S Ş İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
SIRAT
Yol, cadde, geçit Kur'an-ı Kerim'de sırat, daha çok "müstakım" (doğru) ile sıfatlanarak, Allah'ın rızasına uygun olan ve O'na ileten Tevhid dini ve Islâm dini anlamında kullanılır:
"Kim, Allaha güvenip dayanırsa muhakkak doğru yola (Sırat-ı müstakıme) iletilmiştir" (Alu Imrân, 3/101);
"Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rahbinizdir O halde yalnız O'na ibadet ediniz Bu doğru yol (Sırat-ı Müstakım)dur (Alu Imran, 3/51)
Fakat ıstılahta sırat denilince ahiretteki "sırat" akla gelir Sırat mahşer yerinden itibaren Cehennemin üzerinden geçerek Cennete kadar uzanacak bir köprüdür Bu köprü, haşir günü Cehennemin üzerinde kurulacaktır Mü'min, günahkâr, kâfir herkes bu köprüye gelecektir Cennete gidebilmek için bundan başka yol yoktur Sıratın iki tarafına konulmuş kancalar, oradan geçmeye iyi amelleri yetmeyen kimseleri Allah'ın emriyle çekip Cehenneme düşüreceklerdir Iyi amelleri ağır gelenler, kötülükleri sebebiyle tırmalanıp yara almış olsalar bile Sıratı geçeceklerdir Bazı mü'minler senelerce sürünerek geçeceklerdir Sırattan geçiş esnasında Peygamberimiz sırat üzerinde Kurtar, ey Rabbim, kurtar" diye mü'minlere dua edip duracaktır (Müslim, Iman, 84/329)
Ebu Said el Hudrî'nin rivayetinde Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra Cehennemin üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur Allah şefaate izin verir (Mü'minler) ya Allah selamet ver, selamet ver, diye dua eder durur" Ya Rasulallah, köprü nedir? diye sorulduğunda; "Kaypak ve kaygan bir yoldur Orada; kancalar, çengeller ve Necidde bilen sa'dan denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır Mü'minler amellerine göre kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi kuş gibi, kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler Mü'minlerden kimi sapasağlam kurtulur Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir Kimileri de Cehennem ateşi içerisine dökülür" (Buhari, Müslim, Tirmizi'den naklen Mansur Ali Nasıf, Tâc, V, 394-395)
Ebu Hureyre, Peygamberimizden şöyle rivayet ediyor: "Cehennemin ortasına sırat (köprüsü) kurulur Oradan peygamberlerden ümmetleri ile beraber geçenlerin ilki ben olacağım Peygamberlerden başka o gün kimse konuşamaz, Peygamberlerin sözleri de "Ey Allah'ım, kurtar kurtar" olur" (Buhari ve Müslim'den naklen, Tâc, V, 377-378)
Ebû Sa'id el-Hudri'nin rivayet ettiğine göre, Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskindir Sırat'ın uzunluğu bin senelik yokuş, bin senelik iniş ve bin senelik de düzlüktür Bu mesafe bazı insanlar için olacaktır Her bir kimsenin bu mesafeyi geçmesi, amelleri ile orantılı bir zamanda olacaktır (Mansur Ali Nasıf, Tâc, V394; Acluni, Keşfül-Hafa, II, 31) Bazı ulemâya göre Sırat'ın kıldan ince, kılıçtan keskin olduğuna dair rivayetler, bu köprünün üzerinden geçmenin pek müşkil ve zor olduğundan kinayedir
Mü'minlerin Sırat'ın üzerinden çabuk geçip geçmemeleri, onların haramlara yönelip yönelmemelerine bağlıdır Kalbine haram işleme düşüncesi gelip de ondan hemen yüz çevirip uzaklaşan kimseler Sırat'tan çabuk geçecektir
Sırat üzerinde her bir mü'minin yalnız kendisinin faydalanacağı bir nûru vardır Bu nurdan başkası faydalanamayacaktır Kimse, başka bir kimsenin nûru içerisinde gidemeyecektir Nurunun intişarı nisbetinde her bir mü'mini Sırat geniş veya dar olacaktır Sırat'ın genişliği hadd-i zatında bir ve aynı olduğu halde, üzerlerinden geçenlerin nurları nisbetinde kimisine ince ve sıkıcı, kimisine enli, rahat ve hoş görünecektir
Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, günahlarınıza samimi bir tevbe ile Allah'a dönün! Umulur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar Çünkü onların nurları önlerinden ve yanlarından koşar da, "Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla, bizi bağışla; muhakkak sen her şeye Kadirsin " derler " (et- Tahrim, 66/8) Bu âyette, mü'minlerin nurlarından kastedilen, iman ve amelleriyle husûle gelen nurlardır Özellikle bu nurları Sırat üzerinde onları yedip götürecek ve selamete çıkaracaktır Münafıklar, karanlıkta kaldıkça mü'minler "Rabbimiz, nurumuzu söndürüp de bizi de kâfirler ve münafıklar gibi karanlıkta bırakma! Varacağımız yere kadar nurumuzu devam ettir ki, bu nurla sevinelim, karanlıkta kalıp perişan olmayalım" derler: "O gün (sıratta) münafık erkeklerle münafık kadınlar, mü'minlere, bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, derler Onlara, dönün arkanıza da bir nur arayın, denilir Nihayet, onların arasına, bir kapısı olan ve içinde rahmet ve dışında azab bulunan bir sür çekilir" (el-Hadıd, 57/13)
Allah Teâlâ yine şöyle buyurur:
"Sizlerden hiç bir kimse yoktur ki oraya (Cehenneme) uğramamış olsun Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür Sonra biz, iman edip kötülüklerden sakınanları kurtarırız Zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız" (Meryem, 19/71-72)
Bir rivayete göre cennetlik mü'minlerin Cehenneme uğramaları, üzerindeki sırattan geçmelerinden ibarettir Herkes bu köprüye gelecek ve Cehenneme girecek olanlar da buradan gireceklerdir Mü'minlerin Cennete yollarının Cehennemden geçmesindeki hikmet; sevinçlerinin fazlalaşması ve kurtuldukları için şükürlerinin artması ve kâfirlerin üzüntülerinin çoğalmasıdır Çünkü dünyada düşman saydıkları mü'minlerin kurtulması, kendilerinin Cehenneme atılmaları, kâfirler için azab üzerine azab olacaktır
Mutezile'nin çoğu ve Kadı Abdulcebbâr el-Hemedâni (ö 415/1025), Üzerinden geçmek mümkün olamaz; mümkün olsa bile, Sırattan geçmek müminlere eza ve cefa çektirir" diyerek Sıratı inkâr etmişlerdir
Halımi (ö 403/1012) gibi bazı âlimler de, kâfirlerin Sırat'a uğramadan doğrudan doğruya Cehennem'e atılacaklarını söylemişlerdir Bunlar, bu görüşlerini Ebu Sa'id el-Hudrî'nin rivayet ettiği bir hadise dayandırmışlardır Bu hadise göre, Mahşerde bir münâdi, "Her ümmet dünyada nelere tapıyor idiyse, onların ardına düşsün" diye çağırır Bunun üzerine münezzeh ve yüce olan Allah'tan başka şeylere, putlara ve heykellere tapagelen ne kadar kimse varsa, onlardan hiçbiri kalmaksızın Cehenneme dökülürler Artık ortalıkta iyi ve kötülerden yalnız Allah'a ibadet etmiş olanlar ve ehl-i kitabın kalıntılarından başka kimseler kalmayınca, Yahudiler çağırılacak ve onlara "siz neye ibadet ediyordunuz?" denilecek Onlar "Allah'ın oğlu Üzeyr'e tapıyorduk" diyecekler Bunun üzerine onlara, "yalan söylediniz! Allah hiç bir eş ve oğul edinmedi" denilir Bunlar susadıklarını söyleyerek Cenab-ı Allah'tan su isteyince, kendilerine serap gibi görünen ateşe götürülecekler ve birbirlerini çiğneyerek Cehennem ateşinin içine yuvarlanıp döküleceklerdir Sonra Hıristiyanlar çağırılacak, "sizler kime ibadet ediyordunuz?" denilecek "Allah'ın oğlu Mesih'e ibadet ediyorduk" diyecekler Onlara da "yalan söylediniz! Allah hiç bir eş ve oğul edinmedi" denilecek Bunlar da susadıklarını söyleyerek Allah'tan su isteyince, kendilerine, " Haydi suya gelmez misiniz" diye işaret olunur Serap gibi görünen Cehenneme doğru toplanacaklar ve birbirlerini çiğneyerek Cehenneme döküleceklerdir" Bu hadisin devamında: Geride kalanlara, tanımadıkları bir surette Allah Teâlâ'nın tecelli edeceği, sonra şiddet ve dehşetin kaldırılarak samimi olarak Allah'a ibadet edenlerin secde etmelerine izin verileceği, diğerlerinin -secde etmek istediklerinde- kafalarının üzerine düşecekleri, daha sonra Allah Teâlâ'nın bunlara ilk gördüklerinden başka bir surette (sıfatta) tecelli edeceği bildirilir Bundan sonra da Cehennemin üzerine köprü (sıratın) kurulacağı ve şefaate izin verileceği beyan edilir (Buhari, Müslim, Tirmizi'den naklen et-Tâc, V, 393-394; metin Müslim'in Sahih'inden özetlenerek alınmıştır, bk Müslim, Sahih, Kitabül-Iman, 81/302)
(Sa'deddin Taftâzani, Şerhul-Makasıd, Istanbul 1305, II, s 223; Şerhul-Akaid Istanbul 1310; Abdusselâm b Ibrâhim el-Lakkâni, Şerh-u Cevhereti't-Tevhid, Mısır' 1955, s 235-236; Fahreddin er-Razı, Mefâtihul-Gayb, Istanbul 1308, Kitab-ü Mecmü'atin mine't-Tefâsir, el-Matbaatül-Âmire Istanbul 1319)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SOL ELLE YEMEK Devamlı sol elini kullanma alışkanlığı olan birisinin yediği içtiği haram olur mu?
Islâmda bazı nahoş şeyler dışında her isin sağ elleyapılması ve sağdan başlanılması bir edep olarak görülmüştür, terki ise edebin terki sayılmış ve zahmetsiz olarak gelecek bir sevaptan mahrum olma olarak görülmüştür Aişe Annemiz; "Rasûlullah (sav) yapabildiği her şeyde; temizliğinde, ayakkabısm giymede, çıkarmada kısaca her isinde sağdan başlamayı severdi" (Benzer hadisler için bk Buhârî, salât 47, at'ime,5; Müslim tahâret ‚ 66, 67; Ebû Dâvûd, libâs 41; Tirmizî, Cum'a 75; Nesâî, tahâret 89 gusl 17, zinet 8, 62; Ibn Mâce, taharet 42; Müsned VI/94,130,147, 1 B8, 202, 210) "Sağ elini abdestine, yemeğine, sol elini helasina ve diğer eziyet veren şeylerine kullanırdi" Hafsa validemiz de: "Sağ elini yemesine, içmesine ve elbisesini giyip çıkarmaya, sol elini ise bunun dışındakilere kullanırdi" (E Davud Taharet 18) demiştir Bu yüzden özürsüz olarak sol elle yemek mekruh görülmüş, ancak yemek yeme sırasında sol eli de kullanıp onun sağa yardımcı olmasında bir mahzur görülmemiştir Nitekim Rasûlullah Efendimiz (sav)'de sağ elleriyle ekmek yerken sol elleriyle de karpuz yedikleri olmuştur (Alâuddîn Âbidîn 218) Râsûlullah Efendimiz (sav) Ömer b Ebî Seleme'ye "Çocuk, besmele çek, sağ elinle ye, ve önünden ye" (Buhârî at'ime 2) buyurmuştur Bu hadîs-i serîfi değerlendiren bazı âlimler, sağ elle yemenin vâcip olduğu kanaatine varmışlar, bazıları da bunun sadece daha hoş (mendup) olduğu anlamına geleceğini söylemişlerdir( Aynî XXI/28, 30 (şerhte sol elle yemenin kötülügünü anlatan hadis-i şerifler de var)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SPIRALLER Tibbî açıdan Spiral:
Spiral çeşitli sekillerde olabilen ve uterus içerisine yerleştirilerek gebeliği önleyen bir âlettir Spiralle gebelikten korunma %97-98'dir Yüzde 2 veya 3 hanım, spirale rağmen gebe kalabilir
Spiralın koruma mekânizması:
1- Rahim içerisinde aseptik (mikropsuz) bir iltihap ortamı meydana gelir
a) Iltihap içerisindeki lökosit (akyuvarlar spermleri yiyerek gebeliğe mani olur
b) Rahimin endometrium dokusundaki iltihabî hadise nedeniyle, döllenmiş yumurta rahim içerisine yerleşemez
2- Uterus içerisinde bulunan yabancı cisim, uterusta reaksiyona sebeb olur Uterusun kontraksiyonu artar Dolayısıyla döllenmiş yumurta, yine uteruis içerisine yerleşemez
3- Spirallerden bazılarının üzerinde ince bakır tel sarılıdır Bu tel bakır iyonları salgılar
a) Salgılanan iyonların spermi öldürücü etkisi vardır
b) Cu iyonları rahimde özel bir enzim salgılanmasına neden olur Bu da, rahimden kontraksiyon yaparak, döllenmiş yumurtayı vücut dışına attırır
4- Spiral, spermlerin yolunu uzatarak, döllenme kabiliyetinin kaybolmasına sebeb olur
Burada kısaca döllenmeden bahsetmek gerekir
Yumurtalıktan çıkan yumurta, tubada ilerlemeye başlar Tubaya gelen sperm ise, tuba içerisinde yumurtayı döller Daha sonra döllenmiş yumurta, 1 hafta içerisinde ancak uterusa gelip yerleşir (Yukarıda bahsettiğim uterusa yerleşemeyen, düşen döllenmiş yumurta 7-8 günlüktür)
Spiralın zararları:
1 Sancılara sebeb olur Bel ağrısı yapar
2 Âdet kanamasının çok olmasına sebeb olur Âdet kanamasının süresini uzatır
3 Rahim içi iltihablanmasına sebep olabilir (Dr G Cengiz)
Bu yöntem rahim ağzını kapatma tekniklerinden olduğuna göre, Ibn Âbidin'in "en-Nehr" adlı kaynaktan yaptığı alıntıya bakılırsa, câiz olması gerekir Söz konusu alıntıda "rahminin ağzını kapatmak kadının hakkıdır" denilir ve bir başka kaynaga atıfla "ancak bunu kocasının izni olmadan yapması haramdır" kaydı eklenir (Ibni Abidîn VI/374)
Ancak spiral kullanmanın dinen sakıncalı olan bir yönü vardır: Kendisi, ya da kocasının takamaması halinde, kadın spirali, en hafifi, yine de bir kadına takdıracak ve zaruret bulunmadığı halde avretini ona göstermiş olacaktır Mazereti varsa mesele yoktur Ergin oluncaya kadar sünnet olmamış olan erkeği artık bir başkası sünnet edemez, kendisi becerebilirse yapar, beceremezse sünnetsiz kalır, çünkü avretini göstermesi haram, bu iş ise sünnettir Sünneti yapmak için haram işlenemez diyenler vardır Sünnet edilmesi gerektiğini söyleyenler ise; sünnetin dinî bir şiar anlamı taşıdığını, sıradan bir sünnet sayılamayacağını söylemiş, bu yüzden konu, daha değişik itibarlarla incelenmesi gereken bir konudur Bizim bundan şu anda anladığımız, spirali kadının, kendisi ya da kocası takacaksa, "azıl"in câiz olduğunu söyleyenlere, göre câiz olabilir, bir başkası takacaksa, zaruret yokken câiz olmaması gerekir (Allah'u â'lem)
Çeşitli haplar ve ilâçlarla yapılacak korumanın câiz oluşu; adil bir doktar tarafından, o ilâçların kadına, erkeğe ve üreme organlarına kalıcı zarar vermediklerinin açıklanmasına bağlıdır
Şimdiye kadar söylediklerimiz işin sadece bir yönüdür ve "azil"in câiz olduğunu söyleyen sahabe ve müctehid imamların görüşlerine ve diğer korunma yollarının da "azil" gibi sayılması esasına dayanır Bunların yanında "azil"i dahi câiz görmeyen Sahabe ve müctehidlerin bulunduğunu ve ayrıca diğer korunma yollarının "azil"e kıyas edilemeyeceğini söyleyenler de vardır
Ama her ne olursa olsun, meselenin Islâmî naslarla kesin bir sonuca bağlanmayışı, zamana ve zemine göre değişik uygulamaların câiz olabileceğini gösteriyor olmalıdır Fakat İslam'ın bir fıtrat dîni olduğunu düşündüğümüzde de, doğum kontrol yöntemlerinin hepsinde hoşlanılmayan yönün, hoşlanılana göre daha belirgin olduğu söylenebilir En hafifi bile, olsa olsa helâlin en hoşa gitmeyenlerinden olmasıdır Çünkü konuyu sadece tabiat ve fıtrat açısından düşünen tıp uzmanları bile: "Çocuk olmaması yolunda alınan tedbirlerin hemen hiç biri tehlikesiz değil gibidir Herhalde bu; çocuk istemeyenlerden, tabiatin öç almasıdır" demektedirler (Dr Cemal Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri)
Kürtaj ya da çocuk düsürmeye gelince, cenine ruh üflenme devresinden sonra, ciddî bir zaruret bulunmadıkça, yapılmasının câiz olabileceğini söyleyen yok gibidir Ruh üflenme süresinin yüzyirmi gün olduğu hadîsle bildirilmiştir (Müslim, kader1-3) Buna göre dört aya varan bir hamilelige, sağlıkla ilgili ciddi bir zaruret bulunmadıkça müdahale edilemez Bunda bütün Islâm bilginleri sözbirliği etmiş gibidirler Bu yüzden, bu devreden sonra, kadın uzuvları belli olan çocuğunu düşürür, ya da aldırırsa, ölü olarak düşmesi halinde çocuğun âkilesine "gurra" denen para cezası, canlı olarak düşürmesi ve sonra ölmesi halinde ise, tam bir diyet öder (Ibn Abidîn V/429) Bu günkü (1987) hesaplarla bir tam diyetin otuz-kırk milyon TL civarında olduğunu söylersek, konunun ne kadar ciddî olduğu daha iyi anlaşılır
Yüzyirmi günü bulmayan hamileliklerde, bazı sebeplerle ceninin alınabileceğini söyleyenler vardır ama, en az bunu söyleyenler kadar, buna karşı çıkan ve câiz olamayacağını söyleyenler de vardır (Hindiyye V/356)
Câiz olabileceğini söyleyenler de, ancak şu sebeplerden biriyle câiz olabileceğini söylemişlerdir:
1 Kadın emzikli olur ve hamile kalmasıyla sütü kesilirse,
2 Kadın hasta olur ve hamileligi sebebiyle hastalığının artacağı söylenirse,
3 Ortam ve çevre bozuk olur ve kesine yakın kanaatle Islâmî terbiye ile yetiştirilemeyeceği bilinirse,
4 Hattâ Gâzâli'ye göre, kadının vücut güzelliğinin bozulmaması isteniyorsa câiz olabilir (Gazalî, Ihya N/53)
Ancak, daha önce de söylediğimiz gibi, dört aya varmayan ceninin aldırılabileceğini, ya da düşürülebileceğini söyleyen bu görüşü tenkit edenler de çoktur Ibn Âbidîn önce câiz gören görüşü zikrettikten sonra, Hâniyye adlı kitapta: "Ben bu görüşe katılmayacağım, çünkü hac'da ihramlının, bir av hayvanının yumurtasını kırması cinayet sayılır ve bunun cezasını öder Sebebi, yumurtanın avın aslı sayılmasıdır Kadının döllenmiş yumurtasının bundan hafif olması düşünülemez," dediğini aktarır (Ibn Abidîn VI/374; Haniyye NI/410)
Tenkit edenlere göre, sular kavuşup yumurta döllendikten sonra, bu bir insanın başlangıcı sayılır Ciddi sağlık nedenleri olmadan buna müdahale edilemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SPRİL ABDESTE VE GUSLE MANİ MİDİR?
Abdestte ve gusülde yıkanması şart olan âzâlar, dış âzâlar ve bedenin dış kısmıdır Rahmin içini yıkama zorunluluğu yoktur ki, abdesti ya da namazı olmasın Ancak kadının özürü yokken spiral taktırmak için, avretini bir kadına dahi açmayacağını da bilmek gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SPIRAL VE ÂDET DÜZENSIZLIĞI
Âdetlerimde düzensizlık var Altı ay önce spiral taktırdım On gün âdet dönemimden sonra bir gün temiz oluyorum, ikinci gün tekrar bozuluyor Temiz olduğum günlerde bile leke görüyorum Doktorlara gittiğim halde netice alamadım Bu süre içerisinde ibadetlerimi yapabilmem için her leke gördükçe gusül abdesti almam mı gerekir? Buna spiral sebep olmuş ise hüküm değişir mi?
Önce bu durum, spiralın fıtrata zıt ve zıtlığı oranında mahzurlu bir uygulama olduğunu göstermesi açısından önemli Hanefi mezhebinde âdetin en çoğu on gün olduğu için, on günün bitiminde yıkandıktan sonra; temizlik süreniz içerisinde göreceğiniz lekelerden dolayı sadece abdest almamız gerekir Bu lekelerin çok olması da bir şey değiştirmez Temizlik süresinin en azı da onbeş gün olduğuna göre, onbeş gün böyle devam eder, on gün âdetinizin yeri belli değilse, ondan sonra göreceğiniz her lekede kendinizi âdetli sayar, ona göre davranırsınız Buna spiralın sebep olması bir şey değiştirmez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SPOR Insanın tek başına veya toplu olarak yapılan beden eğitimi yanında yarışma yönü de olan oyun ve hareketlerdir
Islâm dini, müslümanları spora çeşitli sebeplerle teşvik etmiştir Bu sebepler arasında; müslümanların ibadetlerine ve diğer görevlerine kuvvetli bir istekle sarılmalarını sağlamak, onlara daha güçlü olma yollarını göstermek, beden sağlığını temin etmek, öte yandan müslümanların Islam topraklarının savunmasına topyekûn hazırlıklı bulunmalarını teşvik etmek vb sebepler sayılabilir Bundan dolayı müslümanlar, Asr-ı saadetten itibaren Hz Peygamber (sas)'in tavsiye ettiği sporlardan atıcılık, binicilik, güreş vs sporlarla meşgul olmuşlardır Islâm'ın sportif faaliyetlere nasıl baktığı hakkında kısa bilgiler vermek uygun olacaktır:
Atıcılık:
Müslümanların tarih boyunca en çok ilgi duyduğu spor dallarından biridir Bunun sebebini şu âyet-i kerimede bulmak mümkündür:
"Onlara (düşmanlara karşı, gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (el-Enfal, 8/60) Bu âyette geçen "kuvvet" kelimesini Hz Peygamber (sas) atıcı olarak tefsir etmiştir (Riyâzü's-Sâlihin Tercümesi, II, 563) Rasûlüllah, atıcılığı, daha çocuk iken öğrenilip ölünceye kadar bırakılmaması gereken bir maharet olarak nitelendirmiş; insanın boş kaldıkça, canı sıkıldıkça, dinlenme ihtiyacı duydukça, vaktini değerlendirmek için sportif faaliyetlerle uğraşmasını uygun görmüştür
Peygamberimiz bir gün atış yapmakta olan gruba rastlayınca, ayakkabılarını çıkarıp atış sahası içerisinde yalınayak yürüdüğü ve onlara katıldığı bildirilmektedir (Ibrahim Canan, Hz Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980, s 255) Yine o, atıcılık eğitiminin yapılmasını devamlı teşvik etmekle kalmamış, zaman zaman kendisi de atış poligonuna, atıcıları teşvik ve seyretmeye gitmiş, hatta atıcıları seyrederken onlardan bir tarafı tuttuğu da olmuştur (Canan, age, s 256) O devrin atıcılık sporları arasında "Dirkele" adında mızraklarla oynanan ve özellikle siyâhiler arasında yaygın olan bir spor dalı da vardı (M Hamidullah, Islâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, Istanbul 1980, II, 1142)
Ashab-ı Kiramda atıcılığa önem vermiş ve her fırsatta ok atışları yapmışlardır Öyleki, çocuklara bile belli hedefler dikerek atış yaptırdıkları görülmektedir Bir defasında Hz Enes, atış yapan çocukların yanlarına gelmiş, atışlarını isabetsiz bularak beğenmemiş, bir çocuğun yayını elinden alarak birkaç ok atmış, hiç biri de hedefinden şaşmamıştı
Binicilik: Asr-ı saadette at yarışlarına özgü belli bir hipodrom bulunmamakla birlikte; şehir halkı sık sık tertiplenen at yarışlarına giderlerdi Rasûlüllah (sas) devrinde iki çeşit at yetiştirildığını biliyoruz Bunlardan biri, koşu için; diğeri başka amaçlarla beslenirdi Bu arada deve, eşek ve hatta insan yarışlarına da rastlanmaktadır Ticaret kervanlarının gelip konakladıkları alan, bu tür yarışlar için kullanılıyordu Hz Peygamber'in de buraya zaman zaman bizzat gelip kazananları tesbit ve bunlara ödül dağıttığı bilinmektedir (Hamidullah, age, II, 1141-1142)
Bir gün Rasûlüllah (sas), Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer ile binicilikte yarıştılar Bu yarışta Peygamberimiz onları geçti Hz Ebu Bekir ikinci, Hz Ömer de üçüncü oldu (Ahmet Turan Islâmiyette Spor ve Önemi, Ankara 1988, s 13)
Güreş:
Asr-ı saadette güreş sporu da pek yaygındı Rükâne adında biri bu spor dalında ün yapmıştı Hz Peygamber (sas) bu pehlivan ile güreşmişti Rükâne Islâm'ı kabul etmek için Hz Muhammed (sas)'in bizzat kendisiyle güreşmesini ve bu güreşte kendisini yenmesini şart koşmuştu, Hz Peygamber bu teklifi kabul etmiş, yapılan müsabakada, kendisine son derece güvenen Rükâne'yi şaşırtacak derecede güreşmiş ve onu üç kez mağlup etmiştir Sonuçta Rükâne müslüman olmuştu (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, III, 281)
Delikanlılık yaşındaki bazı sahabiler askeri seferlere katılabilmeye güçleri yettiğini Hz Peygamber'e ispatlamak amacıyla onun huzurunda güreşe tutuşurlardı Çünkü yaşı küçük olanlar şayet kendilerinden büyük olan diğer gençlere üstünlük sağlayabilirlerse, gönüllü sıfatıyla bu savaşlara katılabilme hakkını elde ediyorlardı (Hamidullah, age, II, 1142)
Koşu:
Diğer sportif faaliyetlerin yanında koşuya da önem verilmiştir Asr-ı saadette erkeklerin koşu yarışı yaptıkları, sahabilerin Hz Peygamber'in huzurunda kendi aralarında yarış düzenledikleri ve Hz Ali'nin de çok hızlı koşan bir yarışçı olduğu bildirilmektedir (Turan, age, s 14-15)
O devrin kadınları genelde hiçbir sporla ilgilenmezlerdi Ancak Hz Muhammed (sas)'in Hz Aişe ile müşterek hayatlarında en az iki defa bizzat koşu şeklinde yarışa tutuştuğu bilinmektedir Bunların ilkinde Hz Aişe kazanmış, ancak birkaç sene sonra, herhalde vücut ağırlığından olacak, yine giriştikleri bir yarışta Rasûlüllah kazanmıştı (Hamidullah, age, II, 1143)
Yüzme:
Hz Peygamber, yüzmeyi çocukluğunda annesiyle gittiği Medine'de öğrenmişti Müslümanlara bu sporu tavsiye ederek, bir babanın çocuğuna öğretmesi gerekenler arasında, yazı yazmanın ve atıcılığın yanında, yüzme de zikredilmiştir Hz Muhammed (sas)'ın Mekke ve Medine gibi, yakınında deniz, göl ve akarsu bulunmayan bir çevrede yüzme öğrenmeyi tavsiye etmesi dikkat çekicidir (Canan, age, s 258; Turan, age, s 18-19)
Allah'ın anılmadığı her şey, iş ve davranış, önemsiz bir oyun sayıldığı halde, aynı özelliği taşıyan, atın terbiye edilmesi, atıcılık sporu ile uğraşılması ve yüzmenin öğrenilme ve öğretilmesi yararlı oyunlar arasında kabul edilmiştir (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, III, 190)
Öte yandan Mekkeliler "kürre" denilen bir tür ayak topu oynarlardı ve büyük kalabalıklar halinde oynayanları seyretmeye gelirlerdi Mekke'nin her semtinde bu oyunu oynamak için sahaların bulunduğu ve Rasûlüllah (sas)'ın bu oyunu yasaklamadığı haber verilmektedir (Hamidullah, age, II, 890) Yine nakledildiğine göre, Hz Peygamber bir gün aralarında, hangisinin daha kuvvetli olduğunu bulmak için büyük bir taşı yerden kaldırmaya çalışan bir grup insanın yanından geçmiş ve bu yarışlarında hiçbir kötü taraf bulamamıştı (Hamidullah, age, II, 1142)
Günümüzdeki sporların tümü Hz Peygamber devrinde yoktu Ancak dinimizin emir ve yasaklarına ters düşmeyen bütün spor çeşitlerinin câiz olduğu açıktır Bu cevâza boks gibi karşılıklı zarar vermeye yönelik sporları katmak mümkün değildir Öte yandan dinimiz, seyirci olmaktan çok bizzat spor yapmayı teşvik eder Herkesin kendi kapasitesine göre yapabileceği bir spor dalı vardır
Dinimiz, bazı prensiplerin göz önüne alınması durumunda sportif faaliyetlerle uğraşmanın bir sakıncası olmadığı görüşündedir Bu şartları şöyle sıralayabiliriz: Sadece eğlenmek, dinlenmek ve zevk için oynanacak; namazın geçmesi veya gecikmesine sebep olmayacak; hiç bir menfaat beklenmeyecek; oyun sırasında dinimizin yasakladığı şeyler konuşulmayacak; tesettüre riayet edilecek; normal dinlenme ve eğlenme ölçülerini aşarak vakit israfına varan iptilâ halini almayacak ve en önemlisi oyunlar kumara âlet edilmeyecek (Hayreddin Karaman, Islamın Işığında Günün Meseleleri, Istanbul 1982, II, 354-355)
Sportif faaliyetlerin kumara âlet edilmesi kesinlikle yasaktır Günümüzde yaygın olan Spor-Toto, Spor-Loto ve Ganyan gibi müesseselerin, halkı kumara ve haksız kazanca götürmesi ve alıştırması sebebiyle Islâma ters düştüğü açıktır Bütün sportif faaliyetlerin, bu tür haram yollara âlet edilmeksizin sadece amatör bir ruhla yapılması en doğru olanıdır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SU ILE TEMIZLEMENIN ŞEKLI

1 Necâset, sidik, köpek salyasının eseri gibi görünmeyen nitelikte ise, temizlendiğine kanaat getirinceye kadar yıkanır Bu da üç defadır Delil şu hadislerdir: "Sizden birinizin kabına köpek ağzını soksa, onu üç defa yıkasın " Başka bazı rivayetlerde yedi defa yıkasın" ifadesi vardır (Buhârî, Vüdû', 33; Müslim, Tahâre, 89, 91, 92, 93; Ahmed b Hanbel, II, 314, 427) "Sizden biriniz uykusundan uyandığında, kaba sokmadan önce elini üç defa yıkasın" (Buhârî, Vüdû', 26; Mâlik, Muvatta', Tahâre, 9; Ahmed b Hanbel, II, 465) Köpeklerin ağzını sokmasından dolayı yedi defa yıkama emri İslâm'ın ilk dönemlerinde zorunlu olmadıkça evde köpek beslemeyi sınırlamak amacına yönelik idi
Necâset, kan ve dışkı gibi gözle görülen çeşitten ise, bunların temizliği bir defa da olsa pisliğin kendisini gidermekle olur Ancak, yıkanmasına rağmen renk ve koku gibi giderilmesi güç bir eseri kalırsa, bu zarar vermez Tercih edilen görüşe göre su saf bir hal alıncaya kadar yıkanır Nitekim Havle binti Yesâr dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir tek elbisem var ve onda hayız oluyorum" Hz Peygamber buyurdu ki: "Temizlendiğin zaman kan bulunan yeri yıka ve onunla namaz kıl" Havle dedi ki: "Ya Resulullah! izi kalırsa?" Buyurdu ki: "Su sana yeter, kanın eseri ise zarar vermez" (Ahmed b Hanbel, II, 364, 380; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, I, 40)
İçine sabun, toprak, deterjan gibi maddeler karışmış olan sular, karışımış olduğu takdirde temizleyicidir Abdest ve gusülde kullanılan sular temizdir, fakat temizleyici değildir Bunlara "musta'mel (kullanılmış) sular" denir Bunlarla pislik temizlenebilir, fakat abdest, ya da gusül abdesti alınamaz Ancak içine pislik karışan veya kendisiyle pislik yıkanan kullanılmış sular temiz olmaktan çıkar
2 Silmek yolu ile temizleme: Bıçak, cam, cilâlı tahta, mermer, fayans gibi pisliği içine emmeyen şeylere bir pislik bulaşınca, yaş bir bez, sünger veya toprak, ya da deterjanlı ıslak bezle pisliğin izi kalmadığına galip zan meydana gelecek şekilde silinirse temizlenmiş olur Meselâ; kurban kesilen bıçak temiz bir bezle veya toprakla iyice silinince temiz olur ve böyle bir bıçak üzerinde iken kılınacak namaz sahih olur Çünkü Ashab-ı kiram düşmanla savaşıyor, kılıçlarını silerek, bunlar üzerlerinde iken namaz kılıyorlardı
3 Ateşe sokmak yolu ile temizleme: Ateşe dayanıklı maden parçası üzerindeki kan ve benzeri necis şeyler, madenin ateşe sokulması ile yanar ve yok olur Nitekim yağlı, paslı, üzerinde necis kan ve et kalıntıları bulunan şiş veya ızgaralar ateşte yakılınca temiz hale gelir
4 Kazımak, ovmak veya silmek yoluyla temizlemek: Mest ve ayakkabı gibi pisliği emmeyen şeylere hayvan dışkısı gibi görünür bir pislik bulaşsa, bunlar su ile temizleneceği gibi, bıçak gibi bir şeyle kazınarak veya toprak ya da kuma sürterek de temizlenebilir Ancak mest veya ayakkabıya sidik gibi görünmeyen bir pislik dokunursa, bu yerin yıkanması gerekir Nitekim elbiseye veya bedene dokunan pisliği kazımak veya toprağa sürtmek de yeterli değildir
İnsana ait kurumuş meni ovalamakla temizlenebilir Ancak yaş olan meninin su ile yıkanması gereklidir Diğer yandan kuru bir meni ovalamakla temizlendikten sonra, bu elbise ile namaz kılınabilirse de, yeri yeniden ıslanırsa, sağlam görüşe göre pislik yeniden döner Bu yüzden yeniden kurutup ovalamak veya yıkamak gerekli olur
Hz Âişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah Resulünün elbisesindeki meniyi kuru ise ovalıyor, yaş ise yıkıyordum" (Ebû Dâvud, Tahâre, 134; Ahmed b Hanbel, VI,125,132, 213, 239, 263)
Hanefi ve Mâlikîler meniyi necis kabul ederken, Şâfiî ve Hanbelîler insan menisini temiz sayarlar Bu görüş ayrılığının dayandığı delil; yukarıdaki hadisin farklı yorumu yanında İbn Abbas (ra)'dan rivayet edilen şu sözdür: "Üzerinden meniyi ot veya bir parçası ile sil Çünkü o tükrük ve sümük gibidir" (Dârekutnî bu hadîsi merfû olarak nakletmiştir ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî, Dimaşk 1405/1985, I, 98) Soğuk ve yolculuk gibi hallerde bu ikinci görüş müslümanlara kolaylık sağlar
Meziy ve vediy de necistir Meziy; cinsel istek veya bunu düşünme anında şehvetsiz olarak çıkan ince beyaz sudur Meziy yıkanır ve yeniden abdest alınır Hz Ali şöyle der: "Mezîsi çok akan bir kimse idim Allah elçisine sormaya da utandım Mikdad b Esved (ra)'a söyledim, o sordu "Bundan dolayı abdest gerekir" buyurdu Müslim'in rivayetinde; "Cinsel uzvunu yıkar ve abdest alır" ilâvesi vardır (Buhârî, İlm, 51 ; Vüdû', 34, Gusl; 13; Müslim, Haşz, 17: Ebû Dâvud, Tahâre, 82; Nesâî Tahâre, 111, 129; Gusl, 28; Ahmed b Hanbel, I, 80, 82, 87, 107-111) Vediy ise idrardan sonra veya ağır bir şey kaldırma hâlinde çıkan koyu süt gibi beyaz bir sıvıdır, pistir Çünkü sidikle birlikte veya ondan sonra çıktığı için sidiğin hükmünü alır
Donmuş yağ, pekmez ve benzeri şeylerin içine pis bir şey düşse, bu madde çevresiyle birlikte ovulup çıkarılınca temizlenmiş olur Hz Peygamber'in eşi Meymune (ranhâ) şöyle demiştir: "Bir fare yağa düşmüştü içinde öldü Hz Peygamber'e soruldu: "Onu ve çevresini atın, yağı da yiyin" buyurdu" (Buhârî, Vüdû', 67; Zebâih, 34; İbn Hanbel ve Nesâî'nin rivâyetinde "donmuş yağa" ilâvesi vardır as-San'ânî, Sübülü's-Selâm, III, 8; Nesâî, Fer',10: İbn Hanbel, VI, 329, 330, 335)
Eğer necâset sıvı haldeki yemek veya zeytinyağı içine düşmüşse, bunlar bir kap içinde üç defa üzerine su döküp çalkalandıktan sonra alınmakla temizlenmiş olur Hanefiler dışındaki çoğunluk bu gibi sıvıların artık temizlenemeyeceği görüşündedir Çok miktardaki yağı veya yemeği bu sebeple telef etmek yerine burada bir kolaylık gösterilmektedir Ancak günümüzde bu işlemden sonra bir gıda laboratuarında tahlil yaptırarak zararlı unsurun kalıp kalmadığı kontrol ettirilmelidir Bu, ihtiyat gereğidir
Katı maddeler, necaseti içine sızdırmadığı sürece su ile temizlenir Et, tavuk ve buğday gibi pişirilenlerden ise, çiğken yıkanarak temizlenir Pislendikten sonra, pisliği ile birlikte ateşte kaynatılırsa, içine pislik nüfuz edeceği için artık temizlenemez
Bu yüzden işkembe, bağırsak veya hayvan kellesi temizlenmeden kaynatılırsa artık temizlenme imkânı bulunmaz
Yine içine temiz olmayan bir şey karışan süt, pekmez ve bal gibi sıvılar temiz su içinde üç defa asıl kendi miktarlarında kalıncaya kadar kaynatılmakla temiz olur Çünkü bu durumda temiz olmayan şeyin niteliği değişmiş sayılır
5 Yapı değişikliği yolu ile temizleme: Temiz olmayan bir şeyin niteliği değişirse temiz hale gelir Meselâ; bir domuz veya eşek bir tuzlaya düşerek tuz kesilse temizlenmiş olur Yine, geyik kanının misk olması, içkinin kendiliğinden veya bir katkı maddesi ile sirkeleşmesi, tezeğin yanarak kül olması lâğım suyu karışan toprağın kuruyup eserinin kaybolması bunları temiz hale getirir
6 Boğazlama veya tabaklama yolu ile temizleme: Domuz dışında, başka bir hayvanın usûlüne göre kesilmesi hâlinde derisi temiz olur Artık böyle bir derinin üstünde namaz kılınabilir Bu hayvan eti yenen cinsten ise eti de temiz olur Fakat eti yenmeyen hayvanlardan ise, fetvaya esas olan görüşe göre eti temiz sayılmaz Bununla birlikte meşrû kesimle eti temiz sayılsa bile, yenilmesi caiz olmaz Bu konuda görüş birliği vardır
Yine domuz dışında, murdar ölmüş bir hayvanın derisi tabaklanmakla temiz olur Hz Peygamber; "Bir deri tabaklanmakla temiz olur" buyurmuştur (Müslim, Hayz,105; Ebû Dâvud, Libâs, 38; Nesâî, Fer', 20, 30, 31; Dârimî, Edâhî, 20; İbn Hanbel, I, 219, 227, 237, 270, VI, 73) Allah elçisi Tebük yolculuğunda bazı evlerin yanından geçerken kadınlardan su istedi Bir kadının; "ölmüş hayvan derisinden yapılmış bir kırbada su var" deyince, Allah Resulü; "Onu tabaklamamış mıydın?" buyurdu "Evet tabaklamıştım" deyince de "Tabaklanması temizlenmesidir" buyurdu (Nesâî, Fer', 4; Ahmed b Hanbel, IV, 254, V, 67, VI, 329, 336)
7 Necis olmuş kuyunun suyunu boşaltma veya gereken kadar su çıkararak kuyuyu temizleme: Küçük bir hayvanın kuyuya düşüp ölmesi hâlinde bütün suyu çıkarmak büyük zorluklara yol açacağı için düşen canlının durumuna göre bütün suyu veya suyun bir bölümünü çıkarma esası benimsenmiştir
Kuyuya domuz gibi aynı ile necis bir hayvan düşmüşse suyun tümü çıkarılır Eti yenen bir hayvan düşer, şişmiş ve dağılmış olursa yine tüm su çıkarılır Ancak şişip dağılmamışsa, zahiru'r-rivâye'de bunlar üç sınıfta incelenir
a Fare, serçe veya bu büyüklükte bir hayvan düşüp ölmüşse, yirmi ilâ otuz kova;
b Kedi, tavuk, güvercin veya bu büyüklükte bir hayvan düşmüş ölmüşse, kırk ilâ elli kova;
c İnsan düşüp, üzerinde pislik olduğu biliniyorsa su necis hale gelir; tümünü çıkarmak gerekir
Ancak günümüzde kuyuyu tam olarak boşaltmak mümkün olmayan durumlarda, kanaat verecek miktar çıkarıldıktan sonra laboratuar tahlili yaptırarak kuyu suyunda zararlı bir maddenin bulunup bulunmadığını belirlemek ihtiyata daha uygundur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SÜBÛTÎ SIFATLAR

Hayat " Allah hayat sahibidir " (Âli İmrân, 3/2) Bu sıfat, Allah'ın zatına vacip olan sıfatlardandır Fakat Allah hakkında vacip olan bu sıfat, mahlûkatta görülen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan geçici ve maddi bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir Allah hakkındaki vücut sıfatının kamil olması, O'nun diri olmasıyla mümkündür Hayatın zıddı ölümdür Ezelî olan Allah hakkında ölümü düşünmek, akla aykırıdır Bir varlık hem ezelî, hem de ölümlü olamaz İlim, irade, kudret ve diğer kemâl sıfatlarını zatında bulunduran Allah'ın diri olması zaruridir Çünkü ölünün âlim, her şeye güç yetiren, işitici, görücü olması düşünülemez Ölüm, bir noksanlık sıfatıdır Allah ise noksanlıklardan uzaktır O hâlde Allah'ın hayat sahibi olduğu bir gerçektir Bu sıfat, ancak Allah'ta ezelî ve ebedîdir
"Ölmek şanından olmayan, daima hayat sahibi (olan Allah)'a dayanan " (el-Furkan, 25/58)ayeti ve benzeri ayetler Allah'ın, hayat sahibi olduğunu ifade eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SÛIZAN (SÛ-IZAN) Kötü zann, fena tahmin, şüphe "Sû" "fenalık, kötülük" demektir
"Sû-i hareket (kötü davranış)", "sûi ahlâk (kötü ahlâk)", "sû-i niyet (kötü niyet)" vb gibi, "sû-izan" da, "kötü zan" anlamındadır "Sû" kelimesi, verilen örnekler ve benzerlerinde, daima, "sıfat" anlamını ifade eder
"Zan" kelimesi ise, "sanma; farz ve tahmin etme; ihtimâle göre hükmetme" demek olduğu gibi, "şek, şüphe, tereddüd, vehim, hayâl" gibi anlamlara da gelir
"Sû-i zann"ın zıddı (karşıtı), "Hüsnüzan * (hüsn-i zan)"dır "Hüsn", "güzellik, iyilik, hoşluk, olgunluk, mükemmellik" demektir "Hüsn-i ahlâk (iyi - güzel ahlâk)", "hüsn-i hat (güzel yazı)", "hüsn-i niyet (iyi niyet)" gibi, "hüsn-i zan"da, "iyi-güzel zan; bir kimse veyâ bir olayın iyıliği hakkında vicdânî kanâat" demektir
Görüldüğü gibi, iki türlü "zan" vardır Zan, "tahmin" ve "ihtimâl"e dayandığına göre, bu konuda alınacak tavır ne olmalıdır Kur'ân ve Hadis, bu hususla ilgili davranışın nasıl olması gerektiğine açıklık getirmektedir: Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey inanan (mü'min)ler! Zannın bir çoğundan kaçının Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır " buyurulmuştur (el-Hucurât, 49/12) Âyette, "zanların birçoğundan kaçınınız" denilmekte; sebep olarak da, "bazılarının günah olduğu ifade edilmektedir Demek ki, zannın hepsi günah değildir; hattâ Allah'a ve mü'min (inanan)lere hüsn-i zanda bulunmak gereklidır Nûr Süresi'nde: "Onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle kadın mü'minlerin, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zann'da bulunup da" buyurulduğu gibi (en-Nûr, 24/12), bir Kudsî Hadis'de de:
"Ben, kulumun, bana zannı gibiyim " diye vârid olmuştur Hz Peygamber (sas) de: "Her biriniz, Allah'a, hüsnüzan ederek ölsün"buyurmuş ve bir başka hadisinde de: "Hüznüzan, imândandır" demiştir
Keşşâf ve benzeri büyük Kur'ân müfessirleri, "doğruyu ve yanlışı, açık belirtileriyle seçmeden, iyice gözleyip düşünmeden zanda bulunulmamasını" önemle tavsiye etmekte, "açıkta bir sebebi ve doğru belirtisi bulunmayan zannın harâm olduğunu, kaçınılması gerektiğini" belirtmektedirler Ihtimal üzerine hüküm olan zanlar, gerçeğe uymadığından, başkasına bühtan ve iftira olacağından, zanda bulunanı vebâl altına sokacaktır
Bütün bunlardan, zan konusunda çok dikkatli olmak gerektiği ve "Sû-i zann"ın ise, kesinlikle yasak olduğu, açıkça anlaşılmaktadır Sû-i zann'ın harâm olmayanı, yalnızca fısk ve fucûr (günahkârlık) ile tanınan kimselere karşı yapılanıdır Durumu kesin olarak bilinmeyen birine hüsnüzan gerekmese bile, Sû-i zan da câiz değildir
Sû-i zan'dan kaynaklanan "tecessüs" hakkında da, daha önce verilen Hucurât Süresi'ndeki âyette, "tecessüs de etmeyin" buyurulmaktadır Tecessüs, "Onun-bunun durumlarını araştırmak, eksik (kusur)lerini öğrenme isteği"dir Allah tarafından yasaklanan bu davranışla ilgili olarak Hz Peygamber (sas)'de:
"Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın Zira herkim müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah Teâlâ'da onun ayıb (kusur)ını tâkip eder, nihayet evinin içinde bile onu rezil ve rüsvây eder" buyurmuştur (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Istanbul 1960, VI, 4471-4473; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Islâm Ilmihâli, Istanbul 1957, 633-634)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SÜLÜK NE DEMEKTİR?
Gerçek bir mürşide biat ederek tasavvuf ilminin konusu olan zikir, fikir, ihlas, muhabbet ve benzeri şeyleri yaşayıp tatbik etmek ve o mürşidin eğitime tabi olmaktır
 
Üst Alt