmış, ben kıldım da oldu" diyenden farklarının olmadığı anlaşılmış olur
Faiz müesseselerinin reklâmını "darül-harp" telakkisi ile yapmak da -eğer varsa- caiz olmaz
Bu tür gazeteleri almak ise ayrı bir olaydır ve alanın niyyetine göre değişir Sözü edilen konular ve benzerlerinde, çocuklara Islâm'a zıt giyinen ve zıt düşünen dansözleri, aktristleri, artistleri sevdirmeye çalışmalarında hikmet ve keramet aramadan, bunları yanlış bilerek ve yanlışlarına müslümanca dikkat çekmek için alınmasında -Allah'u a'lem- beis olmaz
"Kalb", her yöne dönmeye, inkilâb etmeye müsait olduğu için ona kalb denmiştir ve Rasulüllah Efendimiz (sav) bize: "Allah'ım, facirin bana bir nimetini nasîb etme ki, kalbim onu sevmesin" duasını öğretmiştir Şimdi birilerinin kalpleri birilerine niçin meylediyor, anlaşılmış olmalı
 
Üst Alt